Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Vogue Türkiye olarak birçok başarıya ulaşmış kadın eserlerinin değerini biliyoruz ve sahiplerinin hayatlarına, filmlerine göz atıyoruz.
Erkeklerin domine etmediği bir meslek alanı bulmak 21. yüzyılda bile kolay değil. Özellikle sinema, kadınların erkeklik gölgesinden kurtulup yeteneklerini göstermekte zorlandıkları en gündemdeki, en “sahnedeki” sektör. Büyük işlere imza atarak sinema sektöründe kendilerini göstermeyi başaran cesur ve yetenekli kadınların filmleri, ne yazık ki medya tarafından pek de tanıtılmaya değer bulunmuyor. Üstelik bu filmlerin bir akımın öncüsü olması ya da engellere rağmen sinema sektörünün saygın ödüllerini kazanması bile -belli ki- dikkat çekici değil.
Bunu fark etmek için kendinize tek bir soru yöneltmeniz yeterli: “İzlediğim filmlerin kaçı kadınlar tarafından yönetilmiş?” Ya da soruyu biraz değiştirelim: “İsimlerini bildiğim yönetmenlerden kaç tanesi kadın?” Eğer cevaplarınız tatmin edici değilse, bu liste tam sizlik! Vogue Türkiye olarak birçok başarıya ulaşmış kadın eserlerinin değerini biliyoruz ve sahiplerinin hayatlarına, filmlerine göz atıyoruz.
Yeni Dalga akımının kurucularından Fransız yönetmen Agnès Varda, ilk filmi La Pointe-Courte (1955)’tan son filmine kadar attığı her adımla ilklerin, yeniliklerin öncüsü oldu. 2019’da 90 yaşındayken aramızdan ayrılan Varda’nın mutlaka görülmesi gereken filmleri arasında ölümcül hastalığa yakalanan bir şarkıcının iki saatini anlattığı Cléo de à 7 (1962), tercihen evsiz bir hayat süren Mona’nın hayatını anlatan Sans toit ni loi (1985) ve mutluluğun yalın bir şekilde sorgulandığı Le Bonheur (1965) var.
Lost in Translation (2003) filmiyle “En İyi Özgün Senaryo” dalında Oscar kazanan Sofia Coppola, aynı zamanda “En İyi Yönetmen” Oscar’ına aday gösterilen dört kadından biri. Ünlü yönetmen, sinema serüveni kötü bir oyunculuk deneyimiyle başlasa da Coppola soyadının getirdikleri sayesinde sinemadan uzaklaşamadı ve ilk yönettiği film The Virgin Suicides (1999) ile kötü şöhretini temizledi. Babasının gölgesinden kurtularak kendi adını herkese ezberlettiren Sofia Coppola’nın soğukkanlı feminen karakterleri tanınmaya değer.
“En İyi Yönetmen” Oscar ödülünü kazanan ilk kadın yönetmen Kathryn Bigelow’un asıl çalışma alanları bilim kurgu, korku ve gerilim! Herkesin adına aşina olduğu 2009 yapımı The Hurt Locker (Ölümcül Tuzak) filmi ile Amerikan Yönetmenler Birliği tarafından verilen En İyi Yönetmen ödülünü de kazanarak, bu ödülü alan ilk kadın yönetmen de o oldu. The Hurt Locker’ın yanı sıra 2012 yılında vizyona giren ve Amerika’nın Afganista’na saldırısını konu alan filmi Zero Dark Thirty izlenmesi gereken bir başka filmi.
Adını, “Yabancı Dilde En İyi Film” dalında Oscar’a aday gösterilen Mustang (2015) ile Türkiye’de de duyuran Deniz Gamze Ergüven, çok genç olsa da geleceğinin parlaklığı şimdiden göz kamaştırıyor. Ünlü internet dizisi The Handmaid’s Tale’in IMDB üzerinden en yüksek oyu alan bölümünde de imzası olan Ergüven’in 2017 yapımı Kings eseri de beklentileri fazlasıyla karşıladı.
Yapımcılığını yaptığı ve başrolünde oynadığı Girls dizisindeki performansı ile Golden Globes “Drama Dizilerinde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü”nü kazanan Lena Dunham, aynı zamanda başarılı bir film yönetmeni. Beğeni toplayan filmi Tiny Furniture (2010) geleceğini çizmeye çalışan genç bir kadının karmaşalarını anlatıyor.
1974 Lübnan doğumlu yönetmen, adını 2011 yapımı Et Maintenant On Va Ou? (Peki Şimdi Nereye?) filmiyle duyurdu. Senaryosunu yazıp yönettiği, aynı zamanda oyuncu olarak yer aldığı film, Lübnan’daki küçük bir köyü anlatıyor. Ülkede yaşanan savaş sonrası köy içinde din çatışmasına giren erkekleri yatıştırma görevini üstlenen kadınların hikâyesi mutlaka görülmeye değer… Küçük Zain’in anne ve babasını onu doğurdukları için dava ettiği yürek burkan film Kefernahum(2018) ise yönetmenin ününü daha çok yayan son filmi.
Oğlunun seri katil olduğunu öğrenen bir anneyi konu alan filmi We Need to Talk About Kevin (2011) ile BAFTA ödülünü kazanan Ramsay’in kazandığı diğer ödüller saymakla bitmez. Sinemada en önemli gerekliliğin cesaret olduğunu vurgulayan başarılı yönetmenin izlenmesi gereken filmlerinden bir diğeri de Cannes Film Festivali’nde büyük övgü toplayan 2019 yapımı You Were Never Really Here.
Belçikalı yönetmen, bir mutfağı incelediği ilk kısa filmi Saute Ma Ville (1968) ile yepyeni bir sinema anlayışının kapılarını araladı. Marcel Proust’un eserinden uyarlanan ve yönetmenin en sevdiği eseri olarak nitelendirdiği The Captive (2000) de izlemeyenin pişman olacağı bir diğer film.
Yeni Arjantin Sineması’nın öncülerinden biri olan Lucrecia Martel’in ana malzemesi “olmayan” mekanlar ve rüyalar. 2001 yılında gösterime giren ilk uzun metrajlı filmi Bataklık (La Ciénaga), Arjantin’in Salda bölgesinde yaşayan iki ailenin hayatlarını belgesel havasında aktarıyor. Martel’in en ünlü ve mutlaka izlenmesi gereken bu eseri, Arjantin’in tehlikeli ve gergin atmosferine, devamlı tetikte olunması gereken ortamına dikkat çekiyor.
Çağdaş Fransız sinemasının önemli ismi Claire Denis’in ilk filmi Chocolat (2000), 1950’ler Afrika’sının koloni hayatını Batı Afrika’da yaşayan Fransalı bir kadının duygularını da konu ederek anlatıyor. Bu filmle birçok ödüle layık gösterilen başarılı yönetmenin izlenmesi gereken diğer filmleri High Life (2018), 35 Shots of Rum (2008) ve Beau Travail (1999).
Yazı: Hazal Bayat