Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
The Idea of You’nun yayınlanmasıyla birlikte iyi örneklerini görmeyi beklemeyi dahi düşünmediğimi fark ettiğim romantik komedi türünün son yıllarda çıkan ve göz ardı etmiş olabileceğiniz eli yüzü düzgün örneklerinden bahsetmem gerektiğini gözlemledim.
Geçtiğimiz aylarda vizyona giren Anyone But You’nun, “Türü yeniden canlandırıyoruz, insanlar sinemaya sadece aksiyon franchise’ları izlemeye gitmeyecek, romantik komediler de vardır,” gibi sloganlarından hemen sonra karşımıza çıkan bu Anne Hathaway prodüksiyonu, The Idea of You aksine, sözünde duruyor.
Özellikle de 90’larda büyüyen nesil, ya da geçmişe dönüp bakmayı zevk edinenler, When Harry Met Sally, My Best Friend’s Wedding, Notting Hill, Sleepless in Seattle ve Clueless gibi filmleri döndür döndür tekrar izler. Bu, hem sonunu bildiğin bir şeyi izlemenin sağladığı konfor alanı, hem de bu filmlerin yayınlandıkları zamanlarda kuralları belirlemiş olmalarından kaynaklanıyor.
Hollywood’un Hollywood’luğunu en çok gösterdiği, kurallarını bize en çok kabul ettirdiği türlerden olduğunu düşünüyorum romantik komedilerin. Evlerin dekorasyonlarından, sizinle pek de rekabet içinde gibi görünmeyen başrol oyuncusunun doğal güzelliğine, sakarlığından, zaman zaman gardırobunda yaptığı bilinçli yanlışlara her şey öylesine ince bir şekilde hesaplanmış ki başka türlüsünü kabul etmekte zorlanıyor insan. Yıllar sonra Frances Ha ile tanıştık da tek meselenin erkek arkadaş bulmak değil, bir hayat kurmak, hayatta ne istediğini anlamak, o konuda ehlileşmek olduğunu anladık, ya da zaten anlamıştık da bunun da popüler bir filmin konusu olabileceğini görmüş olduk diyelim.
Neyse ne diyorduk, The Idea of You… Anne Hathaway, başrolünde olduğu filmde (Oscar’lı oyuncu burada aynı zamanda yapımcı olarak görev alıyor) Solene isimli bir sanat galerisi sahibini canlandırıyor. Üniversite yıllarından beri birlikte olduğu avukat kocasıyla (Reid Scott) üç sene önce ayrılmışlar ve 17 yaşında da bir kızları (Ella Rubin) var. Bir gün kendini, aslında kocasının eşlik etmesi gereken ama son anda işi çıkınca Solene’e kalan (anlıyoruz ki sık sık yaşanan bir durum), Coachella Festivali’nde kızı ve arkadaşlarının birkaç sene önce hayranı oldukları birboy bandolan August Moon’un (Take That, Backstreet Boys ya da BTS gibi düşünebilirsiniz, yaşınızı da anlarız ordan) özel etkinliğinde buluyor. Tuvalete gittiğini sanırken kendini grubun solisti Hayes Campbell’in (Nicholas Galitzine) hususi karavanında bulan Solene ve Hayes’in yolları da böylece kesişmiş ve önlenemez romansları başlamış oluyor.
Fotoğraf: Prime
Solene 40, Hayes 24 yaşındalar ve hikayemizin ana meselesi de bu. Kendine bir hediye vermek, hayatında bir kez olsun bir şeyi de kendi için yapmaya karar veren Solene ilişkiye “izin veriyor”, fakat sonrasında toplum baskısı, pek umursamasa da eski kocasının Kızılcık Şerbeti Fatih minvalindeki şuursuz yorumları ve kızının okulda gördüğü zorbalık gibi nedenlerden sevdiği adamdan ayrılmak zorunda hissediyor kendini. Kızıyla kurdukları ilişki, küçük yalanlar yüzünden ortalığın birbirine karışmaması, kendi ayakları üzerinde duran bir kadın portresi çiziyor olmasından dolayı film kesinlikle geçer puan alıyor. Bir de Anne Hathaway’in büyürken hepimizin pek bir korktuğu 40 yaşı, hem de olabilecek en doğal şekliyle, çok güzel bir şekilde yansıtıyor oluşu var tabii.
Son dönemin yükselen yıldızlarından Nicholas Galitzine’in canlandırdığı Hayes de ne çok aşırı yakışıklı ne çok erkeksi ne çok bebeksi ne çok fit ne de hımbıl görünümü ve başarılı performansıyla rolüne çok yakışmış. Bir boy band konu alındığından pek çok şarkı eşlik ediyor filme ve Galitzine her birini de kendisi seslendirmiş. Grubun sahne performansları ve kostümleri de oldukça inandırıcı. Son yılların iyi komedilerinden Bottoms, İngiltere Prensini canlandırdığı Red, White & Royal Blue ve başrolleri Julianne Moore’la paylaştıkları dönem dizisi Mary & George’la birlikte Galitzine ne sessiz ne de derinden, her yerde ve buna hiçbir itirazım yok.
Robinne Lee’nin kitabından uyarlanan filmin yönetmeni ise Michael Showalter (kendsini az sonra The Big Sick’le de anacağız). Lee bir röportajında Hayes karakteri için ilhamı başta Harry Styles olmak üzere çeşitli boy band üyelerinden aldığını söylemiş ve şimdilerde buna bin pişman. Herkesin Hayes ve Harry arasındaki yedi farkı bulma çabasından rahatsız; sonuçta her şey tamamen kurgusal derken, Styles ve kendinden yaşça büyük bir kadın olan Olivia Wilde’ın bundan birkaç sene öncesine kadar bizi oldukça meşgul eden ilişkilerini düşünmemeye imkan var mı? Bence yok. Ya da Don’t Worry Darling filminin promosyon günlerine gölge düşüren The Spit-Gate skandalını?
Neyse konuyu daha fazla dağıtmadan, türün son yıllarda izlediğimiz başarılı örneklerine bir göz atalım istiyorum.
Kaçırmış Olabilecekleriniz Ama Mutlaka İzlemeniz Gerekenler
Daniel Radcliffe ve Zoe Kazan’ın başrollerinde oynadıkları What If (The F Word olarak da bilinir) ilk aklıma gelenlerden. Bakın mesela bu filmi şu an hemen yeniden izlerim. Arkadaşlıkları aşka dönüşen bir çifti canlandırmışlardı burada Kazan ve Radcliffe, 2013.
Az önce de sözünü ettiğim, yine Michael Showalter’ın yönettiği, Kumail Nanjiani ve karısı Emily V. Gordon’un gerçek hikayelerinden esinlenerek birlikte yazmış oldukları The Big Sick. Yeni birlikte olmaya başlayan, birbirlerinden hoşlansalar da ilişkinin nereye gideceğinin henüz bilinmediği, ilişkinin o alacakaranlık zamanlarında yine Zoe Kazan’ın canlandırdığı Emily’nin aniden bir hastalığa yakalanıp aylarca komada kalmasıyla Nanjiani’nin kendini oldukça saçma bir pozisyonda bulmasıyla gelişen olayları izliyoruz filmde. Kız arkadaşının anne ve babasıyla (Holly Hunter & Ray Romano) hastanenin kafeteryasında oturdukları ve siyaset konuştukları sahne paha biçilemezdir mesela. 2017, Prime Video.
Onları çok fazla çalıştıran patronlarının akıllarını başlarına getirmenin yolunu çöpçatanlıkta bulan Glen Powell ve Zoey Deutch’un başrollerinde oynadıkları Set It Up, Powell’ın star ışığını ilk kez gözlemlediğimiz yapımlardandı. Şahsen Deutch’u da çok beğeniyorum ve bir an önce daha iyi bir kariyer planıyla karşımıza çıkmasını bekliyorum. 2018, Netflix.
Always Be My Maybe de yine son yıllarda birkaç kere izleme motivasyonunu sağlayan filmlerden biri oldu benim için (kendisinin berbat bir versiyonunu canlandıran Keanu Reeves’in muhteşem cameo’sunun da bir etkisi var bunda mutlaka). Ali Wong ve Randall Park çocuk yaşlarından beri en yakın iki arkadaşlar fakat ilişkilerinin romantikleşmesiyle ve korkular sarınca dört bir yanlarını birbirlerinin hayatlarından çıkarlar; ta ki dünyaca ünlü bir şefe dönüşen Sasha Tran (Wong) büyüdükleri San Francisco’ya yeni bir restoran açılışı için gelip de yolları yeniden kesişene kadar. 2019, Netflix.
I Want You Back de sözünü etmek istediklerimden. Eski sevgililerinin yeni ilişkilerini sabote edip kendilerine geri dönmelerini sağlamak için işbirliği yapmaya karar veren Charlie Day (It’s Always Sunny in Philadelphia) ve Jenny Slate’in (Parks and Recreation) önlenemez bir şekilde aşka düştükleri ama son ana kadar duygularıyla yüzleşmeye çekindikleri bu filmin özellikle final sahnesi şu an hala boğazımda minik bir yumru. 2022, Prime Video.
Slate’in hızlı başlayan bir ilişkinin ardından hamile olduğunu fark ettiği ve başrolleri Jack Lacy (The White Lotus) ile paylaştıkları Obvious Child’ı da izlemenizi tavsiye ederim.
Fotoğraf: Everett Collection
Son olarak da Anyone But You diyelim o halde. Sydney Sweeney (Euphoria) ve Glen Powell’ın (Hit Man) başrollerinde oynadıkları film tam bir “meet cute” ile başlıyor. Beklenmedik anda gelişen ve ertesi sabaha dek devam eden bu ilk buluşma yanlış anlaşılmalar sonucu kötü bitiyor ve bir yere gidemiyor. Çiftimiz bu olaylardan bir sene sonra, bu sefer Avustralya’da ailelerinden iki kişinin düğünü vesilesiyle çok samimi bir ortamda yeniden bir araya geliyor ve eski defterleri açmak zorunda kalıyorlar. Natasha Bedingfield’in Unwritten’ını yeniden popüler yapmayı da başaran film, “Türü yeniden geçerli kılacağız,” vaatlerinin içini tam olarak dolduramasa ve çekici başrol oyuncularının bedenlerinin bir sergisine dönüşse de, eğlenceli bir seyirlik.