Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
19 Kasım'a kadar devam eden 28. İstanbul Tiyatro Festivali'nin Küratörü Mehmet Birkiye ile festivali ve tiyatronun günümüzdeki durumunu konuştuk.
28. İstanbul Tiyatro Festivali, yerli ve yabancı yapımlardan oluşan zengin bir programla 22 Ekim'de başladı. 19 Kasım'a kadar devam eden festivalin küratörü Mehmet Birkiye, festivalin yaklaşımını açıklıyor ve Türk tiyatrosuna dair “Asıl dinamik küçük tiyatrolarda, yani genç arkadaşların belki yılda 200-300 tane yaptıkları ve bir tiyatro yapma arzusuyla kendilerinden fedakârlık ederek, yaşamlarından fedakârlık ederek, başka yerlerde yaşayıp paralar kazanarak, birikimlerini oraya harcayarak yaptıkları tiyatro. Bence asıl kıymetli olan, büyük yapıtlar, ağızdan ağıza dolaşanlar değil de bu arkadaşların hepsi. Türk tiyatrosunun en kıymetli şeyi bu genç arkadaşlar” diyor.
Mehmet Birkiye, Fotoğraf: Fatih Yılmaz
Bu festival, metin ağırlıklı bir festival. Tabii ki İKSV’nin, 30 küsur yıldır sürdürdüğü niteliğini koruma gayreti bu festival için de temel bir hedef. 28. İstanbul Tiyatro Festivali, 28. edisyon için de temel bir hedef. Ama bu festival yaklaşımı, karakter üstünden bir yaklaşım. İki tür temel karakter arasındaki ilişki üstünden bir yaklaşım. Birinci tür trajik karakterler, büyük trajik karakterler: Onlar inandıkları yolda ya da dürtüleri, büyük, insani dürtüler, zaaflar yolunda ilerlerken toplumun dengesini bozan ve sonra da hayatlarıyla bunun bedelini ödeyen karakterler. Diğeri ise çağımızın karakterleri: Onlar acıları ile birlikte sürüklenen, ne ölerek kurtulabilen ama yaşama mahkûm karakterler. Yaklaşımımız, bu iki tür karakter arasındaki farklılığı ve ilişkiyi biraz seyircinin dikkatine sunmak oldu.
Müjdat, Türk tiyatrosunun önemli kişilerinden bir tanesi, hem oyuncu olarak, hem yönetmen olarak, hem kurduğu okulla. Onun için de bunda şaşılacak bir şey yok. Bunu hak etmiştir ve İKSV yönetimi de bu sene öyle uygun gördü. Onun adına çok mutluyum.
Bir favori oyun seçmem çok doğru değil, benim favori oyunum yok. Bütün oyunları favori olarak görebilirsiniz. “Favori oyunum” demem, çok da yapmak istediğim bir tanımlama değil.
Hamlet
Yine favori oyunu soruyorsunuz demektir herhalde bu soruyla. Eğer bir oyun görecekse… Eğer yerli oyunlardan bir tane görecekse, tavsiyem kura çekmesi. Artık hangisi çıkarsa şansına. Eğer yabancı oyunlardan bir tane oyun görme hakkı varsa, iki tane seçeneği var. Eğer sadeliğin peşinde biriyse Declan Donnellan’ın Hamlet’ini izleyecektir. Yok eğer siyasi bir bakış açısına çağımızla bir paralellik kurmak istiyorsa belki de III. Richard’ı izleyecektir.
Evet, dijital platformlar hayatımızın içine girdi ve her anımızda karşımıza çıkıyor. Sinemayı da belki onunla bir paralel, aynı biçimde görüyor ve farklı bir şey yapmak istiyor. O farklılık, yani eve ve bir mekâna kapanıp bir ekrana bakmanın dışında bir şey yapmak istiyor. O da tabii ki canlı karakterleri gördüğü, şimdiki anı yakaladığı tiyatro. Ve tiyatro tabii ki başka bir aktivite; dışarı gidiyor, bilet alıyor, tiyatroyu izliyor, canlı bir aktiviteyi izliyor ve oradan dışarı çıkıyor, onun üzerinde konuşuyor, tartışıyor, tiyatro onun kafasında sorular uyandırıyor. Halbuki sinema, özellikle ticari sinema, tabii diğerini söylemek istemiyorum, ona şablon, heyecan, hızlı aktivite, bütün dijital platformlarda da böyle bir şey sunmaya çalışıyor. Ama bu tabii ki son derece yapay bir yaklaşım. O, gerçeği, sahiciliği, insanı anlamayı bulacağı yerler arıyor, bunların da bir tanesi tiyatro. Onun için bence tiyatro yükselişe geçiyor.
Doğrusunu isterseniz, bilmiyorum. Bunu bilmek de çok kolay değil, zaman içinde nasıl değiştiğini. Çünkü benim baktığım pencereden gördüğüm, yine bundan elli sene önceki üç aşağı beş yukarı aynı eğilimlere hala sahip. Ama tabii ki bu aynı eğilimler biraz daha farklılıklar gösteriyor. Nerede? Biçimde. Bunu şuradan örnek verebilirim, dizilere bakın. Türk sinemasının 1970’lerindeki melodramlarından halli değil yani, aynı şey devam ediyor. Türk izleyicisinin çok farklı yaklaşımları olduğunu pek düşünmüyorum. Aşağı yukarı aynı yapıda bence devam ediyor. Bu soruya bir ek cevap, belki şöyle diyebiliriz: şimdi biraz daha deneysel işler talep eden, tabii ki internetin aracılığıyla sağladığı bir akışım da bunu etkiliyor. Daha çok fiziksel tiyatro talep eden, dans tiyatrosu talep eden bir grup da var. Ama ana akım, ana akım dediğim zaman ödenekli tiyatroları kastediyorum, ana akım tiyatro ve ona yakın olanları kastediyorum, ana akım tiyatro çok fazla değişmedi bence.
Türkiye’de tiyatronun yükselişine şu an ben biraz daha başka bir açıdan bakıyorum, öyle ki bence bu bir sosyal jest. Yaşama biçimini, yaşama şeklini, şehirli olma niteliğini korumak için ısrarla yapılan ve devam ettirilen bir etkinlik gibi bence. Oyunların tabii niteliği önemli ama ondan daha önemli bir şey var, işte bu dediğim yaklaşım, yani; “Ben şehirliyim, yaşam biçimim bu. Onun için de tiyatro var ve ben tiyatroya gideceğim ve gitmeliyim.” Şu soruyu unutmuşum, her sezona damga vuran, büyük bir yapım ya da ağızdan ağıza yayılan ve sorulan bu soruyu. Şimdi böyle bir şeyler var mı ben bilmiyorum doğrusu. Sezona damga vuran yapımlar eğer Afife’nin mesela en iyi oyunlarıysa, onların üçü de son üç senedir yakın şehirlerdeki tiyatrolardan geldi: Kocaeli ve Nilüfer’den geldi. İstanbul’dan öyle bir şey çıkmadı, öyle bir yapım bilmiyorum. Eğer ticari tiyatroları kastediyorsanız, o zaten ticari tiyatro, o başka bir şey, o entertainment, show-business yani o farklı bir şey. O, tiyatronun evet tabii ki önemli bir parçası ama herhalde tiyatro sözünden kastettiğiniz bu olmasa gerek. Asıl dinamik küçük tiyatrolarda, yani genç arkadaşların belki yılda 200-300 tane yaptıkları ve bir tiyatro yapma arzusuyla kendilerinden fedakârlık ederek, yaşamlarından fedakârlık ederek, başka yerlerde yaşayıp paralar kazanarak, birikimlerini oraya harcayarak yaptıkları tiyatro. Bence asıl kıymetli olan, büyük yapıtlar, ağızdan ağıza dolaşanlar değil de bu arkadaşların hepsi. Türk tiyatrosunun en kıymetli şeyi bu genç arkadaşlar.
Tiyatronun şu anki en önemli, en acil konusu bence, altyapı eksikliğinin tamamlanmasıdır, giderilmesidir, çünkü büyük bir altyapı eksikliği var. Türkiye’de birçok oyunculuk okulu var, buradan belli nitelikte genç arkadaşlarımız yetişiyor, ama yeterince salon, yeterince belki de yazar, teknik donanım, bu yapılar henüz yeterli değil Türk tiyatrosu içinde. Öyle olunca da tiyatrolar, ne kadar parlak fikriniz olursa olsun, çok dar, kısa alanlara, çok zor teknik şartlara sığmak zorunda kalıyor ve dramatik özelliklerini yitiriyorlar.
Evet, tiyatronun dönüştürücü gücüne inanıyorum, ama bu gerçek mi bilmiyorum doğrusu. Ya da kanıtı var mı bilmiyorum.
Bu da çok zor bir soru, tiyatronun geleceğine dair ne söylemek isterim. Aslında bir geleceği olmasını umut ediyorum ama, bu umut ne kadar gerçek, ne kadar doğru, ne kadar gerçekleşir doğrusu onu bilmiyorum. Ama olması gerektiğini düşünüyorum ve olur diye umut ediyorum.
İKSV tarafından Koç Holding Enerji Grubu Şirketleri Aygaz, Entek, Opet ve Tüpraş sponsorluğunda düzenlenen 28. İstanbul Tiyatro Festivali programı tiyatro.iksv.org/tr/program adresinde; biletler passo.com.tr’de.