Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Büşra Develi, bu aralar her şeyi unutup kendini hatırlıyor. Yirmi altı yaşında bir oyuncu için olgun bir dem, diyebiliriz...
Gömlek, Yün Kazak, Gül Aplikeli Etek, Deri Bot: Prada, Yün Çorap: Miu Miu
Bu ay Burn This / Yak Bunu ile tiyatro seyircisiyle buluşacak olan Büşra Develi, çok özlediği sahnenin yanında konservatuarlı Büşra’yla da hasret gideriyor.
Bir stüdyo dolusu insan, gözlerini kırpmadan baktıkları Büşra Develi hakkında fısıldaşmakla meşgul: “Hem bu kadar uzun boylu hem de minyon tipli olunabilir mi yahu?” “Biraz Juliette Binoche’a, biraz Natalie Portman’a benzetiyorum ben; hangisine daha çok, bilemedim.” “Büşra galiba ikisinden de güzel...”
Çekim arasında gözlerini ona dikmiş skoslamakta olan kalabalığın yanına gelip bir bardak su koyuyor kendine; “N’apıyorsunuz?” diye soruyor, gülüm gülüm bir gülücükle. “Seni çekiştiriyoruz” diyor biri: “Cümleten sana yürüyoruz, demek daha doğru olur belki.”
Herkes sırayla güzelliğine iltifatta bulunmaya koyuluyor. 182 cm’lik boyu, gündemin önemli maddelerinden.
Boyuyla ilgili yorum duymaya alışkın olduğu belli; çok içerden bir kahkaha patlatıyor: “Oyunda hepimiz aşırı uzunuz, provada dans sahnesinde kollarımızı sallarken ‘İnşallah rüzgardan seyirciyi üşütmeyiz’ dedi Hakan!”
Kadife Mini Elbise, Kadife Pelerin: Miu Miu
Bu ay, Toy Istanbul’da Burn This / Yak Bunu ile perde açacaklar. Lanford Wilson tarafından yazılıp ilk kez 1987’de New York’ta sahnelenen oyun, geçtiğimiz Nisan Broadway’de Keri Russell ve Adam Driver’ın başrolündeperdeaçtı.
Sami Berat Marçalı’nın çevirip yönettiği, Büşra Develi, Hakan Kurtaş, Sertan Erkaçan ve Toprak Can Adıgüzel’in rol aldığı B Planı- TOY prodüksiyonu oyun, ünlü hikayeyi Türkiyeli seyirci için günümüze uyarlıyor.
Trafik kazası sonucu ölen gay dansçı Robbie’nin hayatına dokunduğu insanların, onun ölümüyle yaşadığı savrulmayı anlatan Yak Bunu, yas, dostluk, aile ve aşk üzerine sağlam soruları olan bir metin.
“Oyun slogan atmıyor, o tarafını çok seviyorum” diyor Büşra Develi: “Çok isabetli sorular soruyor; her provada başka bir boyutunu keşfediyorum. Robbie, Anna’nın hayattaki tek insanı; hetero olsaydı çok büyük bir aşk yaşarlardı gibi bir durum var Anna ile aralarında. Onun ölümüyle herkesin hayatındaki zemin kayıyor, herkes kendi yalnızlığına yolculuk yapmak için fırsat buluyor. Ailesi Robbie’nin ne dansçı ne gay olduğunu biliyor. Anna, ailesinin ne kadar tutucu olduğunu bilmediği için Robbie’nin hayatının ne kadar önemli bir kısmından bihaber olduğunu anlıyor. Biraz da insanların birbirlerini aslında ne kadar tanıyabildiklerine dair bir oyun bu.”
Sağlam tedrisattan geçmiş bir oyuncu olduğundan proje önüne gelir gelmez kendi araştırmasını yapmaya koyulmuş: “Örneğin altı yıllık bir ilişkimiz sonlandığında da vücut yasla aynı semptomları veriyor. Yas, sadece ölümle ilgili, ölüme dair bir şey değil. Birisi hayatımızdan çıktığında, sadece o insanı kaybetmekten ziyade, ikimizin kurduğu dünyayı kaybediyoruz. İnsanlar böyle dönemlerde kaçınılmaz olarak savruluyor, bambaşka birine dönüşebiliyor. Kendinden bu kadar büyük bir parça koptuğunda, o boşluğu doldurmak için kendini tekrar keşfetmeye başlıyorsun. Zorunda kalıyorsun çünkü... Üzücü olduğu kadar öğretici bir şey yas.”
İki yıl önce Vogue Türkiye için Fi dizisinin çekimini yaptığımız dönemde, Büşra Develi’nin dizinin yanı sıra içinde çalıştığı üç, ayrıca görüşmeleri süren dört sinema projesi söz konusuydu. İlerleyen dönemde, Fi’nin son bölümü yayınlanırken, yeni bir dizisi ayrı bir kanalda siftah yapıyordu hatta... Ez cümlesi; başını kaşımaya fırsatının olmadığı bir dönemden çıktı...
“Aslında biraz da hatalarımı fark ettiğim bir dönem oldu benim için” diyor: “Bir role hazırlandığında ya dört dörtlük hazırlanırsın ya da ezberleyip çıkar oynarsın. İşler böyle üst üste olduğu zaman içlerinden bir iki tanesi kaynıyor ister istemez. Aynı anda üç karakter çalışmak diye bir şey yokmuş, onu anladım. Şunun şusu çok iyi bu da olsun, bunun busu çok iyi o da olsun derken, tam olarak hiçbirine yüzde yüz veremediğimi hissettim kendimi. Orada benim de hatam var.”
Şu anda odaklandığı Yak Beni haricinde, Mart ayında seti başlayacak olan Erden Kıral filmi Sus Payı var bir tek önünde. Bu durumdan da çok mutlu: “Nefes ala ala yoğunlaşıyorum.”
Gömlek: Zimmermann - Beymen, Deri Pantolon: Faith Connexion - Ali Alta Moda, Jakarlı Yün Palto: Dries Van Noten - Beymen
Nefes almanın kıymetini bilen biri. 1993 doğumlu, 17 Ağustos ‘99 depremini merkezinde yaşamış bir çocuk. “Bizim ailemizde de Gölcük’te yaşayan herkeste olduğu gibi bir kırılma oldu. O yüzden eğitim hayatım biraz garip başladı. İlkokul biri İstanbul’da, ikiyi yine Gölcük’te okudum. Sonra Gölcük’ten Şirinköy diye bir yere taşındık. İzmit desen değil, Gölcük desen değil, onun da içi; gerçekten köy gibi bir yerdi. Bütün okul arkadaşlarımla aynı mahalledendim neredeyse. Yaşıtlarıma göre çok az çizgi film biliyorum mesela; hiç televizyon izlemezdim, hep sokaktaydım, gece yarıları eve geliyordum. Şeftali, kiraz, fındık, elma; her şeyi dalından yiyebiliyorduk. Sanırım depremden sonra sosyal bir alan oluşturmayı amaçlamışlar; çok büyük bir kütüphanesi vardı, çok küçük bir okul olmasına rağmen atletizm kulübümüz vardı, hayatımda ilk tiyatro oyunculuğunu da orada sergiledim. On üç yaşımdayken Antalya’ya taşındığımız zaman şaşırmıştım: Ne koşu kulübü ne tiyatro kulübü ne de okulun yanında büyük bir kütüphane... Halbuki kıyaslayınca orası daha büyük şehir. ‘Köyden indim şehre’ durumunu ben tersten yaşadım, köyden indim şehre, tamam ama şehirde bir numara yoktu; köy daha donanımlıydı...”
Deprem travması sayılmazsa, annesi, babası ve üç kız kardeşiyle Antalya’ya göçtükleri orta ikiye kadarki bölümü, hayatının en mutlu dönemi olarak anıyor. 2012’de kaybettikleri babası “enteresan bir adam”: “Ticaretin her alanıyla uğraşıyordu diyebilirim. Emlakçılık, araba kiralama, manav, tuha ye, bakkal, su bayii... İnanılmaz sıkılgandı. Her işe el atıp bırakır, başka bir şey denerdi. On sekiz yaşıma geldiğim zaman, İstanbul’a tek başıma taşındım. Başta ailem çok da istememişti açıkçası. Biraz fevri biri olduğum için izin istedim de sayılmaz. ‘Ben İstanbul’a taşınıyorum’ diye ilan ettim aslında. Bir yandan da okulla birlikte çok erken çalışmaya başladığım, lise hayatım boyunca kendi paramı kazandığım için, ‘Nasıl taşınıyorsun?’ diyemediler pek. Her şeyi ben planlıyordum zaten hayatımda. Biraz para biriktirmiştim, iki ay vardı konservatuar sınavlarına. Bir arkadaşımda kalarak sınavlara hazırlandım. Hoca tutacak param yoktu, o yüzden konservatuar mezunu bir arkadaşım hazırladı beni. Mimar Sinan’ı kazandığım için taşınmadım İstanbul’a yani; İstanbul’a taşındıktan sonra sınava hazırlandım. Kazandıktan sonra burslara başvurdum, birkaç yere birden;o burslarla okul hayatımı tamamladım. Bu arada, burs almak bir konservatuar öğrencisi için pek kolay değildir; genelde matematik, fen öğrencilerine verirler bursu. O benim biraz şanslı bir senemdi sanırım.”
Çiçek Desenli Gömlek: Dries Van Noten - Beymen
Konservatuarın aklına düşmesi, çok çocukluğuna tekabül ediyor. Daha bacak kadarken, sesini değiştirerek öğretmenlerini, arkadaşlarını telefonda işleten bir tip. Taklit merakının babasının başını belaya sokmuşluğu bile var: “Hoşuma gidiyordu nedense; telefonda insanları kandırma hadisesi 900’lü erotik hatları arayıp eğlenme kıvamına kadar gitti! Bir dönem televizyonda ‘Ara beni!’ diyen ateşli kadınların reklamları vardı ya, onları arıyordum sesimi değiştirip; ‘Merhaba, ben Hasan' filan... Kadınlar da anlıyordu benim çocuk olduğumu muhtemelen ama fatura işliyor nasılsa diye, bozmayıp oyalıyorlardı beni telefonda. Sonra çok ciddi bir telefon faturası geldi eve. Annem tabii, direkt babama döndü; ‘Haşmet bu ne’ diye! Babam ne olduğunu şaşırdı. ‘Yok öyle bir şey’ diyor tabii ama ben hiçbir şey söylemeyince uzunca bir süre babamın üstüne kaldı o suç. Babam kendini açıklamaya çalışıyor, annem asla inanmıyor, berbat bir durum...”
O taklitler zamanla sene sonu gösterilerine, Büşra da okulda oyunculuğuyla tanınan birine dönüşmüş: “Tiyatro kulübündeydim. Beşinci sınıfta bir oyun yapılmasına karar verildi, çok büyük bir tiyatro salonu, bütün okul seçmelere gelmişti neredeyse. Ne kadar sevdiğimi de bildikleri için başrolü sundular bana: Turgut Özakman’ın Töre oyunu, Zühre rolü... Rolü verdiler ama yedekli verdiler. Bu beni çok rahatsız etti; ya bana bir şey olursa da ben oynayamazsam, diye... Rol zaten benim, yedek arkadaş, bana bir şey olursa oynayacak rolü; ben o düşünceye bile tahammül edemiyorum. Tek temsil için üç ay kadar çalıştık. Bittiği an, salonda dördüncü bir duvar oluştu, seyretmeye kimin geldiğini bile hatırlamıyorum, o kadar heyecanlıydım... Bitti, herkes bir alkışladı, orada bir katarsise ulaştım resmen. O bende hep kaldı. Sonra bir dönem, lisede aşktır meşktir, ergenliktir, bir nebze uzaklaşsam da kaldı o duygu ve düşünce...”
Konservatuara girdiğinde başına ne geldiğini pek anlamadığını anlatıyor. Anlamış da çok sonra anlamış daha doğrusu: “Erken bir yaş galiba üniversite dönemi konservatuar okumak için... Ama tabii vardır bir bildikleri, muhtemelen birtakım şeyler de o zaman oturuyordur. Üniversiteyi, anfilerde takılıp istediğimiz zaman girip istediğimiz zaman çıkabileceğimiz bir şey zannediyordum. Halbuki konservatuar kadar sert bir sistem hiçbir yerde yok... Oyunculuk herhalde eğlencelidir, varsayarsın; oysa inanılmaz disiplinli bir durum. Dersin kurallarının dışında bir sürü de ziksel ödev; ciddi bir mutfak yani... Maalesef tam değerlendiremediğimi düşünüyorum. Şimdi mesela, hâlâ oyunculukla ilgili çalışmalar yapıyorum, hocalarım var, daha yeni anlıyorum ne yaptırdıklarını... Zaten hep söylüyorlardı bize, yaşla birlikte uzmanlaştığın bir şeydir oyunculuk diye... Dansçıların durumu o açıdan çok zor. Tam tecrübe sahibi olduğun noktada artık dans edemiyorsun ya, o çok üzücü... Oyunculukta bunun tam tersi geçerli. Ne kadar tecrübelenirsen ortaya o kadar iyi bir şey koyabiliyorsun. Şükrediyorum o yüzden...”
Shearling Yakalı Rugan Ceket, Elbise, Yünçorap: Miu Miu
Okurken kadrosuna katıldığı Tatlı Küçük Yalancılar ile genç yaşında sektöre girmesi üzerine, hayat yine çalışmadığı yerden gelmiş. Okuldakinden farklı, bambaşka bir tedrisat: “Konservatuardan sonra hayatımı düzene sokmam gereken bir evreye girdim, para da kazanmam gerektiği için... O noktada okulu bırakmam gerekiyordu. Okulu bırakıp bir işe girdim diyelim, o iş patlar da okula dönersem, döndüğümde burslarımı da kaybetmiş olacağım. Karar vermemi gerektiren bir süreç oldu. Riskli bir durumdu. Aklım o kadar karışıktı ki istihareye yattım resmen, bir rüya göreyim de bilinçaltım bana bir şey söylesin istedim. Şöyle bir rüya gördüm: Bir file binmiş, Boğaz Köprüsü’nü geçip Kadıköy’e gidiyorum! Pek profesyonel bir seçim olmadı ama bazen de öyle olması gerekiyor belki."
O gün bu gündür, kariyerinde virgül koyduğu bir dönem yok. Aldığı her dersten hoşlanmasa da öğrenerek ilerliyor: “Konservatuar sistem karşıtı bir yer. Oradan sistemin kucağına düşünce, bütün geliştirdiğin değerler şaşıyor. Uyum sağlayamıyorsun bir şekilde; çünkü hep eleştirdiğin şeyi kabul etmek de o kadar kolay değil. Onun karşısında durmak hele, hiç kolay değil. Ya bizdensin ya değilsin durumu söz konusu... Kendi değerlerimden ödün vermeden ama meslekten
de kârlı çıkarak, kendime bir yer bulma arayışım uzun sürdü; hâlâ da sürüyor. Sürekli bir topun üzerinde ayakta durmaya çalışır gibiyim. İnsana dair çok şey öğretiyor ama bu durum... Esasen bir maske edinmeyi öğreniyorsun yani... Bizim yaşadığımızın herhangi bir beyaz yakalının yaşadığı gerilimle ya da savaşla pek bir farkı yok; bire bir aynı diyebilirim hatta...”
Önden Çiçek Aplikeli Beyaz Poplin Elbise: Dice Kayek, Deri Bot: Prada, Yün Çorap: Miu Miu
Büşra Develi, bu aralar her şeyi unutup kendini hatırlıyor. Yirmi altı yaşında bir oyuncu için olgun bir dem, diyebiliriz...
Saç: Önder Tiryaki
Saç asistanı: Mustafa Akgül
Makyaj: Ali Rıza Özdemir
Makyaj asistanı: Batuhan Sara
Fotoğraf asistanı: Turan Ertekin
Moda editörü asistanı: Tülin Avcı