Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Anda kalmayı beceremiyor, sürekli bir sonraki adımı düşünüyorsanız sorun sizde değil, doğanızda olabilir. Martin Seligman’ın ortaya attığı Homo Prospectus kavramına göre insanlar için geleceğe dönük yaşamak bir seçim değil.
Arjantinli usta edebiyatçı Jorge Luis Borges’in gerçeklik ve zaman kavramlarını sorgulayan öyküsü Yolları Çatallanan Bahçe’deki şu cümleyi hep hatırlarım: “Zaman, sayısız geleceğe doğru hiç durmamacasına çatallanıyor.” Zamanla çok çetrefilli bir ilişkimiz olduğu doğru. Meditasyon, mindfulness ve anda kalmak kavramları hayatımıza giderek daha fazla dahil oldukça, bu bağ daha da karmaşık bir hale geliyor üstelik. Sizi bilmem; ama konu anda kalmaya gelince sürekli kendimden şüphe duymaktan, “acaba gerçekten anı yaşayabiliyor muyum” endişesini gittiğim yerlere beraberimde taşımaktan biraz sıkıldım. Herkes çok anın içindeymiş ama ben değilmişim, herkes çok güzel becerebiliyormuş tasasızca yaşamayı da ben bir türlü o zihin berraklığına erişemiyormuşum gibi hissetmek yıpratıcı. Kafamda yanıtlanmayı bekleyen bazı sorular var: Beni bekleyen onca farklı olasılık varken geleceğe dönük yaşamanın nesi bu kadar kötü? Ertesi günkü toplantımı düşünmeyi bırakınca, an sıkı sıkıya bana tutunacak mı yani? Sadece sürekli anda olma baskısıyla anda kalabiliyorsam ve bu esnada kendimi ziyadesiyle geriyorsam, anda kalmak mı kalmamak mı daha faydalı?
Fotoğraf: David Bellemere / Trunk Archive
Bu konuda farklı çalışmalar olsa da, son dönemde anda kalamayanları da mutlu edecek perspektifler ortaya atıldı neyse ki. “Türümüz, yani insan ırkı aslında yanlış bir isme sahip. Sapiens sözcüğü zekamızı anlatsa da bizi hayvanlardan ayıran esas beceri ileriye dönük düşünmek, geleceği planlayabilmek” diyor Homo Prospectus kitabının yazarlarından Martin Seligman: “Biz Homo Prospectus’uz. Doğası gereği ileriye dönük yaşayan insan zihni, kendinin farkında olursa zamanın tüm olasılıklarını görmeyi ve hissetmeyi becerebilir. Zihnin ve algının gücü yalnızca etrafta olanı fark etmek ve özümsemek değil, aynı zamanda var olanın üzerine bir şeyler koymaktır.” Seligman’ın şimdiki zamana övgüler yağdıran bir dünyaya hediye ettiği Homo Prospectus kavramı, kısa sürede beklenmedik bir popülarite elde etti. Anda kalamama endişesini içlerinde giderek büyüten kronik planlayıcılar yüzünden olabilir mi? Belki. Son yıllarda özellikle Amerika’da bu yeni perspektife övgüler yağdıran konferanslar düzenleniyor. Öyle ki, geçmişle ya da bugünle değil, geleceğe odaklanan Prospektif Psikoloji isimli alt alanın varlığı akademik çevrelerde giderek daha çok konuşulur vaziyette.
“Zihnin ve beynin tamamen ileriye dönük çalıştığını kabul etmek, algı, hafıza ve idrak gibi farklı zihinsel süreçlerin sınırlarının da yeniden çizilmesine yol açabilir” diyen Seligman’a göre prospektif, yani geleceğe dönük yaşayarak yalnızca kendi deneyimlerimizden değil, etrafımızdakilerin tecrübelerinden de beslenebilir; ortak geleceğimizi birbirimizle etkileşim halinde kurgulayabiliriz. Peki bunun yararı ne? Araştırmalar, kolektif ve bireysel planların stres seviyesini düşürerek mutluluğu artırdığı konusunda hemfikir. Hem bugünün ve yarının birbiriyle olan sıkı bağını şöyle bir düşününce, ileriye dönük yaşamak anın içerisinde olmaktan daha farklı değil belki de. Esas mesele, anı tamamen özümseyerek geleceğin olasılıklarını anlamak olabilir. Madem öyle, kapanışı da yine Borges’ten bir alıntıyla yapayım. “Zaman, yapıldığım maddedir. Zaman beni taşıyan bir nehirdir, ama ben nehirim; beni harap eden bir kaplandır, ama kaplan benim; beni yakıp yok eden ateştir, ama ateş benim.” Zamana, geleceğe ve anda kalamayanların şerefine!