Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Bauhaus akımının 100. yılı şerefine Taschen yayınevinden çıkan Bauhausmädels, akımın yarattığı cesur kadınları hatırlıyor, hatırlatıyor.
Fotoğraf: Taschen
“Kızlar bir şeyler öğrenmek istiyor.” Almanya’da haftalık çıkan Die Woche gazetesinin 1930 yılı Ocak sayısında yer alan üç sayfalık foto röportajın konu başlığı bu. Fotoğraflardaki kadınlar, namıdiğer Bauhausmädels yani Bauhaus kızları. Dönemin ayrımcılık ve eşitsizlikle sınanan kadın imajından ziyadesiyle uzaklar. Karelerde kimi resim çiziyor, kimi geometri testi çözüyor, kimi trombon çalıyor. ‘Bauhausmädels’ ifadesi, bugünün diliyle her ne kadar küçümseyici, hatta alaycı tınlasa da, o zamanın koşullarını gözden geçirdiğimizde kadın ve erkek eşitliğine dair önemli bir dönüm noktasını simgeliyor aslında. Her şeyden önce üniversite eğitiminde, meslek hayatına atılacak kadınlarla karşılaşıyoruz fotoğraflarda. Üstelik sanat, mimarlık, iç mimari ve endüstriyel tasarım gibi, yıllar yılı erkeklerin tekelinde kalan alanlarda söz sahibi olmaya başlıyorlar. Hayatlarında hüküm kuran ataerkil zihniyeti, önce okul sırasında, sonra iş sahasında alt etmeyi hedefliyorlar. Kendi yarattıkları geleceğe doğru yol almak istiyorlar. Zor olsa da başarıyorlar bunu, lakin değerleri yıllar sonra anlaşılıyor...
Fotoğraf: Taschen
Aynı yıl Alman İmparatorluğu’nun içerisinde bulunduğu politik tablo, bahsi geçen foto röportaja konu olan Bauhaus kadınlarının yarattığı tablodan farklı görünüyor. Toplumda endişeyle karışık, yeni yılın getirdiği gerçeküstü bir umut iklimi hakim ama ne yazık ki gitgide çöken kara bulutlar bir türlü azalmıyor.
1929 yılında iflas eden New York borsası Wall Street’in bilançosunu sene sonunda iki milyon işsizle ödeyen, iç siyasetin tedricen gerildiği ve meclise tarihin ilk Nazi bakanı Wilhelm Frick’in girdiği bir Almanya’dan söz ediyoruz. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Weimar Cumhuriyeti’yle birlikte parlamenter demokrasi sistemine geçen özgürlükçü hukuk devletini mumla aratıyor. Durum tarih derslerinde hafızalarımıza kazınan, Berlin sokaklarında, boynuna ‘her türlü iş arıyorum’ yazılı pankart asan adamın fotoğrafı kadar iç acıtıyor. Tüm bu karmaşanın arasında, güçlü duruşlarıyla Die Woche gazetesinin okurlarına eğitime, bağımsızlığa ve üretmeye dair yeşil ışık yakıyor, ilham veriyor Bauhaus kadınları. 1919’da ünlü mimar Walter Gropius tarafından Weimar’da kurulan Bauhaus Okulu’nda öğrendikleri bunu gerektiriyor çünkü: Her türlü baskıya ve eşitsizliğe rağmen üretmek.
Savaşı ağır bir yenilgiyle monarşiden parlamenter sisteme geçerek uğurlayan Almanya, onarım sürecini demokrasinin özündeki özgürlük manifestosuyla kültür ve sanata yatırım yaparak atlatıyor. 1919 yılında Bauhaus okulu fikri hayata geçiyor. “Bugünün kadınını bulmak isteyenler, onu gerçek hayatın olduğu her yerde aramalı. Sanatta, bilimde, istihdamda hatta toplumun içinde” diyor,. Kadın-erkek eşitliğini esas alan bu yaklaşım haksızlığa karşı durma, dünyayı güzelleştirme konusunda neredeyse aykırı sayılabilecek yeni bir düşünme biçimi sunuyor. Bahaus’un toplumsal dayatmalardan kurtulmak isteyen genç kızların hürriyet durağına dönüşmesi ümit ediliyor. Okulda resim, mimari ve el sanatları gibi
farklı disiplinlerin bir arada yürütülmesi, kız ve erkek öğrencilerin kreatif vizyonlarını aynı ortamda özgürce kullanarak modern tasarım üzerine düşünmeleri hedefleniyor başlarda. Zamanla dengeler değişiyor. Kuruluşundan bir yıl sonra, yalnızca kız öğrencilere özel dokumacılık sınıfları açılıyor. Kız öğrencilerin diğer bölümlerden dokumacılığa geçiş yapmaları en çok erkek öğrencilerin işine geliyor. Örneğin 1930’lu yıllarda akademik kariyerlerine devam edebilmeleri için verilen ‘usta’ sıfatını alabilen kız öğrencilerin sayısı biri bile geçmezken, erkek öğenciler beş ‘usta’yla baskın çıkıyor.
Fotoğraf: Taschen
Viyanalı Frield Dicker. Sanatın varoluşunu sorgulayan, çocukluğun düş gücü ve sanat arasındaki bağı irdeleyen genç bir kız... Derin düşünme formları da geliştirirken gençliğin getirdiği hoyratlığı dibine kadar yaşamaktan vazgeçmiyor Dicker. Franz Singer ile tutkulu bir ilişkinin içerisinde. Ne yapsa kopamıyor. Defalarca kürtaj oluyor, Singer başka bir kadınla, şarkıcı Emmy Heim ile evleniyor ama nafile. Birlikte üretme arzuları aşka üstün geliyor. Oyuncaktan mücevhere, farklı kumaşlardan desenlere birlikte tasarım yapıyorlar. 1925’te Viyana’ya dönüp bir mimarlık ofisi açıyorlar. Bauhaus akımının pratik ve kullanışlı tasarım vizyonu, burada ürettikleri objelere yansıyor. Zamanla evli bir adamla yaşadığı ilişkinin benliğini kısıtladığına, yaratıcılığını körelttiğine inanan Dicker, sanat pedagojisinde uzmanlaşıyor derken sol tandanslı politik görüşüne komünizm ekleniyor ve sanat aracılığıyla Komünizm Partisi’nin propagandasını yapmak gerekçesiyle hakkında tutuklama kararı çıkıyor. Baş kaldırıyor ve Prag’a, kuzeni Pavel Brandeis’ın yanına kaçıyor. Yaslanacak bir omuza ihtiyacı olduğundan mı, kendisini bekleyen zorlu günleri paylaşacak bir hayat arkadaşı aradığından mı bilinmez, kuzeniyle evleniyor. Birlikte Filistin’e yerleşme imkanları varken, onlar inandıkları değerler uğruna savaşmayı, mücadele etmeyi yeğliyor. Bauhaus’u kapatan Nazi Almanyası için bir an önce bulunup yok edilmesi gereken iki kurban onlar. Auschwitz-Birkenau toplama kampına götürüldükten bir gün sonra öldürülüyorlar.
Fotoğraf: Taschen
Bauhaus’daki her kadının hikayesi Dicker’ninki kadar hazin değil. Sanatçı bir aileden gelen Margaret Camillia Leiteritz, daha şanslı. 1928’de, Dresden’de çalıştığı kütüphanedeki işini bırakıp, resim sanatı okumak üzere yoğun baskılar ve protestolar sonucunda Dessau’ya taşınan okulun yeni binasında eğitimine başlıyor. Üç yıl sonra mezun olduğunda, okuldan çıkmış popüler ve başarılı öğrenciler arasında gösteriliyor. Çalışmaları duvar kağıdı tasarlama yarışmasında birincilikle tescilleniyor ve Bauhaus’un ürettiği ilk duvar kağıtlarına büyük katkı sağlıyor. Yine de erkek öğrenciler gibi itibar görmüyor. 1919’da Weimar anayasasının 10. maddesiyle güvence altına alınan kadın-erkek eşitliği maddesi uygulamada sınıfta kalıyor; Leiteritz ve yaklaşık dört yüz kız öğrenciye verilen eşitlik sözü tutulmuyor. Leiteritz de çoğu kız öğrenci gibi mezun olur olmaz kendi ayaklarının üzerinde durması gerektiğinin farkında. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı Almanya’ya göç ediyor. Orada ressam olarak hayatına devam ediyor. Yaşadığı haksız rekabetten olsa gerek, hiç evlenmiyor, çocuk da yapmıyor. İnanması zor ama eserlerinin anılması, üstün katkılarının sayılması için aradan tam kırk yıl geçiyor. 1968 yılında, Stuttgart’ta düzenlenen Bauhaus’un 50. yıl kutlamalarında Leiteritz’den ve üretimlerinden belki de ilk kez bahsediliyor
Fotoğraf: Taschen
Haksız rekabet demişken, Margaretha Reichardt’tan söz etmemek olmaz. Henüz liseliyken katıldığı bir okul gezisinde Bauhaus’a gidiyor. Geziden iki yıl sonra, kendini Bauhaus binasının içerisinde öğrenci olarak bulduğunda ne hayaller kuruyor kim bilir. Dokumacılık alanında eğitim görüyor. Yetenekli. Öyle ki, demir ipliğin üretilmesinde ve geliştirilmesinde öncülük yapıyor. Her şey mükemmel gidiyor, sağlam adımlarla kariyerini inşa ederken dokumacılık bölümünün tek kadın başkanı Gunta Stölzl ile yaşadığı bir husumet sonucunda ihraç ediliyor. Bu sefer önünü kesen bir erkek değil, hemcinsi! Pes etmiyor tabii. Bauhaus’da öğrendiklerini Doğu Almanya’daki diğer öğrencilere aktarıyor. Dokumacılık ve yeni kumaş üretimi alanında pek çok kalifiye eleman yetiştiriyor. Ünlü mimar Marcel Breuers’ın tasarladığı ikonik sandalyeler, onun ürettiği demir iplik sayesinde sükse yapıyor. Yıllar sonra da olsa sayısız ödülle taçlandırılıyor.
Bauhaus akımının 100. yılı şerefine Taschen yayınevinden çıkan Bauhausmädels, akımın yarattığı cesur kadınları hatırlıyor, hatırlatıyor. Tam yüz yıl sonra, bulunduğumuz noktadan Bauhaus’a baktığımızda öncü, çağdaş ve reformist yapısına diyecek olumsuz tek bir sözümüz yok. Fakat erkek otoritesine dayanan, kadın-erkek eşitliğini geciktiren, yokuşa süren sistem eleştiriyi hak ediyor. O zaman ekilen eşitlik tohumları anca çiçek açıyor. İşte bu yüzden kitabın ehemmiyeti büyük: Geçmişte değeri bilinmeyen, estetiğin fonksiyonellik ile buluştuğu bir sanat akımının öncü kadınlarına, bugünün çağdaş sanat anlayışına katkılarından dolayı gecikmeli de olsa teşekkür ediyor.