Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Çok değil, bundan belki de sadece beş yıl öncesine kadar müzik endüstrisinde heyecan verici birçok ana tanıklık etmekteydik: Sadece uluslararası ödül törenlerinde görülecek türden özel performanslar, sanatçıların albüm tanıtımlarına özel geliştirdikleri alter egolar ve pek tabii, endüstrinin öne çıkan isimlerinden gelen işbirliği havadisleri, bunlar sonucunda açığa çıkan kitlesel heyecanlar… 2010’ların müzikseverleri için bir sanatçının, meslektaşının meşhur şarkısını yorumlaması büyük bir olayken özellikle pop sahnesinde gerçekleşen düetler de tarihe mührünü basmaktaydı. Güncel bir perspektifi üstlenecek olursak, artık bu gelişmelerin ya eskisi kadar sık yaşanmadığını ya da öyle büyük heyecanlar yaratmadığını söylemek hatalı olmayabilir. Yine pop kültüründen referanslar alalım, örneğin Lady Gaga ve Beyoncé düeti dönem basını ve müzikseverlerini hayli etkilemişti. Ancak yakın zamanda yayımlanan düet çalışmalarında buna yaklaşabilecek seviyede bir tutkuyu ne gören ne de duyan oldu. Tabii bunun ardında çeşitli sebepler var: Her endüstri gibi müziğin de aşırı tüketimci bilinç içerisinde mayalandığı bugünlerde sanatçılar, yoğun bir yayın düzenine geçişteler. Eskiden bu sanatçılar albümleri arası yıllar süren molalar verirken artık yılda iki albüm yayımlayan Taylor Swift ve Lana Del Rey gibi isimlerle karşılaşıyoruz. Bir anlamda bağışıklık geliştirdiğimiz seri müzik yayınlarının yeni bir müzik normu olduğunu düşünüyoruz. Yine de doğruya doğru; pop kültürü, 2010’larda kitleler üzerinde sahip olduğu hipnotize edici tesirini kaybetti. Nitekim teknolojik gelişmelerden biri var ki, müzik endüstrisinin irtifa kaybı yaşadığı bugünlerde kritik bir pay üstleniyor. Mevzubahis, hayatın her alanında karşılaşmakta olduğumuz yapay zeka teknolojisi.
Hayatlarımıza girdiğinden beri dönüşümünü, bir çocuğun erginleşme sürecini takip edercesine takip ettiğimiz yapay zeka teknolojisi artık hemen her kategoride kendine yer edindi. Yakın zamanda İngiliz basınında ele alınışına binaen söyleyebiliriz ki hem ütopik hem de distopik şeklinde yorumlanmaya müsait olan bu teknolojinin kısa süre içerisinde insanlığa umut veren projelere imza atması muhtemel. Zira bu gidişatla AI sistemlerinin, meme kanseri ve kalp hastalığını erken teşhis edebileceği öngörülüyor. Diğer yandan gelişmekte olan teknoloji, ilk günlerine oranla bilgi alışverişini çok daha geniş bir düzleme yaymış durumda. Bilgi teknolojileri konusunda kullanıcı onayını gayriresmi de olsa almış olacak, bir başka öngörü geleceğin arama motoru alışkanlıklarının yapay zeka teknolojisi ile tepeden tırnağa değişeceğini belirterek tarayıcılarımızdaki sabit web sitesinin çok yakında Google’dan SearchGPT’ye dönüşebileceğini vurguluyor. Bu noktada çevrimiçi dünyanın hızına yetişmesi pek de mümkün olmayan dinamiğine eğilmekte fayda olabilir: Yıllar içerisinde ihtimaller havuzunun meteorik bir büyüme yaşadığı internet dünyası hem kendi içerisinde hem de yapıtaşları olarak addedebileceğimiz taraflar için daimi bir güncelliği zorunlu kılıyor. Kısacası zamanın en fütürist yapılanması, aslında fevkalade ilkel bir sistemle çalışarak gelişmelere uyum sağlayamayan aktörleri tarihe gömüyor.
Ağustos ayında ChatGPT ile güçlerini birleştirmeye karar veren Condé Nast, aslında sürece uyum sağlama konusunda kayda değer bir numune oluşturmuştu. SearchGPT üzerinden yapılacak aramalarda Vogue içeriklerinin referans olarak kullanılması için veri tabanında depolanması üzerine gerçekleşen Condé Nast ve OpenAI görüşmesi; bilgi teknolojilerinin yöneldiği herhangi bir rotada Vogue’un değeri ve varlığını baki kılacak. Diğer yandan yapay zekanın sahip olduğu veri tabanı aracılığıyla kendini eğittiğini düşünürsek Vogue içeriklerine hakim AI, bu hakimiyeti sayesinde global moda basınına yardımcı birçok mekanizma geliştirme umudunu taşıyor. Yani konu iletişim olduğunda yapay zeka, neyse ki bir tehlike arz etmektense destekleyici araçlar vaat ediyor. Ancak müzik endüstrisine geri dönecek olursak, durumun orada aynı şekilde ilerlediğini söylemek güç olacaktır. Çünkü son birkaç aydır biraz olsun yeni neslin sosyal medya platformu TikTok’ta vakit geçirdiyseniz mutlaka şunlara benzer bir içerikle karşılaşmışsınızdır: Bir Rihanna parçasını seslendiren Billie Eilish, Beyoncé şarkılarına yorum getiren Kurt Cobain hatta Kanye West parçasını yorumlayan Marilyn Monroe… Kimileri hatırlayacaktır, ghostwriter977 adını kullanan anonim bir TikTok kullanıcısı Drake ve The Weeknd’in vokalleriyle oluşturduğu Heart On My Sleeve adlı parçasını GRAMMY adaylıklarına dahi göndermiş, parça başvuru için uygun bulunmuştu. Kullanıcılar için fazlasıyla eğlenceli görünen bu içeriklerin ardındaki teknoloji irdelendiğindeyse bizleri deepfake terimi karşılayacaktır. Global politik sahnede dahi ihtilaf yaratan deepfake; en basit tabirle bir şahsın görüntü, ses ya da imaj gibi özelliklerinin yapay zeka tarafınca veri tabanına eklenmesi ve nihayetinde o kişiyi taklit ya da dahil eden içeriklerde bunun kullanılması üzerine geliştirilen bir yazılım. Müzisyenler ekseninde ses klonlama kısmına aşina olduğumuz deepfake, geleceğin sanat dünyası için çeşitli pozitif ihtimaller sunsa da ortada bir gerçek var ki çoğu sanatçı bu durumdan pek memnun değil. Geçtiğimiz nisan aralarında Jess Glynne, Zayn Malik ve Sam Smith gibi popüler müzisyenlerin de bulunduğu 200’ü aşkın sanatçı, yapay zekanın sanatçıların ses ve özelliklerini çalacak şekilde kötüye kullanımına karşı koruma taleplerini belirten bir açık mektuba imzacı oldular. Bu mektubun bir yasama sürecine etki edişi ise geçtiğimiz aylarda konuyu mahkemeye taşıyan İngiliz sanatçı FKA twigs aracılığıyla yaşandı.
Londra merkezli alternatif müzik sanatçısı FKA twigs’in adını geçtiğimiz ay yayımladığı teklisi Eusexua ile, önceki ay vizyonlarda yer alan The Crow filmiyle ya da Vogue World etkinliklerindeki performanslarıyla duymuş olabilirsiniz. Ancak çoğu Amerikalı için twigs, Amerikan Senatosu Fikri Mülkiyet Komitesi’ne müracaat ettiği kamu davasındaki medya görünürlüğü ile biliniyor. Birleşik Devletler’de hâlâ sanatçıları yapay zeka sömürüsünden koruyan bir federal yasa eksikliğinin yaşandığını vurgulayan sanatçı, duruşmada kendisini şu sözlerle ifade etmişti: “Bu ve benzeri teknolojiler gerçekten değerli araçlar. Ancak bunlar, benim kontrolüm ya da rızam olduğu müddetçe anlamlı sayılabilir. Sanatım ve kimliğimin kolaylıkla üçüncü bir taraf tarafından alınabilmesi ve rızam olmaksızın kendi kazançları için kullanılabilmesi kabul edilebilir değil.” Sanatçı, ayrıca sesinin bir yabancı tarafından farklı sözlerde kullanılması ve bu çerçevede istenilen mesajın verilebiliyor olmasının kendisini savunmasız hissettirdiğini dile getirmişti. Nihayetinde iptal kültürünün önem arz ettiği günümüz sahnesinde birinin sesiyle verilecek yanlış mesajlar, kişiyi sosyal paryaya dönüştürmek için kullanmaya fazlasıyla müsait birer silah haline gelebilir.
Fikri mülkiyet hukukçularının önemli bir kısmı, FKA twigs’in hâlâ sonuçlanmamış olan davasına yönelik benzer fikirler paylaşıyor. Uluslararası Yönetişim Yenilik Merkezi’nin konu hakkındaki raporu, yapay zekanın bir sanatçının sesini taklit edebilmesi için veri tabanında sanatçıya ait diğer şarkılara ya da röportajlara erişimi olması gerektiğini vurguluyor. Yani yapay eserlerin hukuki bir tanınırlığı henüz olmasa da AI’ın veri tabanındaki şarkıların da telif hakkına tabi oluşunun, bundan dolayı ses klonlamanın zaten baştan hukuksuz bir uygulama olduğunun altı çiziliyor. Tabii hukuksuzluğun kaynakları sadece telif hakkıyla sınırlı değil, ayrıca sanatçıların seslerinin özel veri olarak yorumlanabileceğini ve bundan dolayı ses klonlama teknolojisi aracılığıyla dinlediğimiz yapay yorumların, veri koruma kanunlarına da aykırı bir doğada olduğu öne sürülenler arasında. Ayrıca Batı hukukunda telif haklarının yalnızca insanlara atfedilebileceği, böylelikle yapay zekanın herhangi bir sanat eserinde “yaratıcı” olarak kabul göremeyeceği de belirtiliyor. Rapora göre ses klonlama ile oluşan parçaların kazanca dönüştürülebilmesi için potansiyel üç taraf mevcut: Söz konusu yapay zeka programının yazılımcısı, içeriği üreten kullanıcı ve elbette sesin sahibi olan sanatçı. Bu statünün yasal olarak sanatçıya verilmesi durumunda en optimal gelişmelerin yaşanacağı düşünülüyor, çünkü böylelikle ses sahipleri içeriklerin tür ve kullanım alanlarında söz sahibi olarak gerekli kazancı da elde etme yetisini kazanabilirler.
Bu ihtimallere kapı aralayan kimi gelişmeler de mevcut. Sözleşmeli olduğu sanatçılar arasında Taylor Swift, Justin Bieber, Harry Styles ve Kendrick Lamar gibi isimlerin bulunduğu Universal Music grubu, bugünlerde Google ile sanatçıların seslerini patent altına almak üzerine görüşmeler sürdürüyor. Bir diğer endüstri devi Warner Music ise yine Google ile anlaşmaya giderek sanatçıların seslerini ücret karşılığında hayranları için bir oyun alanına çevirmeyi planlıyor. Kullanıcı odaklı bu projenin aksine Myvox adlı yeni bir platform, istikameti sanatçılara çevirerek belli bir ücret karşılığında onlara seslerini patent altına alma imkanı sunuyor ve dijital dönüşüme aracılık ederek sanatçıların kendi deepfake içeriklerinden kazanç elde etmelerini planlıyor. Son olarak YouTube, Dream Track adını verdiği bir projeyi geliştirme aşamasında. Platformla işbirliğine gidecek sanatçıların seslerinin klonlanmasına izin verecek bir bot yazılımı olan Dream Track, deepfake kökenli içerikleri “AI ile oluşturuldu” etiketiyle sunarak bir nevi tasnif yöntemi aracılığıyla bu potansiyel sorunun üstesinden gelmeyi hedefliyor.
Şüpheye pek de gerek yok: Deepfake ve ses klonlama teknolojisi, yapay zeka ile sanatçılar arasındaki ilişkide sömürünün başrolde olduğu çeşitli problemlere kapı aralıyor. Nitekim FKA twigs’in Amerikan Senatosu’ndaki ifadelerine dönecek olursak, aslında bu ilişkinin salt negatif yönde olduğuna dair bir yorumda da bulunamayız. Çünkü tıpkı Condé Nast’ın GPT ile işbirliğine giderek yapay zekanın olumlu yanlarına yüzünü dönmesi gibi, sanatçılar için de böyle uygulamalarla karşılaşmak mümkün. FKA twigs, günümüz müzik endüstrisinde reklam ve sosyal medyanın sanatçılar için elzem hale geldiğini belirterek yapay zeka ile bunu nasıl aşabileceğini vurguluyor: AI Twigs olarak adlandırdığı kendi dijital klonunu dört dilde konuşabilecek, görünüşünü ve sesini taklit edebilecek şekilde geliştiren sanatçı; kendisinin stüdyoda sanatına odaklanmaya devam ettiği müddet boyunca reklam ve sosyal medya operasyonlarını yapay zeka versiyonu ile sürdürmeyi planladığını açıkladı. Yine avangard müziğin bir başka figürü Grimes’ın da benzer bir çizgide ilerlediği söylenebilir. Kanadalı müzisyen ve prodüktör, GrimesAI adını verdiği bir yazılım geliştirerek geçtiğimiz aylarda sesini klonlamaya açık hale getirdi. Kullanıcıların yazılım aracılığıyla üreteceği içeriklerden gelen kazançları yarı yarıya bölüşecek şekilde kodlanan yazılım, Grimes’ın zamana adapte oluşunun sinyallerini verdiyse de görünen o ki kendisi, FKA twigs’in aksine sesinden verilecek mesajları pek de odağına konumlandırmıyor.
Konuyu sanat ve biriciklik bağlamında ele aldığımızdaysa farklı soru işaretleriyle karşılaşıyoruz. Tıpkı Heart On My Sleeve adlı parçada olduğu gibi yapay zeka, ses klonlamadan bir adım öne geçerek söz yazarlığı ve prodüksiyonu da üstlenirse bundan doğacak ürünü hangi kategoride tanımlayacağımız bir muamma. Çünkü AI, tıpkı illüstrasyonlarında gördüğümüz gibi halihazırdaki eserlerden parçaları bir araya getirerek sanatsal üretim oluşturuyor. Bir anlamda herkesin, diğer anlamdaysa hiç kimsenin yaratıcısı olmadığı sanat eserleri için “Kimin eseri olduğu belirsiz bir çalışma, hâlâ sanat altında kabul görebilir mi?” sorusu kaçınılmaz hale geliyor. Tıpkı hukuki anlamda olduğu gibi sanatsal anlamda da muhatabını bulmanın zor olduğu yapay zeka üretimleri, bundandır ki geleceğin müzik dünyasında yeni bir sınıf oluşumuna yol açabilir. Önümüzdeki günlerde elbette AI kökenli ve klon sesli hit parçalarla karşılaşabiliriz, ancak bunun tamamen gerçek bir sanatçının eseriyle aynı kategoride kabul görmesi mümkün görünmüyor. Tam da bu zaruri ikiliğe yönelen Uluslararası Yönetişim Yenilik Merkezi Raporu, yapay zekanın müzik endüstrisinde bir “rakip” yerine yardımcı bir araç olarak görülmesinin AI’ı korku dolu bir ihtimal olmaktan çıkaracağını öne sürüyor. Çoğu sanat eserinin biricikliğinin, kompozisyonun sanatçının diğer eserleriyle nasıl etkileştiğinin gözlemlenmesiyle onaylandığı bugünlerde yapay yaratıcılığın bu korelasyondaki yetersizliği, onu bir ana aktördense yardımcı oyunculuğa konumlandırıyor.
Nihayetinde kaçınılmaz ancak yönetilebilir bir yapay zeka yolculuğu insanlığı bekliyor. Bahsedildiği üzere sağlık ve bilgiye erişim alanlarında önemli gelişmelere önayak olabilecek teknoloji sanat konusunda farklı kuşkular yaratsa da tıpkı FKA twigs’in kamu davasında gördüğümüz gibi düzenleme talepleri; gelecekte yapay anlatıcılarla ilişkimizi en dengeli hale dönüştürmeye yöneliyor. Bir anlamda deneme-yanılma yöntemiyle de özetleyebileceğimiz teknoloji-insan arası dinamik, müzik dünyasında hatırı sayılır bir riskle kendini gösterse de olumlu bir bakış açısını sahiplenmekte şimdilik mahsur yok: Sanatın, hayattaki ihtimallerden doğan bir yaratıcılık formu olduğunu kendimize telkin ettiğimiz bu süreçte teknolojinin getirdiği potansiyel senaryolar, doğru düzenlemeler yapıldığı sürece geleceğin sanatını besleme, geliştirme ve korktuğumuz sömürünün aksine sanatçıları ticari kaygılar başta olmak üzere birçok engelden özgürleştirme potansiyelini taşıyor.