Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Çok çok geç saatlerde, şehrin derin kulüpleri neden hiç olmadığı kadar kalabalık? Ali Tufan Koç gecenin kimileri için yeni başladığı sabahın ilk saatlerinden bildiriyor.
Fotoğraf: Rodarte/Backstage
Saç baş hazır, telefon/anahtar/cüzdan kontrolü tamam, taksi kapıda.
Maksat: Öyle geceyi ucundan yakalamak değil, bildiğin tam ortasına düşmek, “prime time” dilimini yaşamak. Mesele: Artık uzağında kaldığım, arama binlerce kilometre girmiş İstanbul gecesini, sokağını birkaç saatte tüketmek; ertesi sabah tekrar havaalanına dönmek. Görev: Şehrin çok geç saatlerde dolan kulüplerin fotoğrafını çekmek.
“Ne tarafa götüreyim abimi?”
Alt kattaki, “gizli sığınak” alanında “private” parti, eğlence devam ediyor. İçerde elli, bilemedin atmış kişi. Dışarı kapalı. Eş dost, yakın çevre; sadece kapının şifresini Whats app mesajı olarak yolladıkları kişi sayısı kadar. Ana caddedeki değil, yan dar sokaktaki gizli kapıyı kullanıyorsun. Boşuna bakınma: Genelde girişinde görevli yok, sıra yok. Evinin garajına girer gibi, şifreyi yazdığın gibi içerdesin. Köşedeki simitçiden kokular yükselene kadar dans etme gibi bir iddiası yok belki ama kitleye göre plan değişebilir.
Biraz kalabalığa karışmalı, bir de Klein’a bakmalı.
Kapısında öyle kocaman bir tebala yok, küçücük bir Klein etiketi o kadar. Yaratıcılarından Serdar (Ormancı) anlatıyor: “Buradan önce Topless’ı yapmıştık. Taksim dışı kitlenin yolu düşmedi pek. Buranın farklı bir kitlesi var. Tam after party mekanı da değil. 1’e doğru mekan dalıyor, 2- 4.30 arası prime time’ını yaşıyor....” Eski sinema salonundan haşmetli bir kulüp çıkaran Klein, yüksek tavanlı, sosyalleşme alanları, kaçış noktaları, gizlenme köşeleri de olan bir tür “sosyal” kulüp. Daha çok yeni; dört beş haftalık. Girişte sağlı sollu barlar karşılıyor, “asıl muhabbet” için “arka taraf”a geçiyorsun: Vintage koltuklar kanepeler, sanki kulübün oturma salonu, ha desen daha hacimli bir Mini Müzikhol.
Taksim’in en dip kulüplerine inmeden, ana akım ağzıyla “alternatif” takılmak isteyenler için yaratılmış bir tür ara formül. Kapısını bul; hop, birkaç basamakta Amsterdam’dasın. Ve içerdeki havaya civaya bakılırsa kimsenin İstanbul’a dönmeye niyeti yok.
Klein’den sonra gece birkaç farklı yola kıvrılsa da Taksim’de toplanıyor, bütün kapılar, kulüpler, mesajlar tek bir isme çıkıyor: İşletmeci/DJ/parti figürü etiketleriyle sahnenin yaklaşık on yıldır tam ortasında duran Semih Akay. Bir nevi “beyaz tavşan”. Takip et, sıradaki deliği bul: Rod 11. Meali, Danimarka topraklarında kırmızı demek. İskandinav tınılarından yoksun, Romanya’dan yükselen tekno müzikle sarılı bir kulüp. Şimdilik “açıkta” kalan Suma Beach/Wake Up Call ahalisiyle ve Arman Arkıncı, Eren Eren, Mutlu Tan gibi DJ’leriyle dolu. Sahnenin en yenisi. 2-3 gibi dolmaya başlıyor, 4’te kalabalıktan içeri kimse alınmıyor, 7’ye doğru yavaştan müziğin sesini kısıyor. Semih’e göre: “Çok değil beş sene evvel, 3-4’ten sonra açık tek tük kulüp vardı. Biri biter, diğeri başlar, arada bir kapı yapılır, toplamda bin, bilemedin iki bin kişi belli bir çember içinde döner dolanırdı. Şimdi çok değişti...”
Değişenleri dökelim: Benzer kulüplerin sayısındaki artış, tüm kulüpleri aynı anda tıka basa dolduracak kadar hevesli ve heyecanlı bir kalabalık, genişleyen sayısı bir gece beş binlere kadar çıkan bir çember.
İçinde neyi, kimi ararsan var. Her kesimin, her profilin yeraltında illa ki bir karşılığı var. Her kulübün kapısı başka bir şehre açabilir; İstanbul’u Berlin ile, Amsterdam ile birbirine bağlayan gizli tünel pek kolay karşınıza çıkabilir. Klein ne kadar Amsterdam ise; Rod 11’de o kadar ancak Belgrad, Bükreş.
Aynı saatlerde, birkaç yüz metre ötede, eski Ghetto’nun yerinde: İki bin kişilik bir kulüp neredeyse tam kapasite, düşen mesajlara bakılırsa sabah 7’lere 8’lere kadar hız düşürmeye niyetleri yok. Kloster’ın arkasında ekipte Tangun var, Cure-Shot var; seceresi Chunk’tan 11:11’e, Crystal’a kadar uzanan bir kadro var.
Hâlâ ısrarla, inatla, tepinecek yer arayışındaysan, öyle Aztek’te iki dolma bir Sezen değil bildiğin “underground” peşindeysen tek seçenek kalıyor geriye:
Depo. Nuri Alço Sokak’ta, Joker’in alt katında, eski Koma’nın işletme ekibinin elinden çıkma. “Öğlen 11-12’ye kadar devam ediyorlar valla...” diyor, Semih. Alacakaranlık kuşağı, buranın yanında “pembe dizi” kalır; The Walking Dead karaktleri Disney figürleri kadar sempatik görünür. Varsa merakın, niyetin, sağlam ciğerin ve zombilere sempatin al sana Berlin’in en dip noktası.
Daha otuz bile olmamış bir gazeteci, iki Berlin bir Amsterdam görmüş yeniyetme kalabalığı arkasına alarak, kentin eski after party kültürünü yok sayarcasına “Vay, nasıl da underground yeni ana akım oldu; millet gecenin köründe çıkıyor sokağa” edebiyatını yutturmaya çalışmamalı, bir ‘üst’ jenerasyona da sormalı bu değişimi, dönüşümü. Hızlı bir telefon trafiği, “Abi, aslında o iş şöyle...” geyiği sonrası, Cure-Shot/Tangun/Fuchs kuşağından çıkan tespit şu:
“Eh, biraz nüfusla alakalı tabii... Twenty yıllarındaki İstanbul’un nüfüsuyla şimdiki aynı mı?”, “Kuşak farkı diye bir şey de var. Yeni nesil ne dinlemek istediğini çok iyi biliyor...”, “Bak, İstanbul-Berlin hattı hiç olmadığı kadar yoğun, o da etkili... Ucuz uçuşlar, soundcloud ve benzeri hesaplardan attığı her adım/tamamladığı her set takip edilen DJ’ler derken bu kulüpler, müzikler belli bir kitleyle sınırlı kalmadı, genele yayıldı tabii..”
“Bizim zamanımızda böyle miydi...” klişesini uzatsan kravatsız sokağa çıkılmayan Beyoğlu günlerine kadar gider. Orası ayrı.
Hikaye bundan da öte: Yerin üstünde yeteri kadar gerilmiş, bölünmüş, sıkılmış, sıkışmış yüzler aradığı rahat nefesi ancak yerin altında bulabiliyor.
Bir yanda sosyal düzende patlayan selfie’ler, türeyen hashtag’ler; diğer yanda memlekette artan gerginlik, katlanan sinir kat sayısı, ana hatlardan, büyük tabelalardan kaçıp yerin altına, daha da altına saklanma, sokağa kafayı ancak kör saatlerde çıkarma ihtiyacı doğuruyor. Ve her kulüpte hemen hemen aynı “Saklanıyorum, dokunmayın da iki dans edeyim” hissi, “Oh be, sonunda...” rahatlaması, “Aramızda kalsın...” bakışı. Değişmeyen kulüp dekoru: Görünenle görünmeyen, bilinenle konuşulmayan arasındaki uçurum.
Uçakta pencereden İstanbul’u süzüyorum.
Herkes kendi deliğinde, kendi ayarında.
Aynı bakış, aynı uçurum.
Bir şehir, insanına bu kadar mı benzer?