Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Metropol
Bebek’te Bir Fin Evi
WWF Türkiye Yönetim Kurulu Üyesi Nergis Yazgan, İstanbul’un orta yerinde, avcı babasından miras ahşap bir Fin evinde doğayla iç içe bir yaşam sürüyor.
Fotoğraf:Emre Dörter
Bebek’te, tarihi İpar Korusu’na sırtını yaslamış, Boğaz’ı sinesine almış, hindi kümesleri ve köpek kulübeleriyle çevrelenmiş, bahçesi eski mahya kiremitleriyle süslenmiş, 1900’lerden kalma, üçgen çatılı ahşap bir Finlandiya evi olabileceği hiç aklınıza gelir mi? WWF Türkiye Eski Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyesi Nergis Yazgan’ın bir yaşından beri yuva bildiği eve adım attığımızda, şaşkınlığımızı uzun süre üzerimizden atamıyoruz. İstanbul’un göbeğinde, Bebek’teyiz; ama sanki şehirden çok uzaklarda, kırlarda bir yerlerde, bir masal evine adım atmış gibiyiz. Kimi eski, kimi yeni ama hemen hepsi doğal malzemelerden mobilya ve aksesuarlarla döşeli bu rengarenk evin her köşesi ayrı bir hikaye anlatıyor.
“Yalnız bir ev burası” diyor, Nergis Yazgan. “Finlandiya’dan kopmuş gelmiş, İstanbul’da tek başına kalmış... O bana bakıyor, ben de ona bakıyorum. Mutlu mesut geçinip gidiyoruz.”
Fotoğraf:Emre Dörter
Babası 1947 yılında Bebek sahilindeki arazilerinde villa tarzı ahşap bir ev yapmayı düşünürken, Finlandiya’dan İsrail’e yardım için yola çıkan ama İstanbul’da gümrüğe takılan iki ahşap Fin evini bir tesadüf eseri satın almış. Sandıklarla Bebek’e getirilen evlerin montajı tam üç ay sürmüş. Geçen yüzyıldan bugüne Yazgan Ailesi’ni ağırlayan evlerden biri yıllara yenik düşerek yerini bir apartmana bırakmış. Nergis Yazgan’ın oturduğu ev ise titizlikle yapılan tadilat ve değişikliklerle, sahibinin deyişiyle, ömrüne bir yüzyıl daha katmış.
“Evi kurtardık ama çevresini kaybettik maalesef” diyor, Yazgan. Bugün Bebek Parkı olarak bildiğimiz alanın bir zamanlar evlerinin bahçesine dahil olduğunu, ablasıyla birlikte sahilden tepedeki İpar Korusu’na kadar masmavi ve yemyeşil bir doğanın ortasında büyüdüklerini anlatıyor. Her gün koruda hayvanlarla oynar, sahilden denize girerlermiş. Ancak Menderes döneminde Boğaz Yolu’nun yapılmasıyla arazilerinin büyük bölümünü kaybetmişler. O henüz 10 yaşındayken vefat eden annesi için her gün ağaçlarının altına saklanıp hıçkıra hıçkıra ağladığı, acısını hayvanlarla paylaştığı koruda aynı doğal hayat bugün yok belki, ama Yazgan Boğaz’da yüzmeye devam ediyor. Kara kış kapıyı çalana kadar her sabah Bebek Parkı’nın önünden denize giriyor, öğleden sonraları ise bugün Ahmet Nazif Zorlu’ya ait olan koruda köpekleriyle yürüyüş yapıyor.
Nergis Yazgan’ın hayat hikayesi en az yaşadığı ev kadar ilginç. Birleşmiş Milletler Çevre Ödülü sahibi ve WWF International Onur Üyesi olan bu değerli doğa korumacının babası, Türkiye’nin önde gelen avcılarından biriymiş. Yanlış duymadınız. 104 yaşında hayatını kaybeden Şadi Yazgan, ileri yaşlarına kadar sadece Türkiye’de değil, Avrupa ve Afrika’da da avlanmış, sayısız kuş, geyik, ördek öldürmüş, fil vurmuş tutkulu bir avcı. 20’li yaşlarından itibaren ömrünü babasına inat doğayı ve hayvanları korumaya adayan küçük kızı Nergis ise ilkgençlik yıllarında babasıyla avar çıkar, ona yardım edermiş. Tüfeklerini temizler, vurduğu avları taşır, yaraladığı hayvanlara bakarmış. Ta ki Belgrad Ormanı’nda bir güvercin vurduğu güne kadar... 2011 yılında kaleme aldığı “Avcı Babam ve Ben” adlı hatıratlarında, bu olaydan hayatının dönüm noktası olarak bahsediyor: “Koşarak kuşa doğru gittim, elime aldım; karnının alt tarafı paramparçaydı, ölmek üzereydi ve sanki ‘Bunu niye yaptın’ der gibi, büyük bir korku içinde bana bakıyordu. O an kendimden nefret ettim, babamdan ve avcılıktan da...”
Fotoğraf:Emre Dörter
1. Fransa'dan alınan Expedition D'Orient adlı porselen tabak koleksiyonu , Doğu'yu anlatan resimlerle süslü
2. Yazgan'ın süpürge koleksiyonu evin girişini süslüyor
3. Antika ve eski eşyalarla döşeli evdeki tek modern ve minimal mekan olan mutfakta eski bir marangoz masası camın önünde tezgah olarak kullanılmış; ortadaki ada tezgah yine bir marangoz ustasının elinden çıkma
Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde okuyan, Paris’te gazetecilik eğitimi alan, uzun yıllar Milliyet gazetesi ve Eczacıbaşı Holding’de çalışan Nergis Yazgan, patronu Nejat Eczacıbaşı’yı kurucusu olmaya ikna ettiği WWF Türkiye’de görev yaparak belki de babasının doğadan aldıklarını doğaya geri vermek üzere uzun, meşakkatli bir yolculuğa çıkmış. Doğaya ve doğanın korunmasına duyduğu aşk yüzünden profesyonel iş hayatını bırakmış, üç evlilik sonlandırmış. Bir yandan tek çocuğu olan Ayşe’yi büyütmeye çalışırken diğer yandan WWF Türkiye’de başladığı çevrecilik kariyerine Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nda devam etmiş. Caretta caretta’ların yaşam alanlarına kavuşturulması gurur duyduğu projelerinin başında geliyor. Silifke’deki Göksu Deltası’nın kurtarılması da öyle. Doğal ormanların, sulak alanların korunması, hayvan türlerinin devamının sağlanması, milli parkların oluşturulması bugün hâlâ emek verdiği işlerin arasında yer alıyor.
O bunları yaparken avcı babasıyla nasıl bir ilişkileri olduğunu merak ediyoruz. 80’li yaşlarına kadar avlanmaya devam eden, bu uğurda en cazip iş tekliflerini bile reddeden babasıyla önceleri ciddi çatışmalar yaşamış. “Hayatın boyunca itle otla uğraştın durdun” diyen baba Yazgan, zamanla ördeklerin, kazların, turnaların nasıl yok olduğunu, hayvanların yaşam alanlarından nasıl mahrum kaldığını görünce kızını anlamış. Vefatından önce çok sevdiği kızına, “Sen haklıydın, ben yanlış yaptım” diyen Şadi Yazgan, aramızdan ayrılırken dünyaya çok değerli bir doğa korumacı evlat bırakarak belki de bir anlamda yaptığı yanlışları temize çekmiş.
Nergis Yazgan, doğaya duyduğu aşkı Bebek’teki evinde yaşamaya devam ediyor. En büyük tutkusu, ağaçlar. Evinin Finlandiya çamı ve kestane ağaçlarından inşa edilmiş olması ona ayrı bir mutluluk veriyor. “Bu ağaç evde daha iyi nefes alıyor, daha güzel yaşıyorum. Tabii elim sürekli üzerinde. Ağaca bakmanız lazım. Bu yüzden evin her köşesini sürekli balmumu, beziryağı ve ketenyağıyla yağlıyorum.” Evine gösterdiği ihtimam bununla sınırlı değil. Onu yenilemeyi, süslemeyi, giydirmeyi seviyor. Son olarak, daha önce tahtalarla kaplı olan tavanı açmış, üçgen çatıyı pencerelerle kaplayarak gün ışığının içeri dolmasını sağlamış. “Tepeden gelen ışığın insanın ruhunu göklere çıkardığını düşünüyorum” diyor, gözleri parlayarak... Tavanın açılmasıyla aydınlanan evde bazı odaları iptal ederek yaşam alanını genişlettiğini anlatıyor. 100 metrekareden ibaret evinde şu an iki yatak odası ve L şeklinde geniş bir salon var. Sadece mutfağı modern çizgilerle dekore etmiş Yazgan; diğer alanlarda çoğunlukla ya ailesinden kalan ya da eskicilerden topladığı eşyaları değerlendirmiş. “Ben conservation’a, yani korumacılığa hayatımı adadım. Bu yaklaşımımı her alanda sürdürüyorum. Eski bir masayı alıyor, zımparalayıp yenileyerek kullanıyorum. 15 yıldır tahta tornacılığıyla uğraşıyorum. Kendime bahçede bir atölye yaptım. Burada ölmüş, kurtlanmış, yıldırım çarpmış, sele kapılmış ağaç kütüklerinden eşyalar yapıyorum. Ağaçlara yeni bir hayat veriyorum. 2007’de Ağaç Tornamdan adlı bir sergi düzenledim ve gelirini WWF Türkiye’ye bağışladım. Yakın gelecekte yeni bir sergi yapmayı planlıyorum.”
Fotoğraf:Emre Dörter
1.TV odasına yerleştirilen Zimmerman piyano, Nergis Yazgan'ın müzik prodüksiyonuyla uğraşan kızı Ayşe'ye ait
Babasının tüfek dolabını yemek odasından değerlendiren, Osmanlı otağlarının duvarlarını süsleyen eski kumaşları perde olarak kullanan, çöpte bulduğu eski bir Dağıstan kaitag dokumasını masa örtüsü haline getiren Yazgan, “Basit yaşamalıyız” diyor. “İnsanoğlu hayatı kendine zorlaştırıyor. Her şeye sahip olmak istiyor ama hiçbir şeyle tatmin olmuyor. Oysa sade ve basit yaşamak erdemdir. Temiz havamız olsun, toprağa basalım, üç parça giysimiz olsun ama giyeceğimiz şeyler olsun, yeter.”
WWF Türkiye Yönetim Kurulu Üyesi olarak doğa koruma çalışmalarına devam eden Yazgan, turnaların neslinin korunmasına yönelik global bir proje yürütüyor, Türkiye’de çevreciliğin başlangıcı olarak gördüğü Doğal Hayatı Koruma Derneği’nin hikayesini kitaplaştırmayı planlıyor. İstanbul onun için yuva demek. Bu yüzden baba yadigarı bu Fin evinden kopmayı düşünmüyor. Ama bir taraftan da gönlü “basit ve sade” hayatına bir gün Anadolu’da bir köy evinde devam etmekten yana.