Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Dün ne yediğimi sorsanız hatırlayamayabilirim ama 18 Temmuz 1994 akşamını, dakikası dakikasına hatırlıyorum. (“Yaşlandın da ondan” diyecekleri, peşinen esefle kınıyorum.) İstanbul Caz Festivali’nin ilki sona ermiş gibiydi, Harbiye Açıkhava’da vuku bulan Caz Geleneği Gecesi / Russell Malone Dörtlüsü / Joe Henderson Dörtlüsü konserinden çıkmış, Esma Sultan Yalısı’ndaki kapanış partisine gitmiştik. O gece ay Boğaz’a nasıl yansıyordu, Açıkhava’nın semasında müzik nasıl çınlıyordu, İstanbul nasıl kokuyordu; mıh gibi aklımda.
Esma Sultan’da az ötemizde duran, birkaç saat önce müziğiyle ihya olduğumuz İhtiyar Kurt’a “Mr. Henderson, thank you for being! Valla ya, iyi ki varsınız!” şeklinde yarı İngilizce-yarı Türkçe bir kakofoniyle laf attığımızda, adamın genç hevesimize nasıl bir tevazu ve muhabbetle yaklaştığı da...
Müteakip çeyrek asırda, İstanbul Caz Festivali’nde izlediğim konserlerin hemen hepsinin çizik attığı bir anısı hatırımdadır. Müzik matematik hesabıyla beyne nakşoluyor olabilir; tabirin saçmalığını mazur görürseniz, benim için İstanbul yazları caz kokar.
Seneler içinde Stanley Clarke-Marcus Miller-Victor Wooten’dan oluşan SMV ile nasıl bir telli sazlar (!) nirvanasına ulaştım; ayaklı çınar azametindeki Mercedes Sosa’nın ruhuna bereket ne dualar ettim; Cemil Topuzlu’dan çıkıp gittiğim Roxy’de, az önce açıkhavada izlediğim Joshua Redman’ın jam session’ına katılıp daha da kudurabiliyor olmasına inanamayarak kaç parmağımı birden ısırdım; hem yerel hem küresel olmanın erdemleri üzerine (Glocal diyordu) tirad attıran Gilberto Gil’in müziğine kulak, sahnesine göz kesilip niye bizim de böyle Kültür Bakanımız olamıyor hesabına amma hayıflandım; fırtına patlayan Charlie Haden-Carla Bley konserinde bir anfi dolusu dinleyiciyle birlikte ne acayip bir huşuyla ıslandım; Buena Vista Social Club üyesi Compay Segundo’nun o yaşındaki kulis halini dikizleyip -önünde kocaman bir et ve şarap, elinde kolum kadar bir puro, yanında fındık kurdu gibi güzeller güzeli eşi, saçından tırnağına hayat dolu, 93’lük bir delikanlı- nasıl bir hayrete gark oldum; Tori Amos’un dokunuşuyla ne tuhaf efsunlandım; göreni aşka düşürmeden şuradan şuraya bırakmayan Leonard Cohen’i ölmeden canlı izleyebildiğim için kaç defa şükrettim...
Joe Henderson, 1994
Fotoğraf: IKSV Arşivi
Bunlar gibi ve bunlara benzemez, kimileri süperstar, kimileri yükselen yıldız, nicesi duayen; Akdenizlisinden Nordikine, Güney Amerikalısından Uzakdoğulusuna, dünyanın her köşesinden, farklı farklı janrlardan, birbirinden yetenekli müzisyenin ellerinden, dillerinden, yazlar boyunca şifalandım, şifalandım, şifalandım...
Coştum, affola... Fakat hayatımın neredeyse yarısının gözümün önünden film şeridi gibi geçiyor olması tesadüf değil. 25 yılı yad etmek üzere İKSV ekibiyle toplaşmışız; 94’te vuku bulan I. İstanbul Caz Festivali’nin direktörü, bugünün İKSV (İstanbul Kültür Sanat Vakfı) Genel Müdürü Görgün Taner, caz festivalinin hikayesini üç aşamalı ele almak gerektiğini anlatıyor.
Birinci aşama, 1973’te İKSV’nin kurulup ilk İstanbul Festivali’nin gerçekleşmesi: “Bu festivalin içinde tabiri caizse bir cazbant var. Ama o cazbant tesadüfen mi orda, yoksa bilinçli bir seçim mi, bilemiyorum.”
Björk, 1998
Fotoğraf: IKSV Arşivi
İkinci aşama, 80’li yıllar ve o yıllarda Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda başlayan, caz ve caza yakın müziklerin icra edildiği birtakım konserler serisi: “Ki onu 80’lerin ortalarına doğru Chick Corea’lar, Keith Jarrett’lar, John McLaughlin’ler, Carlos Santana’lar takip ediyor. Hepimizin vaaay be dediği günler.”
Ancak üçüncü aşamada 1994 yılına geliyor, o zamanki genel müdür Melih Fereli’nin Taner’i çağırıp; “I. İstanbul Caz Festivali’ni yapıyoruz, sen de direktörü oldun” demesine yani... Görgün Taner’in tarihi 1973’ten başlatmasının sebebi, caz festivalinin de diğer festivallerin de İKSV’nin kurulurken bağlı kalmaya niyet ettiği birtakım değerler silsilesinin “hikayeye dönüştürülmüş hali” olarak algılanması gerekliliği:
“Bu değerler neler, dersen, bir tanesi, dünyada neler oluyor, Türkiye’de bilelim; bir tanesi de Türkiye’deki değerlerimizi bütün dünyaya sunabilelim arzusu... Türkiye’de olan kültür üretimine destek olalım, 'kalkınmanın temelinde kültür vardır' cümlesinin desteklenmesine katkıda bulunalım...”
Destek verdik deyip geçilecek türden, az meşakkatli bir şeyden söz etmiyoruz: “Şu anda elimizdeki telefondan internete girip caz festivalinden kimler gelmiş kimler geçmiş diye bakabiliyorken, o yıllarda gelen sanatçının haberini, ‘Evet, Santana Yeşilköy’e indi’ diye, havaalanındaki ankesörlü telefonun önünde kuyruğa girip ofisi arayarak verebiliyorduk. Aradaki farkın tahayyülü zor. İstanbul’u bir anlamda haritaya koyan, 80’li yılların ikinci yarısındaki o konserlerdir.”
Grace Jones, 2010
Fotoğraf: IKSV Arşivi
İstanbul Caz Festivali’nin bugün aldığı şekli anlamak için kat edilen yolun başına dönmekte fayda var: “İlk festival zamanı, beni İspanya’daki Vitoria-Gasteiz Caz Festivali’nin başındaki Inaki Anua aradı” diye hatırlıyor Taner: “O zamanki üç hatlı telefondan o aramayı nasıl yakaladık, o telefon nasıl düştü, o da ayrı hikaye. Avrupa’dan birtakım caz festivalleri olarak New York’ta toplanıp işbirliği yapmayı konuştuklarını anlattı, siz de gelmek ister misiniz, diye sordu. Bu işbirliği içerisinde, Montreux ve North Sea gibi Avrupa’nın o zamanki en büyük iki caz festivali de var, Finlandiya’dan Pori, İtalya’dan Umbria da var. Bir araya geldiğimizde, ilk defa dünyadaki caz festivalleri nasıl yapılıyor, sanatçılarla nasıl buluşuluyor, ajanslarla nasıl konuşuluyor, yeniliklere nasıl pencere açılıyor, festival programlamasındaki ana unsurlar nelerdir gibi şeyleri yaşça benden çok daha büyük duayenlerle tecrübe etme fırsatı buldum.”
Bu isimlerin arasında Montreux Caz Festivali’nin babası Claude Nobs da var ki, caz alemlerinde efsane olarak anılan Nobs’ı, İstanbul Caz Festivali’nin suretine ilham kaynağı saymak da mümkün. “O gün ilk defa, 25 yıl boyunca peşimizi hiç bırakmayan bir tartışmanın tüm dünyada da yapıldığını gördüm” diyor Taner: “Caz festivalleri sadece caz müzisyenlerinin midir yoksa caz festivali dediğin şey çok geniş bir şemsiye midir? Claude, hiç unutmuyorum, elini omzuma koyup demişti ki; ‘Bu tartışma İsviçre’de, Kanada’da, Amerika’da, her yerde yapılır. Doğru olanı, senin ve izleyicinin mutlu olduğu festivaldir. Kendi doğrum şu: Ben bunu bir şemsiye olarak kabul ediyorum; bunun altında bütün müzikler birbiriyle konuşsun, müzisyenler birbiriyle buluşsun, buradan başka müzikler, başka projeler çıksın diye uğraşıyorum; bunun doğru olduğunu da Montreux’nün şimdiye kadarki gelişiminden gördüm.’ O an ben de, evet, dedim, bizim caz festivalinin mottosu da biraz bu olmalı... Yıllar içerisinde, sonradan Pelin (Opçin) ve Harun’un (İzer) devam ettirdiği çizgide, cazı bir şemsiye olarak kabul edip onun içinde çok değişik türden müziklerin yer aldığı ve bunların birbirleriyle mümkün olduğu kadar çok konuştuğu ortamlar ve konserler hazırladık.”
Nick Cave
Fotoğraf: Getty Images Turkey
Taner, sözü, ilk başlardaki “birkaç konserin bir araya gelmesi” durumundan çıkıp artık gerçek bir festivale dönüşmüş olan bugünün İstanbul Caz Festivali’nin direktörlüğünü yürüten Harun İzer’e bırakmadan önce, “gerçek festival”i açıyor:
“Yemesinden içmesinden sohbetlere, atölye çalışmasından workshop’lara, eğitiminden müzisyenlerle buluşmalara, farklı disiplinlerden koskocaman bir çerçeve festival. Pelin ve Harun, misal, Caz İçin Tuhaf Bir Yer başlığı altında, aslında bu konserler için hiç akla gelmeyecek mekanları ortaya çıkarıp o mekanların içinde konser yapmayı ya da bir faaliyet göstermeyi şiar edindiler. Bu hem cazın ruhuna uygun bir şey hem de İstanbulluların farkında olmadıkları birçok mekanı keşfetmelerine olanak tanıyor. İKSV olarak 40. yılımızı kutladığımız 2012’de, şu an halen el atılmadan duran Haliç Tersanesi, İlhan Erşahin konseri için kullanıldı. Dünyada her şeyde olduğu gibi cazın da müziğin de, tanımı da, içi de dışı da, kabuğu da değişime uğruyor. Bizim zamanımızda oturup bebop dinlememizle şimdiki genç kuşağın bebop dinleyip algılaması arasında çok fark var. Onlar bebop dinlerken birisi üstüne iki dakka skeç çaksın, bir diğeri üzerine biraz rap yapsın, arkada da DJ olsun, diyorlar. Caz bu değişiklikleri kaldırıyor; caza bunları yedirebiliyorsunuz. Bu nedenle caz için en demokratik müzik denir biraz da... Jam session’a açık olması sebebiyle, keza...”
Benjamin Clementine
Fotoğraf: Craig McDean
İlk festivalde gelen gruplara mihmandarlık yapan gençlerden olan Harun İzer, bugün Caz Festivali Direktörü. “Bizim zamana bakacak olursak, gelenler gelmişti zaten, bizim ancak festival ruhu oluşturmak adına üstüne katabilecek bir çabamız olabildi” diyor: “Bu kendini biraz mekanlarda, biraz içerikte gösteriyor. Bunun en sembolik hikayelerinden biri, yanıp viraneye dönmüş Şan Tiyatrosu’nu toparlayarak kullanmamız belki; 2007’de Antony and the Johnsons ile ön grup olarak Jose Gonzalez konserini orada yaptık. Festival sanatçılarıyla zaten güçlü, ama bir yerden sonra Herbie Hancock’ı ilk kez getiriyoruz denecek bir durum kalmıyor. Ya da ne bileyim, Marcus Miller tekrar tekrar geliyor, o zaman işin ruhunu zenginleştirmek için ne yapabiliriz diye bakmamız gerekiyor. Bu sadece bize özel bir durum değil. 90’lardan sonra bütün dünyada festivallerin sayısı arttı, kaliteli konser salonu sayısı arttı; sanatçıların konser sayısı, turneleri arttı...”
İşin bir de küratörlük pozisyonu var tabii... O sırada askerde olduğu için katılamadığı ama hazırlığını uzaktan da olsa bire bir takip ettiği Kings of Convenience konserini gülerek hatırlıyor: “Biz çok seviyoruz ama dinleyen var mıdır, insanlar bilir mi bu grubu diye düşünürken, konser bir anda şehir efsanesi oldu; kapıların yıkıldığı, biletlerin bir anda tükendiği... Meğer herkes grubu biliyormuş ama kimse bir diğerinin bildiğini bilmiyormuş. Ondan sonra Yeni Ozanlar bölümünü başlattık; bizim için yeni bir açılımdı. ‘Şu sanatçıyı getirdik’ mantığından yeni bir yere geldi durum. O sanatçıyı getirdik de nerede, nasıl sunduk, bir sanatçıyı başka bir sanatçıyla bir araya getirebildik mi; ayrıca düşünce mesaisi verdiğimiz şeyler, bunlar oldu. Genç Caz bölümünde, genç, amatör sanatçılara bir platform açıyoruz. Bizim uluslararası festivalde yer alıp o tecrübeyi edinmelerini sağlıyoruz. Ustalarla Buluşmalar bölümünde Kudsi Ergüner, Taksim Trio, Mısırlı Ahmet gibi usta isimlerimizi global caz veya dünya müziği sanatçılarıyla buluşturduk. Sonra Avrupa Caz Kulübü oldu, son iki senedir de Vitrin’i yapıyoruz; Türkiye’den sanatçıların biraz daha profesyonel anlamda müzik sektöründeki uluslararası profesyonellere tanıtıldığı bir alan yaratmaya çalışıyoruz.”
Nilipek
Fotoğraf: IKSV Arşivi
Tünel Şenliği, Parklarda Caz, Gece Gezmesi... İstanbul Caz Festivali’nin yıllar içinde değişen, dönüşen, üreyen, türeyen, açıldıkça güzelleşen hâlleri... Değişmeyen tek şey değişim değil ama. Değişmeyen bazı şeyler de var: “94’te ilk toplandığımızdan beri hep Aretha Franklin’den bahsedilir” diye gülüyor Görgün Taner. “Avrupa turnesi olacak mı olmayacak mı, diye konuşulur; çünkü Aretha uçağa binmiyor. Yine Claude bir gün bir darbımesel anlatmıştı. Bir gün yine toplanmış bunu tartışırlarken, birisi transatlantik fikrini atmış ortaya. Herkes çok beğenmiş; tamam yani, denizden getirilecek Aretha. Arayıp ‘İki kişilik suit yerin hazır, sadece birkaç gün fazla ayıracaksın’ diye teklifte bulunduklarında; ‘Siz hiç Titanic diye bir şey duymadınız galiba’ şeklinde cevap gelmiş, iyi mi!..”
Harun İzer; “Şaka değil” diyor. “Yıl 2017, geçen yılki festivaller birliği toplantısında hâlâ ve yine Aretha Franklin konuşuluyordu.” Ulu Manitu, Festival’e de Aretha’ya da gani gani ömür versin, 50. yıl kutlamalarına kalmadan onu da görürüz...
İKSV tarafından 21 yıldır Garanti Bankası’nın sponsorluğunda düzenlenen İstanbul Caz Festivali’nin 25.’si bu yıl 26 Haziran - 17 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşecek. 50’nin üzerinde konsere dair detaylı bilgi için, caz.iksv.org