Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Başlığımız Kazuo Ishiguro’nun kitabından… Zira moda endüstrisi de, şehirler de değişiyor ama onun giydikleri, yaptıkları gözümüzde eskimiyor. O sadece bir stil ikonu değil, moda ve dergicilik dediğimizde duayen sıfatının hakkını ziyadesiyle veren, hem kariyeri hem de markası Fey ile gerçek bir ilham kaynağı.
Başlığımız Kazuo Ishiguro’nun kitabından… Zira moda endüstrisi de, şehirler de değişiyor ama onun giydikleri, yaptıkları gözümüzde eskimiyor. O sadece bir stil ikonu değil, moda ve dergicilik dediğimizde duayen sıfatının hakkını ziyadesiyle veren, hem kariyeri hem de markası Fey ile gerçek bir ilham kaynağı.
Moda editörlüğü titrini Türkiye’ye taşıyan ilk isim Fatoş Yalın. Otuz yılı aşkın süredir imzasını attığı işlerle, vizyonuyla ve kişisel stiliyle duayen dediğimizde akla gelen ilk isimlerden. Gösterişten uzak duruşu rafine stilini daha da kıymetli kılıyor, sezondan sezona gelip geçici akımlara teslim olmak yerine zamansız kalitenin peşinden koşuyor. Sadece giydikleriyle de değil… Markası Fey’in çatısı altında hem kendi imzasını taşıyan parçaları, hem farklı lokasyonlardan titizlikle topladığı tasarımları meraklılarıyla buluşturuyor. İstanbul temalı bu sayımızda, moda, stil ve İstanbul’u buluşturan isim Fatoş Yalın’la bu şehri, bireysel gustosunu, günümüz modasına bakışını ve genişlettiği mağazasıyla Fey’in çizgisine dair her şeyi konuştuk.
“İstanbul kadını” dendiğinde zihninizde nasıl bir kadın canlanıyor? Bu kadın nasıl biri, neler giyer, nerelere gider, nelerden hoşlanır? Bu kadını bize tarif edebilir misiniz?
İstanbul son derece kendine has ve büyülü bir şehir! Hakkında sonsuz hayaller kurulabilir. Tarih boyunca çeşitli kültürlerin hedefinde olmuş, sürekli değişmiş, el değiştirmiş, yağmalanmış, tam sahip oldum dediğinizde elinizden kaçmış… “İstanbul kadını” olmak da tam anlamıyla böyle bir şey. Köklerine bakınca cesur, neşeli, çok yönlü, “yüksek ruhlu”… Aynı kendisi gibi, bir kere gördüğünüzde bir daha unutamayacağınız bir kadındır. Neler giydiğinden çok giydiklerini nasıl taşıdığı önemlidir; tıpkı yaşadığı sokaklar gibi, tıpkı Boğaz’ın her gün değişen renkleri gibi… En çok da şehrin herhangi bir köşesinden gelen ıhlamur kokuları eşliğinde mehtabı seyretmekten hoşlanır. Galiba artık ben dâhil tüm İstanbul kadınları, birlikte gülebildiğimiz, aynı zevklere sahip olduğumuz arkadaşlarımızı bulabileceğimiz yerlere gitmeyi tercih ediyoruz.
Bunca senedir moda endüstrisinde çalışan biri olarak İstanbul moda sektörünün gelişimini ve değişimini nasıl görüyorsunuz?
Moda sektörünün giyimle ilgili olan tarafı değişen, birçok insana göre gelişen hayat şartlarında ister istemez çeşitli evrelerden geçiyor. İstanbul da biz de bu süreci senelerdir bir film gibi seyrediyoruz. Bana sorarsanız bu değişimler bizim toplumumuzda eğitim ve kültürün gelişimiyle aynı hızda olmadığı için doğal olamıyor, yerine oturamıyor.
İstanbul’un moda sahnesi gibi bireysel stilinizin de değiştiğini düşünüyor musunuz? Kendi stilinizi tanımlamaktan hoşlanmadığınızı zira stilin başkaları tarafından tasvir edilebilecek bir kavram olduğunu düşündüğünüzü okumuştum. Bu yüzden sorumu şu şekilde iletmek isterim: Giydiğiniz hangi parçalar, hangi aksesuarlar, nasıl mekanlar size kendinizi olduğunuz gibi; rahat ve konforlu hissettirir?
O günkü ruh hâlime göre stilim de her gün değişebilir. Overdressed, yani zamana ve mekana göre abartılı giyinmiş olmadığım sürece kendimi iyi hissederim.
İstanbul’un geçmişinden bugününe küçük bir zaman yolculuğuna çıksak, stilini ve duruşunu en beğendiğiniz kadınlar kimler?
Geçmişten en çok etkilendiğim kadınlar Dürrüşehvar Sultan ve Füreya Koral.
Eskiden moda editörlerinin, süpermodellerin moda otoritesi addedildiği zamanlardan influencer’ların spot ışıkları altında yer aldığı bir dönemi yaşıyoruz. Sektörün geçirdiği bu dönüşümü nasıl yorumluyorsunuz? Sosyal medyanın moda ayağının olumlu ve olumsuz etkileri neler sizce?
Influencer’lar, takipçi ve beğeni sayılarına bakılarak değerlendirilip önem atfedilen insanlar, her şey rakamlara indirgenince maalesef içerik ikinci plana itilmek zorunda kalıyor. Başlarken daha samimi ve “beğeni” kaygısından uzak stillerini ve seçimlerini paylaşan bu kişiler, zaman içinde rakamların tutsağı hâline gelebiliyor, bu da özelliklerini kaybedip sıradanlaşmayı beraberinde getiriyor. Tıpkı televizyondaki reyting kaygısı gibi. Sosyal medyaya karşı değilim ama markaların bu boş, nereye atıldığı belli olmayan kurşunları bu derece önemsemelerini anlayamıyorum. Bence bu kargaşada durmaları gereken yer, onları var eden çizgilerine daha fazla sarılmak, ilham veren, yenilikler sunan, daha az takipçisi olsa da kendi influencer’larını yaratmak - ki bunu yapabilirler. Her sektörde hedef kitle diye bir şey vardır, birçok kıyafet markası aynı kişiyle çalıştığı zaman ne o markanın, ne de o öneren kişinin stilini ciddiye almak mümkün değil.
Biraz da Fey’in ortaya çıkışından bahsetmek isterim. Uzun yıllar dergicilik yaptıktan sonra hem bulamadığınız ürünlere hem de vintage parçalara, dekoratif tasarımlara yer verdiğiniz Fey’i kurdunuz. Bu şerit değişimi nasıl gerçekleşti? Ardındaki motivasyondan bahsedebilir misiniz?
2011 senesinde bir bel ameliyatı oldum ve iki ay evde kaldım. Hayatımda ilk defa bu kadar uzun süre çalışmadan kendimi dinleyecek vaktim oldu, artık dergiciliğe geri dönmek istemediğimi ve yepyeni başka bir iş yapmak istediğimi anladım… Ama hiçbir şeyi ben gerçekleştirmedim, her şey kendi kendine oldu, en sevdiğim sokakta vitrini olmayan mağaza hayalim vardı, bir öğlen yemeğinden sonra önüme düştü. O anda telefon edip tuttum, tam dergilerden ayrılacağımı söyleyeceğim zamanda da onların el değiştirme kararı çıktı.
Yakın zamanda Fey’in mağazasını genişlettiğinizi, bu vesileyle sanatla modayı daha derinden buluşturduğunuzu öğrendik. Bize Fey’deki değişiklikleri anlatır mısınız?
Fey’i genişletmek gibi bir düşüncem yoktu, ama üst katımız boşalınca şartlar öyle gerektirdi. Şimdilik ön cephesi birleşip vitrin büyüdü, arka tarafı da ofis oldu. Önümüzdeki aylarda eşim Ufuk Arkun’un yaptığı erkek koleksiyonuyla açmayı düşünüyoruz. Fey’de ilk günden beri sanat vardı, sanıyorum üst kattaki vitrin açılınca daha çok dikkat çekmeye başladı. on senedir her sezon dekoru yenilediğimiz için bilhassa litograf baskı Pablo Picasso, Henri Matisse, Alexander Calder, Pierre Tal-Coat, Andy Warhol, Chuck Close, Valerio Adami, Joan Miró gibi birçok sanatçının eserlerini sergiledik. Üst kattaki vitrinin açılışında Günnur Özsoy’un kıyafetlerle iç içe geçen harika bir heykeli vardı.
Türkiye’de ve dünyada son yıllarda en çok gündeme gelen konulardan biri sürdürülebilirlik. Fey olarak sizin bu anlamda attığınız yeni adımlar var mı?
Bu “sürdürülebilirlik” konusu gündeme oturup bu kelime de moda olduğu zaman anladım ki benim hayatım boyunca doğal olarak benimsediğim ve yabancı olmadığım bir konuymuş ama davranışlarıma bu ismi vermek hiç aklıma gelmemiş. İlk günden beri Fey’de üreteceğim kıyafetlerin moda olmadıkları için hiçbir zaman da demode olmayacaklarını söylüyordum. Zamansız, yaşsız kıyafetlerdi her zaman, kendim de öyle giyindiğim için öyle olması kaçınılmazdı, başka türlüsünü bilmiyordum. Moda devleri dediğiniz markaların birçoğu bu konuda ciddi girişimlerde bulundu fakat bazıları o kadar büyükler ve duruşları yavaş moda anlayışına o kadar uzak ki, hayatta kalabilmeleri için sürekli üretip satmaları gerekiyor. Fey’de, Türkiye’de ulaşabildiğim en kaliteli ve doğal kumaşlarla üretiliyor tüm ürünler. Sene içinde “hızlı moda”nın gerektirdiği gibi arka arkaya birçok koleksiyon üretmiyor, tek bir koleksiyonu yavaş yavaş sunuyoruz. Fey tek noktadan satış yapan bir butik olduğu için bunu yapma şansımız var.
Seyahat ederek vintage parçalar toplamanın sizin tutkularınızdan biri olduğunu biliyoruz. Seyahatin kısıtlı olduğu pandemi döneminde bu boşluğu doldurmak için neler yaptınız? Şu sıralar seyahat etmeye başladınız mı? Bir sonraki destinasyonunuz neresi olacak?
Haklısınız, bayılıyordum vintage kıyafetler veya takılar bulmak için seyahat etmeye fakat 10 senede çok şey değişti. New York’ta gittiğim vintage mağazalarının birçoğu kapandı, hafta sonları gittiğimiz bitpazarları da yok artık. Bu arada en beğendiğim dönem olan 1950’lerin sonları ve 60’ların başlarından kıyafetler çok eskidi, antika oldu. Yeni vintage 1980’lere tekabül ediyor, hiç ama hiç sevmem! Takılar da aynı şekilde; Yves Saint Laurent, Christian Lacroix tarzı aksesuarları hiç beğenmiyorum. Benim almak isteyeceğim yine 50’lerin değerli takıları ama çok zor bulunuyor, artık onlar da antika kategorisinde…
Yaratıcı bir kişilik olarak kendinizi nasıl besliyorsunuz? Bir gününüz nasıl geçer örneğin? İş dışında yaptıklarınızdan ve size ilham verenlerden bahsedebilir misiniz?
Ben hiçbir gün ileriye dönük planlar yapmadım, hiçbir konuda… Hayatımdaki dönüm noktaları geldiğinde hep içgüdülerime güvendim, o anları hissettiğimde bir an bile tereddüt etmeden ne gerekiyorsa onu yaptım. Tek önemsediğim her ne yapıyorsam kendi tarzımda, ödün vermeden yapmaktı. İlham alabildiğim işler, kişiler dışında hiç kimsenin ne yaptığı beni ilgilendirmedi.