Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Reality şovlardan anlık paylaşımlar yaptığımız Instagram Hikayelerine ve Twitch canlı yayınlarına, görme ve görülme kültürü son on yılda yaşadığımız dönemi tanımlayan önemli bir kavram haline geldi. AirTag gibi konum izleyici teknolojik buluşların yaygınlaşması ise röntgencilikte yeni bir eşik atlamamıza sebep oluyor diyebilir miyiz?
İçinde yaşadığımız çağı tanımlarken anımsamayı ve referans vermeyi pek sevdiğim bir hikaye vardır: Mercia Kontesi Lady Godiva’nın ve Coventry halkına mensup Thomas’ın hikayesi. Merhametli Lady Godiva, kont eşinin halka uyguladığı ağır vergiler nedeniyle rahatsızlığını dile getirdikten sonra eşini vergileri indirmesi için ikna etmeye çalışır. Mercia Kontu, bunu tek bir şartla yapabileceğini belirtir. Lady Godiva’nın kabul etmeyeceğini düşünerek ona eğer sadece uzun saçlarıyla örtünerek at üzerinde Coventry sokaklarından geçerse vergilerde indirim yapacağını söyler. Aristokrasiden beklediğimizin aksine Lady Godiva, kibirden uzak ve son derece şefkatli biridir. Teklifi kabul eder ve durumu öğrenen Coventry halkının leydilerine bir saygı göstergesi olarak perdelerini sıkı sıkıya kapatıp sokağa çıkmadığı bir günde sanat eserlerine konu olan o ünlü geçişini yapar. Nihayetinde kont, söz verdiği gibi vergilerde indirime gider. İngiliz ressam John Collier’in Lady Godiva isimli 1897 tarihli yağlıboya tablosu, leydinin at üzerindeki zarif ancak kararlı vücudunu, uzun ipeksi saçlarını ve görkemli atını resmeder. Lady Godiva’ya bakmamak için kendinizi zorlasanız da gözlerinizi bu kırılgan ve kararlı güzellikten ayırmakta zorlanırsınız ki 13. yüzyılda ve Coventry’de olmadığınız için bunu yapmanıza pek de gerek yoktur. Ancak Thomas, leydinin ünlü geçişi sırasında merakına ve bir kadını gözetleme sapkınlığına engel olamamış ve Lady Godiva’yı dikizlemiştir. İngilizcede röntgenci anlamında kullanılan “Peeping Tom” buradan gelir ve Pelin Batu’nun bu hikayeyi de okuduğum 2013 tarihli köşe yazısından öğrendiğimize göre “Tom’u katranla kaplayıp gözlerini oyduktan sonra sürgün ederler”. Lady Godiva’nın merhameti ve Tom’un ahlaksızlığını düşünürken aklıma bu sefer çağdaş sanatçı Halil Altındere’nin Mobese (2011) isimli işi geliyor. Uzunca bir direğin ucunda dört bir yana yönelmiş altın sarısı renginde parlak metal Mobese kameralarından oluşur bu iş ve röntgenci Tom’dan yaşadığımız kentlerin tasarımına, günümüzün değişen ahlaki normlarını ve çelişkilerini düşünmeden edemezsiniz.
Bu çelişki, dikizleme kültürüne işaret eder. Dikizleme kültürünün geçmişten beri süregelen magazin programları, reality şovlarla bize hiçbir zaman yabancı olmasa da sosyal medya mecralarının yaygınlaşmasıyla zirve yaptığı çıkarımını yapmak için ünlü bir düşünür olmanıza gerek yok. Üstelik bir zamanlar olduğu gibi sadece ünlüleri merak etmiyoruz, “birbirimizi” de merak ediyoruz. Sosyal çevremizdeki insanların ve onların çevresindekilerin hayatlarını müthiş bir şekilde merak ediyoruz. Bir cumartesi gecesi evde oturmaya karar verdikten sonra dışarıda neler kaçırdığımızı merak ediyoruz ve Instagram Hikayeleri’ni seri bir şekilde kaydırarak kimin, nerede, kiminle ne yaptığını adeta dikizliyoruz. “İnternetin sağladığı yeni olanaklar, hayatımızı kamuya açmak için yeni fikirler de sunuyor ve böylece hep biraz daha fazla görmeye ve görünmeye yani dikizlemeye çalışıyoruz” diyor yazar ve kültür eleştirmeni Hal Niedzviecki, Dikizleme Günlüğü isimli kitabında. Ve ekliyor: “Dikizlemek, herkes hakkında her şeyi bilme ve öğrenme arzusudur. Bu arzuyu tatmin karşılığında, herkesin sizin hakkınızdaki her şeyi öğrenmesine de izin vermiş olursunuz. Diğer tüm özellikleri bir yana bıraksak bile, dikizlemenin bağımlılık yaptığı gerçeğini görmezden gelemeyiz.”
Niedzviecki’nin -kesinlikle okumanızı önerdiğim- kitabındaki dikizlemenin dayanılmaz cazibesi ve ona olan bağımlılığımız meselesi, günümüzdeki konum izleyici teknolojik buluşlarla bambaşka bir boyut kazanıyor. Kablosuz bağlantı üzerinden eşyaların takip edilmesini sağlayan AirTag vb cihazlardan bahsediyorum. Apple, 2021 yılında, sadece 29 dolar etiket fiyatıyla bu cihazları piyasaya sürdüğünde konum takip cihazlarının çocuklar ve evcil hayvanlar için değil, yalnızca cansız nesneler için kullanılabileceğini belirtse de -neredeyse- yaygın kullanım amacı bunun ötesine geçmiş durumda. Gazeteci Kashmir Hill, The New York Times’daki yazısında üç farklı markaya ait yedi adet cihazla kocasını nasıl takip ettiğini ve kullanıcı deneyimlerini yazıyor. Muhabir Heather Kelly ise The Washington Post’taki detaylı haberinde ailelerin çocuklarını nasıl izlediğini inceliyor. Bizim arkamızdan bir iş çevirip çevirmediğini merak ettiğimiz için kocamızı takip ederken çeşitli güvenlik endişeleri nedeniyle çocuklarımızı da takip etmeyi tercih edebiliyoruz. Bu ikincisi, 21. yüzyılda bir ebeveyn olarak çocuk büyütmenin ağır endişe verici haletiruhiyesi altında son derece kanıksayacağımız bir şey olabilir (mi?). Kelly’nin The Washington Post’taki haberinde Boston College'da psikoloji ve sinirbilim alanında çocuk oyunları üzerine araştırma profesörü olan Peter Gray, “Son kırk ya da elli yılda çocukların kendi başlarına bir şeyler yapma özgürlüklerinde büyük bir düşüş oldu” diyor. “Okula tek başına yürümek, yanında bir yetişkin olmadan toplu taşımaya binmek, hatta yarı zamanlı bir işte çalışmak veya yetişkinler tarafından sürekli izlenmeden parkta oynamak gibi şeyler yapmak.” Yine Gray, çok fazla kontrol ve izlemenin sonucu olarak kaygı ve depresyonla mücadele eden ve onlarla baş etmekte zorlanan çocukların ortaya çıktığını söylüyor.
Takip etmeyi ve edilmeyi bu kadar kanıksadığımız bir çağda mahremiyet kavramının anlamı üzerine düşünüyorum. Aklıma sosyal medya jargonunun bize kazandırdığı yeni bir kavram geliyor: Priv hesap. İngilizce “özel, gizli” anlamına gelen “private” kelimesinden gelen bu kavram, Z kuşağının daha “kişisel” paylaşımlarını yaptığı ve sadece sosyal çevresini takip edip sayıca oldukça düşük olan bu çevre tarafından takip edildiği “gizlilik ayarı açık” Instagram hesaplarını tanımlamak için kullanılıyor. Her anını sürekli paylaşan Y kuşağının yarattığı etkiye doğal bir tepki diyebiliriz sanırım. Şimdilik gizlilik ayarı açık ikinci bir hesap açmak gibi bir niyetim yok, ancak 2-3 günlük bir dijital detoksun fena olmayacağını ve evde takıldığım bir cumartesi gecesi Peggy Gou konserine kimin gidip gitmediğini görmek için Instagram Hikayeler barını sürekli yenileme dürtüme engel olmam gerektiğini düşünüyorum.
Hal Niedzviecki’nin dediği gibi, “Sonuçta hepimiz ‘dikizleme kültürü’nün bir parçasıyız. Dahası, o kültür biraz da bizim katkımızla bu kadar hızlı gelişiyor; çünkü hepimiz kendimizi ve komşularımızı gözetlemeyi sever olduk.” Eh, günümüzde dikize aldığımız çevrenin sadece komşularımızdan ibaret olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.