Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Yaratıcılığı, kadın anatomisini yüceltmek, bedeni bir heykeltıraş gibi yontmak uğruna. Fitness öncüsü Tracy Anderson ile dokuz yıllık bilimsel araştırmalara dayanan, akışkanlığı ve zihin-beden bağlantısını merkeze alan özgün metodundan Gwyneth Paltrow ile dostluğuna, ona uzun ömür verecek yaşam felsefesine uzanıyoruz.
Güneşli ama serin bir pazar sabahı, tam bir saat on dakika süren sıkı bir Tracy Anderson seansının akabinde, terim soğumadan giriştim bu yazıya. Bugüne dek methini - en minik, en tembel kas gruplarını dahi çalıştırdığını - duymuş olsam da, uzaktan çözümleyemediğim, belirleyici özelliklerine istinaden sorularıma Google’da net yanıtlar alamadığım bir muammaydı Tracy Anderson Metodu. Ta ki deneyene kadar. Zira, başlangıç, orta ve ileri olmak üzere online programındaki üç seviyeden yalnızca on seans tamamladıktan sonra hissediyorum alametifarikasını. Dahası, gözlerimle görebiliyorum. Kondisyonu pasif yaşama hızla boyun eğen, öte yandan bedeni de spora hızla cevap veren; yani, kimi zaman couch potato, bazen de fitness junkie teriminin hakkını veren biri olarak, daha önce varlığından bihaber olduğum (özellikle sorunsal popo bölgesindeki) kaslarımı an itibariyle hissetmenin haklı gururunu yaşadığımı en baştan belirteyim.
Bunu söylemekle beraber, ilk Tracy Anderson seansınızda tıpkı benim gibi bocalamanız, çeşitli egzersizleri bütünleştiren seri hareketleri takip etmekte zorlanmanız mümkün. Zira, size ne yapmanız gerektiğini dikte eden konuşmalardan, motive edici klişelerden ve hatta askeri kamp stilinde sert komutlardan arındırılmış içerikler bunlar. Sebep? Beden ve zihin bağlantısı kurmak. Anderson videolarında konuşmuyor; eğitmenlerini de konuşturmuyor. Çünkü spor deneyiminin tamamen size ait olmasını, bedeninizin ve zihninizin birbirine paralel kulvarda beslenmesini istiyor.
Sessizliği esrarengizlik uğruna değil; klinik araştırmalarının getirisi. Sinirsel aktiviteleri ölçen makineler üzerinden insanların spor esnasında farklı uyarıcılara nasıl tepki verdiğini test etmiş Anderson. Katılımcılara koşu bandında yürürken en sevdikleri programları izletmiş; motive edici konuşmalar yapmış; bazen de onları art arda direktiflere maruz bırakmış. Son olarak kendi koşu bandını, sırtını katılımcılara verecek şekilde önlerine koymuş ve onu taklit etmelerini söyleyip müziği sonuna kadar açmış. Yöntemin sinirsel yolları açmakta başarısını, diğer tüm yöntemlerden daha etkili olduğunu keşfettiği anda kendi imzasına dönüştürmüş.
Benimsediği her şey de hakeza, uzun soluklu araştırmalara dayanıyor. Hayal kırıklıklarından yükselen özgün metodunun hikayesi ilham verici. Bir dansçı olarak büyüyen, Amerika’nın orta batısının küçük sahnelerinden New York’a dans bursuyla göç eden, ayakları sımsıkı yere basan ama hayalperest bir genç kız canlandırın gözünüzde. “Benim için müthiş bir fırsattı” diye giriyor söze Anderson, Zoom sohbetimizde. Üzerinde sıfır yaka pembe blazer ceketi, tepeden sıkı topuz yapılmış saçları ve porselen minvalinde pürüzsüz cildiyle palmiye ağaçlarına bakan home ofisinden, tok bir ses tonu ve ciddi bir ifadeyle anlatıyor. “Profesyonel bir dansçı olmak uğruna elimden geleni yapmaya, her şeyi feda etmeye hazırdım.” Ama ne! New York City Balesi’ne girmek, profesyonel bir dansçı olabilmek için mükemmel orantılarda vücut şartı, sanırız genel bilgi. “Benim sahip olmadığım bir şeydi bu. Elde etmek için yediklerime son derece dikkat ediyordum; yeme bozukluğu gibi bir rahatsızlığım olmasa da obsesif bir şekilde kilo vermeye çalışıyordum.” Pilates’ten stepobik egzersizlerine ve koşmaya kadar her şeyi denemiş. “Bilirsiniz; stepobik’te iyiyseniz eğer, kalçalarınız büyür. Pilates yaparsanız ki, eskiden pilates yapılması gerektiği gibi yapılmıyordu; merkeziniz, yani karın kaslarınız gelişir. Çok fazla koşarsanız, esnekliğiniz kısıtlanır ve daha maskülen bir kas yapısına sahip olursunuz. Bale bar yaparsanız kalınlaşırsınız. Ve çok dans etmek bile küçüleceğiniz anlamına gelmez. Aslında bu sizi daha da acıktırarak zayıflama, incelme döngüsünü daha da zorlaştırır.” Ne yaparsa yapsın, vücudunu herhangi bir bale kuruluşunun istediği şekle sokamadığını anlatırken, “Yetenek ve tutkunuz olsa dahi sırf belli bir kalıba giremediğiniz için istediğiniz mesleği icra edememek ruhu parçalayan bir şey, hele ki genç yaştaysanız” diyor iç geçirerek. “Adil değildi. Haksızlıktı bu.”
Yıllar sonra, 20'li yaşlarında (New York Knicks’ten sonra Türkiye’de de oynayan) basketbolcu merhum eski eşi aracılığıyla, çeşitli sporların omurgayı, kas sistemini uzun vadede nasıl etkilediği üzerine araştırmalar yapan bir doktorla tanışmış. “Omurganın iç kaslarına dair olağanüstü bir bilgiye sahipti. Omurganın hareketini omurlar arasındaki yastıksı o hassas dokuyu yok etmeyecek şekilde koruduğumuz takdirde tüm vücudumuzun daha dinamik ve güçlü olacağını söylüyordu. Tek kelimeyle büyülenmiştim.” Çeşitli sorularla sık sık kapısını çalmaya, koreografi yeteneğini kullanarak doktora tezini destekleyecek bir seri egzersiz tasarlamaya başlamış Anderson. Ve derken zihninde bir ampül yanmış. “Aman Tanrım dedim! Eklemlerimizi destekleyecek şekilde hareket ederek destekleyici kas gruplarını da uyandırabilir, bedenimizi sil baştan tasarlayabilir miyiz acaba?”
Doktordan aldığı tepkiyi dün gibi hatırlıyor. “Kimse destekleyici kasları çalıştıracak kadar hareket bulamaz; bunlar hızlı akıllanır, hızlı güçlenir ama bir o kadar da hızlı aptallaşır, yani yaşlandıkça körelir. Baskın kasların istediği de budur zira, destekleyici kasları devralmak’ demişti bana.” Sektöre, kasları ağırlıkla geliştirme dışında alternatif sunmayan bir düşünce okulu hakimken ve “henüz yetişkin bir beyne sahip değilken” kolları sıvamış Anderson. Ve bahsi geçen doktorun, dostlarının ve eşinin desteğiyle Indiana Üniversitesi’nde kapsamlı bir bilimsel araştırma yaparken bulmuş kendini.
“Mikro, makro, destekleyici veya merkezi tüm kasları uyandırmak, nörolojik olarak kontrol edebildiklerimizi desteklemek, edemediklerimizi ise sağlıklı bir şekilde etkilemek üzere yola çıktım. Sorduğum başlıca sual şuydu: Genetik geçmişi göz etmeksizin herhangi bir kadını The Juilliard School’un kabul edeceği şekle sokabilir miyim? Büyük bir meydan okumaydı bu.” Her kadının balerin gibi görünmek istemeyeceğini de hesaba katarak dönemin popüler kültüründen, kitlelerin kendine hedef belirlediği unsurlardan da esinlenmiş. Misal, Gisele’in poposu. “Her kadın onun poposuna sahip olmak, hatta bütünüyle onun gibi görünmek istiyordu. Sadece o zamanlar değil, her daim modaya, sanata ve güzel olana karşı bir tür çekim hissetmedik mi zaten? Madem bu iş yükünün altına giriyordum, kadınlara da istediklerini vermeliydim.”
O günden bugüne tüm dünyaya jet hızıyla yayılan, soluksuz büyüyen (ve benim de an itibariyle aidiyet hissettiğim) Tracy Anderson cemiyeti, sanırız bu sorunun en net yanıtı. Son 20 yılda vücuttaki tüm kasları çalıştıran tam 200 binden fazla kombin hareket yaratan, binlerce koreografi geliştiren, programlarına her geçen gün yenilerini ekleyerek kendini durmaksızın güncelleyen bir vizyoner oturuyor karşımda. Tracy Anderson metoduyla, genetik şekli ne olursa olsun herkese güçlü, yağsız kaslar ve denge vaat eden fitness öncüsünün ilk deneyini kendi üzerinde yapması ve başarı elde etmesi de altyapısını güçlendiren, insanlara güven aşılayan unsurlardan.
Gwyneth Paltrow, Jennifer Lopez, Tracee Ellis Ross, Alessandra Ambrosio, Victoria Beckham, Nicole Richie, Robert Downey Jr, Olivia Palermo ve dahası... Celebrity’lerin vazgeçilmezi olsa da celebrity trainer titriyle anılmaktan mustarip. Haksız sayılmaz. Zira, Hollywood yıldızlarıyla tam dokuz yıl süren bilimsel araştırmasından sonra kesişmiş yolu. “Sanırım o kadar büyük isimlerle çalıştım ki, önceki tüm ön çalışmalarım, emeklerim, ister istemez onların muazzam kimlikleri altında ezildi. Bilimsel bulgularımı 20 yıldır taçlandırmak için ne denli bir yaratıcılık gerektiğinden söz ettiğimde insanların beni anlamadığını görmek üzücüydü. O günlerde kimse, Daily Mail ya da Grazia dahil hiçbir yayın, ‘Bu kız neden önemli?’ diye sormadı; cevabını da önemsemedi. ‘Neden ünlüler ona gidiyorlar ki? Alt tarafı bir antrenör’ dediler hakkımda. Ama ben antrenör değildim; bunun için okula bile gitmedim.” Hazır yeri gelmişken belirtelim. Herhangi bir fitness eğitimi yok Anderson’ın. Altyapısı, standart bir akademik öğrenime değil, nitelikli ve derinlikli dokuz yıllık bir araştırmaya dayanıyor. Dile kolay; dans ve koreografi yeteneğiyle anatomiyi başrole alarak çeşitli kombin hareketler üreten, sektöre taze bir soluk getiren, 20 yılı deviren köklü bir deneyim onunkisi.
Sohbetimizden iki gün önce çalıştırdığı Gwyneth Paltrow’la samimi bir dostluğu var. “Hayatında her daim benzersiz şeyler bulmaya çalışan bir kaşif, son derece meraklı bir insandır” diyor onun için. Dostlukları yıllar önce Paltrow’un metodunu denemek istemesiyle başlamış. İlk seanstan sonra ayağa kalkıp, yüzünde şaşkın bir ifadeyle, “Hayatımda daha önce hiç böyle bir şey yapmadım” demiş Paltrow. Ardından, Iron Man’e referansla “Bir süper kahraman filminde oynayacağım ama yaptığım hiçbir spor işe yaramıyor; bana yardım eder misin?” diye sormuş Paltrow. Sonrası malum. Yıllardır perçinlenen bir dostluk ve halen pekişmekte olan bir eğitmen-öğrenci ilişkisi. “Hâlâ birlikte çalışıyoruz” diyor Anderson. “Geçmişi yad ederken yaşlandık deyip gülüşüyoruz.”
Kırk dokuz yaşında bu güzel kadının yalnızca yaratımlarından değil, yaşam felsefesinden de etkilenmeniz olası. Vaat ettiği vücut hatları bir yana, kalıplaşmış güzellik algısının çok ötesinde, sağlığa bütünsel bir yaklaşımı var. Geçmişten bugüne birlikte çalıştığı herkesin yalnızca kaslarını değil, “zayıf ” yanlarını da güçlendirmeyi hedeflemiş Anderson. “Diğer insanlara benzemek istememizin nedeni toplumun bize dayattığı standartlar aslında. Bedenlerimizden uzak yaşamamız da bundan kaynaklanıyor. Bu sıkıntı, gün boyunca bizi pek çok yalanı yaşamaya itiyor. Bize hizmet etmeyen ilişkilerde saplanıp kalmaktan nefret ettiğimiz masa başı işine ittire ittire devam etmeye, sabahtan akşama pembe dizi izlemekten sınırları belirlenmiş bir hayal dünyasında yaşamaya dek...” Bu gerçeğe kadınlarla çalışmaya başladığında şahit olmuş; fiziksel açıdan kovaladığımız hedefin gerçekte var olmadığını fark etmiş. Sağlığa giden tek yolun, zihin-beden bağlantısını kurmaktan geçtiğini anlatıyor. “Metodumun odağında yer alan seri hareketlerin zihinsel sağlığı da geliştirdiğine, kişiyi bedensel ve ruhsal olarak çok daha güçlendirdiğine tanıklık ettim. İnsanların hayatları güzelleşiyordu. Ruh sağlıklarıysa, cidden hayret verici olduğunu düşündüğüm şekillerde iyileşiyordu.” Bu yüzden olsa gerek akışkanlık, metodunun kalbindeki başlıca prensip. Görünüşün yalnızca bir yan etki olduğundan söz ederken, “Elbette yaratabildiğim bedenle de gurur duyuyorum” diyor ve ekliyor: “Çünkü rahmimizin etrafında on iki ya da altı paket kasa ihtiyacımız olduğuna inanmıyorum; daha akışkan olmamız gerektiğini hissediyorum. Kaslarımızın kemik yapımıza daha yakın olması gerektiğini düşünüyorum. Hedefim kadınların gösteriş için spor yapmaktan ziyade sağlık ve refah için spor yapmasını sağlamak; bu geçişe kılavuzluk etmek.”
Saçma sapan diyet tavsiyeleri, şüphe uyandıran protein karışımları, hızlı zayıflama formülleriyle dolup taşan, binlerce fitness influencer’ının otorite olduğunu iddia ettiği fitness evreninde, “insanları manipüle etmeyi, onlara özgüvensiz hissettirip yalan satmayı” reddediyor Anderson. “Gerçek meditasyonun neye benzediğini bile bilmiyoruz artık. Hollywoodvari bir şeye dönüştürüldü. Heartstone’u çıkarmamın sebebi de buydu; gerçek olanı deneyimletmek. Özümüze dönmek.” Topraklanma, ses terapisi, Tai Chi ile düzinelerce yavaş hareketi birleştiren, deneyimleyenlere kendilerine özel bir an vermeyi hedefleyen meditatif uygulama, Anderson’ın üretmek uğruna değil, cemiyetinin nabzını tutan, ihtiyaç ve eksiklerini tamamlamaya yönelik elzem yaratımlarından yalnızca biri.
Ona sakinlik veren de bu. “Gerçek yaratıcılığın taklitleri kadar onurlandırılmadığı bu talihsiz dünyada” hayatı güzelleştiren bir şeye sahip olduğunu bilmekten huzur buluyor. “Ömrümü uzatacak olan da bu” diyor Anderson. “Seksen yaşında eskisi kadar seksi görünmeyecek olsam da insanların hayatlarını değiştirip etkileyebilecek zekaya sahip olacağımı biliyorum. Tüm bunlar, verdiğim büyük mücadelenin, dahası, kadınların verdiği dev mücadelenin bir parçası.”
Durmaksızın çalışıyor, araştırıyor, üretiyor. Dilinden düşmeyen Dr. James Austin’ın Beyindeki Zen kitabından esinle daima ileriye bakmamız gerektiğine gönülden inanıyor. Dahası, sağlığımızın da buna bağlı olduğunu düşünüyor. Kişisel travmalarına, acı verici düşük deneyimine rağmen çok zor kararlarla devam eden yaratım yolculuğunu anlatırken omuzları dimdik. Her şeye rağmen yola devam etmenin, fitness kütüphanesine yeni kombinler eklemenin haklı gururunu yaşıyor. “O zaman 20’li yaşlarımdaydım; şimdi 49’um. Perimenopoza giriyorum, sonra da menopoza gireceğim. Ama durmamalıyım. Zihnimde, bedenimde yeni yerler keşfetmeye devam etmeliyim. Bence zihninizi güncel tuttuğunuzda, duygu, cevap ve olasılıkları araştırmaya devam ettiğinizde ve bu bulgulara karşı bir şeyler yarattığınızda, insanlara yardım etme ve onları etkileme yeteneğiniz artıyor. Bence hayatın kilit noktası bu.”
Sohbet ettiğimiz günün akşamında HBO yapımı Palm Royale’in galasına davetliydi Anderson. Sevdiği yeni bir diziyi izlemekten, arkadaşlarıyla takılmaktan zevk alan, keyif yapmayı da aksatmayan, aramızdan biri o. Tek bir farkla: “Hayatımı her gün zorlayıcı bir şey yapmadan asla yaşayamam. Yaşama katkıda bulunduğumu biliyorum ve umut ediyorum… Bu dünya, ben giderken ilk geldiğimden çok daha güzel olacak.”