Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Şehre dönüyoruz. HBO'nun yeni dönem hitlerinden And Just Like That ikinci sezonuyla bir kere daha çok sevdiğimiz eski bir dostla karşılaşma imkanı sunuyor bize. Üstelik ihtimaller hala heyecanlı, sürprizler hala şaşırtıcı.
Carrie, Samantha, Miranda ve Charlotte'ın ilk defa ekranlarda boy gösterdiği, 'Sex and the City' dizisinin yayınlanmasının üzerinden tam 25 yıl geçti. Dile kolay tam 25 yıl... Bu sürede hayatınızda, dünyada olup bitenleri gözden geçirin. Neler neler olmadı ki...
Evet, bu soruya verecek çok uzun bir listemiz var. Ama bugün, bazı özel günlerin -yani 25. yıldönümü onuruna- değişmeyen şeylerden bahsedelim. Takvimler 1998 yılını gösterirken başlayan bu dizi, tam anlamıyla zamansız bir eski dost oldu. Feminizm, homofobi, temsiliyet gibi konularda kusursuz değildi, hatta hataları hiç de az değildi ama çok istediğimiz bir şeyi başarmıştı: Özdeşlik kurmuş ve 'sattığı' hayalleri almıştık. Kurgusal bir hikayeden daha ne bekleriz ki?
20'li yaşlarımın ilk yıllarında tanıştım Sex and the City ile. Yeni bir şehre, en yakın arkadaşlarıyla gelmiş, hayatı keşfetme konusuna oldukça hevesli ve iddialıydım.
Seks ve ilişkiler hakkında köşe yazarlığı yapan Carrie ve en yakın üç kadın arkadaşının, 30’lu yaşlarının ikinci yarısında New York’ta ilişkileri ve hayatı anlamaya çalışırken biz de onların hayatlarına konuk oluyorduk. O dönemde 30'lu yaşlarını izlediğimiz dört kadının verdiği güveni, ihtimallerin heyecanını düşündükçe kalbim hala olağan ritminden hızlı atıyor. Çünkü, sahip olduğumuz hayat koşullarına, coğrafi ve kültür farklılıklarımıza rağmen bu kadınlarla ortak dertlerimiz ve hayallerimiz vardı. Üstelik hiçbirimiz yalnız değildik. Hepimizin ailesi gibi gördüğü yakın bir arkadaş grubu, benzer soru işaretleri, sorunlu ilişki deneyimleri ve hatta Mr.Big'i bile vardı... Karakterlerin dibi gördüklerini de izledik, ilham veren başarı hikâyelerini de. Ancak ne olursa olsun birbirlerinin yanında olmaya ve yargılamamaya çalıştılar (en azından denediler). Her birimiz yaşadığımız şehirlerde müdavimi olduğumuz mekânlarda, en yakın arkadaşlarımızla sırlarımızı paylaşırken aslında SATC kadınlarına da selamlarımızı gönderdik.
Tam da bu nedenle izlenecekler listenizde sizleri bekleyen onlarca yeni dizi varken siz de kendinizi, daha önce birçok kere izlediğiniz halde, yeniden Sex and The City izlerken buluyor olabilirsiniz, biliyorum. Bazen bir cuma akşamı kaçamağında, bazen arkadaşlarla yapılan pijama partilerinde, bazen ise kendimizi şımartmak için yataktan çıkmadığımız miskin bir günde bizlere eşlik etti. Bugün -hâlâ- dünyanın farklı ülkelerinden, farklı yaşlardaki pek çok kadın Sex and the City ile bir araya geliyor, unutulmaz sahneleri paylaşıyor.
Bu sonsuz bir döngüde devam edebilir, şaşırmam. Ancak sonra başka bir sürpriz daha geldi. En sevdiğimiz arkadaş grubu şehre geri döneceğini müjdeledi. Bu kavuşmanın getireceği coşkunun yanı sıra endişleri de beraberinde getirdi elbette. Çok severek izlediğimiz herhangi bir yapımı yıllar sonra yeniden ekranlara gelmesini katılmak zorunda olduğumuz bir mezunlar buluşmasına benzetiyorum. Katılmak istiyorsunuz çünkü, o yıllara, eski dostlara, anılarınıza en çok da eski kendinize duyduğunuz tarifsiz bir özlem var. Ama bir yandan da çekiniyorsunuz. Çünkü ne siz, ne zaman, ne karşınızdakiler kısacası hiç kimse eskisi gibi değil. Karşılaşacaklarınızın sizi pişman etme, üstelik daha da kötüsü sahip olduğunuz o güzel anıları mahvetme ihtimali var. Bu cümlelerin hepsini geri dönen bir dizi için de söylemek mümkün.
İşte tam da böyle bir ruh haliyle ekran karşısına geçtik. And Just Like That... için. Şehir değişmişti, kahramanlarımız değişmişti ve inanır mısınız ikonik “Hiçbir şey sonsuz değildir. Hayaller değişir, trendler gelip geçer ancak dostluk her zaman daimdir” cümlesi bile öyle olmadığını göstermişti. Artık Samantha yoktu, uzaklara Londra'ya gitmişti. Ve anlıyorduk ki araları bozuktu.
Yeni başlangıçlar, kendini yıllar sonra keşfedenler, günümüz koşullarına uyum sağlama çabaları izliyorduk. Hayat gibiydi aslında. Hiç gitmez dediklerimiz gitmiş, çok uzak -hatta imkansız- gibi görünen kayıplar tüm soğukluğuyla karşımıza çıkmıştı. Ama buna rağmen yenileri de girmişti hayatımıza. Belki alışkın değildik ama hayat gibi SATC evreni de sonsuz ihtimallerle doluydu ve bu heyecan vericiydi.
Aslında ilk bölümüyle birlikte, büyüleyici bir kaçış dünyasına adım atmıştık biz de: Parlak ışıklı bir kahvaltı mekanı, COVID neredeyse yok olmuş gibi, seks ve moda yine iş başında. Baş döndüren ilk bölümden sonra elimizde şunlar vardı: Miranda alkolik olmuştu, Samantha arkadaşlarını terk etmişti, Charlotte ebeveynlik sınavı veriyordu, Mr.Big ölmüştü ve internet Carrie'yi kocasını pasif bir şekilde öldürmekle suçluyordu.
Michael Patrick King tarafından yazılan ilk seride, Bradshaw, Mr.Big'in ölümünden sonra 50'li yaşlarında bekar bir kadın olarak hayatını sürdürmeye çalışıyordu bu kez. Miranda, Steve'den ayrılarak, non-binary komedyen partneri Che Diaz ile yeni bir hayata adım atıyordu. Kim Cattrall, projede yer almayı reddetse de karakteri Samantha Jones mesajlarıyla varlığını hissettiriyordu.
Sonrası göz açıp kapatma hızında geçti. İtiraf edeyim onları yıllar sonra görmek mutlu etmişti ama bu geçici bir mutluluktu. Bir süre sonra -geçmişe duyulan özlemin de etkisiyle- dizideki saçmalıklara odaklanmaya başladım. Karakterlerin bu kadar değişmesini yadırgıyordum, kabullenmiyordum. Aslında ben geçen zamana ve değişen hayata öfkeleniyordum.
30'lu yaşlarıma gün sayarken izlediğim bu yeniden çekimde artık ihtimaller yıllar önceki gibi heyecan vermiyordu. 30'lu yaşlarımda onlar gibi olmak istediğim kadınların 50'li yaşlarını görmek bu kez iyi gelmemişti. Fakat tüm bunlar eski dostları görmezden gelmeye de engel olmadı. Evet, ikinci sezonu çok olmasa da inceden kendini hissettiren bir merakla bekliyorum.
Peki neler olacak, neler biliyoruz?
Öncelikle Sarah Jessica Parker, Cynthia Nixon ve Kristin Davis'in 2. Sezon için geri dönecekleri onaylandı. Ayrıca Miranda ve Charlotte'un ilgili ailelerinden daha fazlasını göreceğiz: Harry Goldenblatt rolünde Evan Handler, Lily rolünde Cathy Ang ve Rock rolünde Alexa Swinton, ayrıca David Eigenberg'den Steve Brady ve Niall Cunningham'dan Brady Hobbes.
Ve biri daha şehre dönecek. Üstelik çok sevdiğimiz ve özlediğimiz biri. Geçen hafta gelen sürpriz bir haberle Samantha Jones'un tek bir gece ve tek bir sahne için diziye geri döneceği açıklandı. Samantha'yı sezon finalinde göreceğiz.
İlk sezonda olduğu gibi, And Just Like That 2. Sezonun ana olay örgüsü, bölümler yayınlanana kadar gizli tutulacak, ancak bu, hayranların keşiflerini engellemedi. İlk bölümün son bölümünde, Carrie'nin Che Diaz liderliğindeki X, Y ve Me'nin sona ermesinin ardından yeni tavsiye podcast'i Sex and the City'yi tek başına sunduğunu görüyoruz. Carrie bilgeliğini aktarmaya devam edecek mi, Franklyn şovu yapmaya devam edecek mi ve ikisi gerçekten bir araya gelecek mi? Bu sorunun cevabını öğreneceğiz.
Tabii bir de Aidan meselesi var... Carrie'nin unutulmaz aşklarından Aidan'a bir eposta attığını gördük fragmanda. Aşk, bir kere daha, yeniden mi? Bekleyip göreceğiz...
22 Haziran'a kadar merak etmeden duramadıklarımızı hatırlamak için eski bölümlerle zamanda yolculuğa çıkabiliriz. Sonuçta geçip gittiğimiz yollarda, defalarca kere izlediğimiz diziler de ihtimaller kadar heyecanlandırmasa da sıcak ve güvenilir kollarıyla iyi hissettirmeyi başarıyor.