Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Evet doğru duydunuz. Söylediğiniz ya da söylemediğiniz ‘o şey’ yüzünden itibarınızı yitirdiniz, dışlandınız, linçlendiniz, artık siz yoksunuz! Madalyonun öteki ucunda ise toplumun üyeleri olarak yine siz, biz, hepimiz yer alıyoruz. Sosyal medyada yaptığımız yıkıcı eleştiriler, bazen istemeden de olsa her birimizi siber linç kültürünün suç ortağı haline getiriyor. Peki, zorba olmadan da eleştirmek mümkün mü?
Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini sosyal medyada linç edilmiş halde buldu. Franz Kafka hayatta olsaydı Dönüşüm kitabına bu cümlelerle başlayabilirdi. Zira bugün internet toplumu olarak tıpkı Gregor Samsa gibi “bizden olmayanlar”ı bilinçli ya da bilinçsiz şekilde toplumdan sürgün etmeye çalışıyoruz. Kişilerin, markaların ve şirketlerin yaptıkları ya da söyledikleri sakıncalı bir şey yüzünden sosyal medyada itibarsızlaştırılması, internet jargonunda cancel culture olarak geçiyor. Yazının kalanında “bitirme kültürü” olarak bahsedeceğim bu tabir, tam olarak aynı anlama gelmese de linç kültürü, online ayıplama, siber zorbalık gibi kavramlarla yan yana duruyor. Medya teorisyeni, internet eleştirmeni ve Türkçe’ye çevrilen Sosyal Medyanın Dipsiz Kuyusu kitabının yazarı Geert Lovink, Vogue Türkiye’ye verdiği röportajda bitirme kültüründen şöyle bahsediyor: “Birini ‘bitirdiğimizde’ takibi bırakır; ona dair tüm verileri ortadan kaldırır veya sileriz. Şaşırtıcı derecede olumsuz ve yıkıcı olarak algılanan bu eylem, ‘hayır’ kelimesinin veya ‘teşekkürler, artık senden hoşlanmıyorum, hayatımdan çık’ mesajının sembolik bir ifadesidir. Bitirme kültürü, değişimi arzuladığımızın örtük bir işareti; gemiyi terk ettiğimizi ve bir bağlantıyı iptal ettiğimizi gösteren bir jesttir aslında.”
Bir boykot türü olan cancelling tabirinin yaygınlaşması, 2017’de başlayan, haklı bir amaçla gelişen ve yankıları hâlâ süren #MeToo hareketine dayanıyor. Milyonlarca kadının cinsel istismar hikayelerini paylaşmasına imkan tanıyan bu akımın sonucu olarak başta Harvey Weinstein olmak üzere, Bill Cosby ve R. Kelly gibi ünlü isimler de işledikleri suçlar üzerinden tüm dünyada ifşa edilmiş, kamuoyunda “bitirilmişlerdi”. Bugün geldiğimiz nokta ise biraz farklı. Özellikle pandemi sürecinde internette daha fazla zaman geçirdiğimiz için sosyal medya persona’larımız artık hiç olmadığı kadar önemli. Öyle ki, fiziksel dünyadaki eksikliğimizi sanal dünyada var olarak telafi etmeye çalışır gibi her konu hakkında tweet atıyor, birinin yüzüne karşı söylemediklerimizi klavyeler aracılığıyla binlerce kişinin önünde rahatça dile getirebiliyoruz. Amaç bazen kanun önünde suç sayılabilecek bir hareketi afişe etmek, bazense toplumsal ahlaka ters düşen bir duruma karşı bireysel tavır alarak kalabalıklardan destek beklemek oluyor. Bitirme kültürünün hedefleri farklılık gösterse de hepsinin ortak paydası oldukça net: Birini ya da bir kurumu toplum önünde infaz etmek.
Geert Lovink’e göre influencer’lar gibi etkili arabulucular tarafından bireyleri aşağılamak amacıyla başlatılan “public shaming” (kamusal utandırma) asla spontane gelişmiyor ve ancak var olan yerleşik değerlere meydan okuduğunda “viral” mertebeye ulaşıyor. Lovink, online utandırmanın son zamanlarda artmasını ise, yetkili şirket, kurum veya tüketicilerin aksiyon almadaki tereddüt ve yetersizliğine bağlıyor: “Plak veya film şirketleri anlaşmalı olduğu sanatçıyla çalışmamaya karar verebilir, tüketiciler bazı ürünleri boykot edebilir, politikacılar seçimlerde oy kaybedebilir ve en önemlisi, araştırmacı gazetecilik, yasa değişikliğine yol açabilir. Sorun şu ki, bu bahsettiklerim nadiren gerçekleşiyor. Bu da kamuda kızgınlık ve öfkeyle sonuçlanıyor. Resmi kanallar üzerinden cezalandırılmayan skandallar, kamunun ipleri ele almasıyla artış gösteren online utandırmanın başlıca nedeni.”
#MeToo örneğinde gördüğümüz üzere bitirme kültürünün özellikle dezavantajlı gruplara faydası olsa da bugün bu kültür yapıcı sonuçlar doğuramayacak bir noktaya varmış durumda. Zira bitirme kültürüne gelen eleştirilerin çoğu, onun yargısız infaza yol açması etrafında toplanıyor. Örneğin; birinin beş yıl önce attığı cinsiyetçi ya da ırkçı bir tweet üzerinden onu bitirmeye çalışmak, ne kadar doğru? Herkes ikinci şansı hak etmez mi? Evrimin insan doğasında var olduğunu, hatalarımızdan zaman içinde ders çıkararak olumlu yönde değişebileceğimizi bilmemize rağmen, geçmişte ve hatta on yıllar önce yapılan yanlışlar üzerinden insanlara hüküm giydirmeye neden bu kadar hevesliyiz? Bu eğilim öyle bir reflekse dönüştü ki birinin sadece bizimle aynı hayat görüşüne sahip olmaması bile onu “bitirilmeye” açık hale getiriyor. Eski ABD başkanı Barack Obama, Ekim 2019’da katıldığı bir zirvede, bitirme kültürü deyimini kullanmasa da sosyal medyada popülerleşen karalama eylemini eleştirmişti; “İyi şeyler yapan insanların kusurları da olabilir. Kavga ettiğiniz insanlar, çocuklarını sevebilir ve sizinle ortak noktaları olabilir.”
Bitirme kültürüne dair bir diğer eleştiriyse, değişim için kayda değer bir adım atmak yerine yalnızca sosyal medyada eleştiriler savurarak “işin kolayına kaçma” eğilimi. Eğer ortada çelişkili bir durum söz konusuysa mevzunun derinine inmekten ziyade kulaktan dolma bilgilerle galeyana gelebiliyoruz ve acilen bir taraf tutma zorunluluğu hissederek sosyal medyada nefret dolu söylemlerde bulunabiliyoruz. Çeşitlilik ve kapsayıcılık konularında şirketlere danışmanlık veren Aaron Rose, Vox adlı araştırmacı medya kuruluşuna verdiği röportajda “Başlıca bir akım haline gelen internet aktivizminin çoğu dalaşmaktan, suçlamaktan ve utandırmaktan ibaret” diyor ve ekliyor; “Kendimize dürüst olmalıyız. İnternette birine dalaşmak ya da birini bitirmeye çalışmak, bize kısa vadeli katartik bir rahatlamadan fazlasını katıyor mu sahiden?”
w4567890*New York City merkezli Harper’s Magazine, geçtiğimiz aylarda “Adalet ve şeffaf tartışma üzerine bir mektup” başlığıyla bitirme kültürünü tamamen ortadan kaldırmaya çağrı yapan bir açık mektup yayınladı. Bitirme kültürünü “kamuoyunda utanç ve dışlamaya, karmaşık politik sorunları ise kör edici bir ahlaki keskinlik içinde çözme eğilimine” sebep olduğu gerekçeleriyle kınayan mektup, bu akımın karşıt görüşlere tahammülsüzlük yarattığını da ifade etti. Mektubu imzalayan 100’ü aşkın akademisyen ve yazarın arasında J.K. Rowling ve Noam Chomsky gibi bitirme kültüründen başı yananlar da var. Bu isimler bitirme kültürünü bitirmeye çalıştıkları için yeniden eleştiri yağmuruna tutuladursun, meselenin özü bilinçli ve yapıcı hareket etmekten geçiyor. Bazen sosyal medyada bir konuyu eleştirirken farkında olmadan bitirme kültürüne katkıda bulunuyoruz. Rahatsızlık duyduğumuz bir konuda gerçekten harekete geçip elimizi taşın altına koymak yerine yalnızca eleştirmiş olmak için eleştiriyoruz. Bu yüzden bir söylemde bulunmadan önce niyetimizi iyice gözden geçirmekte, bu konuda olumlu sonuçlar doğurmak için ne yapılabilir diye düşünmekte fayda var. Akademisyen, feminist ve aktivist Loretta Ross’un The New York Times’da yayınlanan görüş yazısında dediği gibi; “Bu kültürü değiştirmek elimizde. İnsanları bir harekete dahil olmaya sevk etmek, dalaşmanın sevgiyle yapılan halidir”.