Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Hikâye yazarı ve senarist kimliğiyle tanıdığımız Özlem Çadırcı’dan, yaşamın sert yüzüne, aşkın farklı hallerine, ölümle yaşam arasındaki ince çizgi ile onarılmaz aile sırlarına açılan bir pencereden ulaşıp okuru sarmalayan ilk kitabı Birtakım Fısıltılar’ı dinliyoruz.
Tara Kitap
Hikâye yazarı ve senarist kimliğiyle tanıdığımız Özlem Çadırcı, yaşamın sert yüzüne, aşkın farklı hallerine, ölümle yaşam arasındaki ince çizgi ile onarılmaz aile sırlarına açılan bir pencereden ulaşıp okuru sarmalayan ilk kitabı Birtakım Fısıltılar ile karşımızda bu kez. Tara Kitap etiketiyle yayımlanan Birtakım Fısıltılar’da tanışacağınız karakterler, tüm bu soruların cevaplarını Özdemir Asaf’ın Çağrışımlar şiirinden alınan ilhamla yazıldı.
Birtakım Fısıltılar'ı Özlem Çadırcı’dan dinliyoruz.
“Çok da sıra dışı ve renkli bir hikâyem yok aslında.” diyerek söze başlıyor Özlem Çadırcı kendisini anlatmasını istediğimizde. 18 yaşına kadar Zonguldak’ta yaşayan Çadırcı, büyüdüğü bu küçük şehirde arkadaşlık, dostluk, komşuluk kavramlarının gerçekten çok anlamlı ve değerli olduğu söylüyor. Şimdi çok uzak gelen birçok ‘klasiği’ de tatmış çocukken.
“Sokak aralarında, evin bahçesinde koşturan kimi zaman evcilik oynayan, çoğu zaman türlü yaramazlıklar yapan, burun deliklerime taş sokup annemi dehşete düşürecek kadar muzurluk kovalayan bir çocuktum.” diyerek anlatıyor o günleri.
Çadırcı’nın yazmakla, okumakla ve sözcüklerle yakınlığı da çocukluğuna uzanıyor. Elbette bu durumda anne ve babasının payı büyük. Farklı türlerde eserlerin bulunduğu, geniş kütüphanesi olan bir evde, fazlaca kitap okuyan bir anne-baba tarafından yetiştirildiğini söyleyen Çadırcı, “Kardeşimle benim kitap okuma alışkanlığımızın temeli, gözünde kemik gözlükleri, yüzünde çoğu zaman ciddi bir ifadeyle koltuğunda oturmuş kitap okurken hatırladığım babam tarafından atıldı.” diyor.
15 yaşında babasını kaybetmesiyle, “çocuk aklıyla” hayatı sorgulamaya başladığını söyleyen yazar, bu gereğinden erken başlayan bu sorgulama halinin kendisini biraz daha çabuk büyüttüğünü düşünüyor. Düzenli günlük tutma alışkanlığı da tam bu dönemlerde başlıyor. “Bilmeden keşfettiğim, bir nevi acıyla baş etme şekliydi yazmak belki de, kim bilir…” diyerek açıklıyor bu durumu da.
Çalışma hayatına erken yaşta atıldığını söyleyen Çadırcı, ulusal ve uluslararası markaların pazarlama ve iletişim departmanlarında farklı pozisyonlarda yirmi beş yıl çalıştıktan ve bu döneme hayalini kurduğu kurduğum restoran açma serüvenini de araya sıkıştırdıktan sonra 2018’ de kurumsal hayata “kocaman bir nokta koyma" cesaretini göstermiş.
Bu cesur kararın ardından uzun süredir devam eden yazma serüvenini bir meslek olarak yürütmeye karar vermiş. “Sevgili arkadaşım Melis Civelek’in verdiği destek ve yönlendirmeyle senaristlik kariyerine ilk adımımı attım.” diyen Çadırcı’nun, Bir Umut Yeter, Sol Yanım ve Şeref Bey dizilerinin hikâyesi ve senaryosunda imzası bulunuyor.
Gelelim Birtakım Fısıltılar’a. 10 öyküden oluşan kitabın sayfalarında tanışacağınız karakterler tüm bu soruların cevaplarını Özdemir Asaf’ın Çağrışımlar şiirinden alınan ilhamla yazıldı.
Birtakım Fısıltılar’ın temelinin 2015 yılına kadar uzandığını söyleyen Çadırcı, “2014, 2015 yıllarında Boğaziçi Üniversitesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi’nde Prof. Dr. Murat Gülsoy’dan aldığım Yaratıcı Yazarlık Eğitimi sayesinde bugün sizinle bu söyleşiyi yapabiliyorum.” diyor. Bu eğitimler ona yazmanın bir matematiği olduğunu öğretmenin yanı sıra nitelikli okumanın anlamını da keşfettirmiş. Kitapta yer alan dört öykünün de bahsettiği bu derslerde verilen ödevlerin bir çıktısı olduğunu söylüyor.
Bu on öyküyü yazma sürecini ve bu yolculuğu ise şöyle anlatıyor yazar:
“Şiir ile öykü türünü harmanlayarak bir şeyler ortaya çıkartma düşüncesi ise öyle planlı programlı, belli bir kurgu dahilinde iki farklı türü öpüştürebilir miyim kaygısıyla ortaya çıkmadı. Kütüphanemi düzeltirken Özdemir Asaf’ın sayfaları artık sararmaya yüz tutmuş Yalnızlık Paylaşılmaz kitabını açıp karıştırmam, ezelden beri çok sevdiğim Çağrışımlar şiiriyle yıllar sonra tekrar karşılaşmam ve şiirin anlamı üstüne kafa patlatırken,
'Hep mi hep ölecekmiş gibi
Hiç mi hiç ölmeyecekmiş gibi
Yaşadınız mı...'
mısrasından ilham alarak bir öykü yazarken kendimi bulmamla devam eden bir süreçti. Sonrası da iplik söküğü gibi gelişti.”
Hepimizi etkileyen, hayatlarımızı değiştiren pandemi günlerinde üretmeye devam ettiğini söyleyen Çadırcı, yazarak kendini korumaya çalıştığını “Pandeminin ilk patlak verdiği, dehşet saçan haberlerin kalbimizi kararttığı günlerdi ve ben bir nevi terapi gibi Çağrışımlar şiirinin çağrıştırdığı öyküleri yazarak gündemin ağırlığından bir nebze de olsa kendimi korumaya çalışıyordum.” diyerek anlatıyor.
Ulusal televizyon kanalları ile dijital platformlarda yayınlanan projelerin hikâye yazarlığı ile senaristliğini üstlenen Çadırcı artık bir öykü kitabıyla karşımızda. Hal böyle olunca yazmak sizin için ne anlama geliyor diye soruyoruz kendisine. Yazmanın bir meydan okuma hali ya da üretimlerinin arkasında durabilme cesareti olduğunu belirten Çadırcı şöyle yanıt veriyor bu soruya:
“Yazmak öğrenilebilen bir şey aslında. Evet, bir yetenek aynı zamanda ama bir tutam yetenek, bir tık cesaret, yazının matematiğini çözmek, dilbilgisi kurallarını hatmetmiş olmak ve bolca okumak gerekiyor. Öte yandan yazmak ya beğenmezlerse, ya eleştirirlerse kaygılarına rağmen bir meydan okuma hali benim için. Ortaya koyduklarının arkasında durabilme cesareti de diyebiliriz… Kendimi bir yazar olarak görebilmek için kırk fırın ekmek yemem gerektiğini düşünüyorum. Birtakım Fısıltılar’ın devamında kafamda planladığım yeni kitap projelerimi hayata geçirip, basılmaya değer görülecek eserler ortaya çıkartıp, okurun beğenisini sağladığımda, yazma işini sürdürülebilir bir noktaya taşıdığımda, kendime “evet ben bir yazarım” diyebilirim! Henüz kalfalık yolunda ilerleyen bir çırak adayıyım sadece.”
Çadırcı, “Derin felsefesi olan, büyük mesajlar verip bilgimle okuru sarhoş edeceğim bir kitap yazmadım. Kendi halinde bir grup insanın sıradan hikayelerini anlatmaya çalıştım sadece. Çok farklı geçmişlerden gelen, değişik yaş gruplarındaki karakterlerimin aslında çok benzer kaygılar yüzünden çektikleri patinajları, zorluklarla baş etme savaşlarını, var olma ya da vazgeçme reflekslerini, fazla uzatıp sıkmadan anlatmaya gayret ettim." diyerek anlatıyor Birtakım Fısıltılar’ı.
Bir yazar, okur kitaplara ulaştıktan sonra eserin sahibi olmaktan çıkar, o ürün artık okurun, izleyicinin, dinleyicinindir derler. Yazar, Birtakım Fısıltılar’ı okuduktan sonra okurlar neler hissetsin, neler düşünsün istersiniz sorusuna da kendisini sözcüklerle buluşturan çocukluk günlerine dönerek yanıt veriyor:
“Çocukluğumda ufak poşetlerde satılan çok keskin olmayan nane şekerleri vardı. Ağzınıza atarsınız, şahane bir ferahlama hissi ile karışık dilinizi ufaktan yakar, siz sıkılıp atmadan da tam zamanında bitiverir. Okur, Birtakım Fısıltılar’ı tam da bu hisle sıkılmadan okuduysa amacıma ulaşmışım demektir.”