Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
İspanyol yönetmen Pedro Almodóvar’ın İngilizce ilk uzun metrajlı filmi “Yandaki Oda”, Tilda Swinton ve Julianne Moore gibi iki mükemmel başrol oyuncusunu bir araya getiriyor. Yılın filmi olmaya aday bu ham melodram, yönetmenin kariyerinde önemli bir yere sahip.
Tilda Swinton (Londra, 1960), Pedro Almodóvar’ın (Calzada de Calatrava, 1949) Anthony Vaccarello imzalı özel dikim takım elbisesiyle kendisine doğru geldiğini görünce, “Çok şıksın Pedro!” diye bağırıyor. Onun kahkasına eşlik eden Julianne Moore (Fort Bragg, North Carolina, 1960), yönetmenin tamamı İngilizce çekilen ilk uzun metrajlı filmi Yandaki Oda’nın diğer yıldızı. Madrid’in kuzeyinde bir bahar günü ve filmin yapım ekibi, şimdiden 2024’ün en çok konuşulan filmlerinden biri olan bu melodramın son sahnelerini çekmek üzere New York’a uçmadan saatler önce Vogue çekimine zaman ayırarak bizlerle bir araya geliyor. Çekimlerin tamamlanmasından altı ay sonra, 18 Ekim’de vizyona girecek olan film, Eylül başında Venedik Film Festivali’nde ilk kez izleyicilerle buluştu. Venedik’in hemen ardından ise Almodóvar, 72. San Sebastian Film Festivali kapsamında Donostia Ödülü’nü alacak.
“Daha o kadar yaşlı olmasam da nedense önümdeki zamanın azaldığını fark ediyor ve daha neler yapmak istediğimi düşünüyorum. Bu da beni strese sokuyor çünkü kalan zamanı en iyi şekilde değerlendirmek istiyorum” diyor film yapımcısı birkaç saat sonra ofisinde. Görünüşe göre son zamanlarda art arda yeni projelerle karşımıza çıkmasa da bu telaşın bir sonucu. Önce 2020 yılında Tilda Swinton ile onu ilk kez bir araya getiren 30 dakikalık kısa filmi İnsan Sesi ile karşımıza çıktı, ardından Penelope Cruz’a Volpi Ödülü’nü kazandıran Paralel Anneler filmiyle 2021 Venedik Film Festivali’ne damgasını vurdu. Ethan Hawke ve Pedro Pascal’ın başrolünü paylaştığı orta metrajlı western filmi Hayatın Cilvesi’nin prömiyerini ise 2023 Cannes Film Festivali’nde gerçekleştirerek sinema dünyasına damgasını vurdu. “2020’den bu yana çok çalıştım, ancak bazı anlar oldu ki durmak ve beklemek zorunda kaldım. İşte o anlar benim için çok zor oldu. Çünkü yeni bir şeyler yapmak için çok uzun süre bekleyebileceğim bir yaşta değilim” diyor, ancak bu dönemleri en faydalı şekilde kullanmaya çalıştığının da altını çiziyor: “Pedro Pascal ve Ethan Hawke’ın Hayatın Cilvesi filminde rol alması için altı ay beklemek zorunda kaldım ve onları beklerken Yandaki Oda’nın senaryosunu yazmaya başladım. Ancak o dönem Cate Blanchett TÁR’ın setindeydi. Daha sonra da Avustralya’da başka bir film çekecekti. Senaryo hazır olmasına rağmen onun da sete çıkmasını beklemek zorunda kaldım.”
Yandaki Oda’ya kadar daha önce hiç İngilizce uzun metrajlı film çekmeyen Almodóvar’ın dört yıl önce, Cate Blanchett’in başrolünü oynayacağı ve yapımcılığını üstleneceği, Lucia Berlin’in Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı’nın beyazperde uyarlamasında yer alacağı haber olmuştu. Ancak Eylül 2022’de yönetmenin projeden ayrıldığı duyuruldu. “Düşünmek için çok zamanım oldu ve fiziksel olarak kendimi buna hazır hissetmediğime karar verdim” diye itiraf ediyor, İngilizce olarak çekeceği ilk filmine son rötuşları yaparken. İskoçya’daki evinden röportaja katılan Tilda Swinton, “Pedro’nun benimle bu film hakkında ilk kez ne zaman konuştuğunu açıkçası hatırlamıyorum. Sanırım İnsan Sesi’ni çektiğimiz zamanlardı ama emin de değilim. Çünkü o dönem Covid sonrası bizi nasıl bir dünyanın beklediğine dair bir sürü belirsizlik vardı” diyor ve ekliyor: “Çok fazla detay vermeden mutlaka benimle tekrar çalışmak istediğini söylemişti.” Moore, Swinton’ın aksine İspanyol yönetmenin bu rolü kendisine teklif ettiği anı çok net hatırlıyor. “Önce bana bir e-posta gönderdi. Sabah bilgisayarımı açıp onu gördüğümde çok heyecanlandım. Hiç beklediğim bir şey değildi. Kocama Pedro Almodóvar’ın bana bir mesaj gönderdiğini ve onunla bir film yapmamı istediğini söyledim, o da gözümü kırpmadan evet demem gerektiğini söyledi.”
La Manchalı yönetmen, Yandaki Oda’da Sigrid Nunez’in What Are You Going Through romanını özgürce beyazperdeye uyarlıyor. Filmde Tilda Swinton, ölümcül bir hastalığa yakalandığı için hayatı hakkında önemli bir karar vermek zorunda kalan savaş muhabiri Martha’yı; Julianne Moore ise Martha’nın eski iş ve yol arkadaşı Ingrid’i canlandırıyor. John Turturro, Victoria Luengo, Alessandro Nivola, Juan Diego Botto, Melina Matthews, Esther McGregor ve Raúl Arévalo da oyuncu kadrosunda karşımıza çıkan diğer isimler arasında. Swinton, hikayenin tüm ağırlığını taşıyan rolü için, “Zor olduğunu söyleyemem ama çok büyük bir sorumluluktu. Bu fırsatı yakaladığım için çok mutluyum çünkü farklı duyguları sırtında taşıyan biri olmayı seviyorum.” Julianne Moore ise hikayede dinleyici rolünü benimsiyor: “Çekimler sırasında çok zorlandığım anlar oldu. Sonuçta hasta birine eşlik ettiğinizde, onu iyi hissettirmek ve rahatlatmak istersiniz. Kolay değildi ama aynı zamanda iki kadının arasındaki o bağ ve dostluk çok ilgi çekiciydi.”
Swinton ve Moore, başarısız olması mümkün olmayan bir ikili. “Senaryoya uygun en doğru oyuncuları seçmek işin en önemli kısmı, sonuçta tüm film buna bağlı. Bence ikisi de olağanüstü bir iş çıkarmışlar” diyor Pedro Almodóvar ve ekliyor: “Örneğin Tilda çok özel bir fiziğe sahip, çok alışılmadık bir oyuncu. Bugüne kadar ona bu kadar dramatik derinliği olan bir rol verilmemişti. Eşsiz bir yüzü var. Onu her gördüğümde ağzım sulanıyor ve bence fiziksel olarak çok fazla hareket gerektiren karmaşık bir karakterde onun kadar ileri gitmek imkansız. Julianne ise gösterişten uzak gibi görünse de sadece onun gibi başarılı oyuncuların hayata geçirebileceği bir rol üstlenerek olağanüstü bir performans sergiliyor. Tilda’nın karakterini dinliyor ve ona bakıyor ama yine de yakın çekimleri Martha’nınki kadar etkileyici. Gözlerine baktığınızda onun nereye baktığını ya da onun gözlerinde ne gördüğünü görüyorsunuz. Hatta ne duyduğunu bile anlayabilirsiniz. Bunu yapmak çok zor bir şey ve o, bu konuda mükemmel” diye ekliyor. Venedik Film Festivali’nin sanat yönetmeni Alberto Barbera, geçtiğimiz günlerde verdiği bir röportajda Yandaki Oda’nın yılın geri kalanında Akademi’nin mutlaka radarına gireceğini belirtip, “Ben filmdeki tüm oyuncuların annesi gibiyim. Eğer ödüllerin bana ya da onlara gitmesi arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsam, kesinlikle onlara gitmesini tercih ederim” itirafında bulunuyor.
Yıllar boyunca pek çok büyük oyuncunun peşinden koştuğu Pedro Almodóvar’la çalışma hayali, Tilda Swinton’a sorarsanız başka bir boyut kazanıyor: “İlişkimiz gerçekten bir mucize gibi. Benim yaşımdaki tüm oyuncular gibi öğrencilik yıllarımdan beri onun çalışmalarını hayranlıkla takip ediyordum. Filmlerinde yarattığı dünyaya her seferinde daha fazla âşık oldum. Londra’da Derek Jarman ile kendi filmlerimizi yapmaya başladığımızda sürekli olarak Pedro’nun filmlerini izliyorduk. Yapmak istediğimiz uzun metrajlı filmlerin birçoğu onunkilerle bir yerden ilişkileniyordu. Kendisini hep uzaktan bir kuzenimmiş gibi hissediyordum ama onunla çalışabileceğim aklımın ucundan bile geçmemişti çünkü ben İspanyol değilim ve o da bence her akıllı insan gibi kendi dilinde çalışmayı tercih ediyordu. Bir noktada İngilizce bir film çekmeye başlayacağı hiç aklıma gelmemişti.”
İkili arasında ilk buluşma, her ikisinin de kendilerini daha rahat ifade edebildikleri Hollywood’daki bir etkinlikte gerçekleşmiş. İkinci buluşmada ise sohbet etmeye başlamışlar: “O gün Pedro’ya ‘İspanyolca bilmiyorum ama senin için öğrenebilirim ya da benim için sessiz bir karakter de yazabilirsin. Lütfen bunu bir düşün’ deme cesaretini gösterdim. Sözlerim karşısında güldü ancak bir süre sora İnsan Sesi projesiyle karşıma çıktı. Zaman içerisinde çok iyi iki arkadaş olduk. Hayatınızın herhangi bir noktasında bu kadar önemli biriyle tanışmak tabii ki harika bir şey ama hayran olduğunuz kişinin filmografisinin bir parçası olmak bunun da ötesinde. Yaşlandıkça öğrendiğiniz en büyük derslerden biri, daha az zaman harcamak ve sevdiğiniz şeyin peşinden gitmektir.”
Yandaki Oda onurlu bir ölüm fikrini hiç çekinmeden irdeliyor. “Böyle anlarda insanın kendi haysiyetini koruması gerektiğine hep inanmışımdır. Özellikle de yaşamın çok az şey, belki de sadece acı sunduğu durumlarda, birey kendi ölümüne dair kararı kendisi vermelidir. Bu bir insanlık meselesi” diyor Almodóvar. Sosyal medyada politik olarak oldukça aktif olan Julianne Moore da bu konuda kesin bir tavır sergiliyor: “Bence bu konu hakkında daha fazla konuşmalıyız ve Pedro da böyle düşünüyor. Ötenazinin yasadışı olduğu ülkeler var, olmadığı ülkeler var ama ölümcül hastalığı olan birine bir seçenek sunabilme fikri önemli.” Belli bir yaşa gelindiğinde insanların genellikle konuşmaktan çekindiği ölüm, tüm filmin merkezinde yer alıyor. “Yeni proje seçerken genellikle içinde bulunduğum dönemin etkisi oluyor. Örneğin yıllarca bir kadın ve anne olmaktan ötürü anne olmanın nasıl bir şey olduğunu farklı perspektiflerden anlatan filmler yaptım. Şimdi ise kendimi ölüme daha yakın hissediyorum. Benim yaşımdaki çoğu insan gibi son zamanlarda aile bireylerinin ve çok sevdiğim insanların aramızdan ayrılışına tanık olmaya başladım” diye itiraf ediyor Swinton. Moore ise başka bir konuya dikkat çekiyor: “Kahramanların filmde başlarına gelenler karşısında birlikte yol almaları çok etkileyici. Bunu düşünmek hepimiz için önemli çünkü dünyayı daha geniş bir perspektiften görmemize ve hayatın geçici bir şey olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor. Yarın ne olacağını bilemezsiniz.”
Almodóvar’ın yeni uzun metrajlı filminde, hikayelerinde genellikle kullandığı mizah unsurlarından hiçbiri yok. Bu film daha sert ve acımasız bir dram. “Bu özellikle tercih ettiğim bir durum. 75 yaşında 22 film yapmış biri olarak melodramı sevsem de duygusallık sınırını doğru tutmaya özen gösterdim. Bunu kontrol etmek benim için çok önemliydi” diyor İspanyol yönetmen ve Tilda Swinton bu filmin önceki filmlerle çeşitli paralelliklere sahip olduğunu belirtiyor: “Juliet hatta Annem Hakkında Her Şey’den detayları görebiliyorsunuz. Sonuçta karşımızdaki Pedro’nun kendisi. Geçen gün ona da yazdım. Bana göre Yandaki Oda’yı özel yapan filmografisindeki kayıp filmlerden biri olması. Bu film onun dünyasına o kadar ait ki 10 yıl önce bile çekmiş olabilir. Filmdeki diğer yapımlarla benzer noktaları aramak çok keyifli.” Almodóvar bu durumu “Filmi izleyen herkesin söylediği bir şey var ki o da bunun öncekilerden çok farklı bir film olduğu. Genellikle ben hikayelerin tam ortasında olduğum için mesafe koyup bunu fark edemiyorum. Filme tarafsız bir noktadan bakabilmem için üstünden üç yıl geçmesi gerekir. Şimdi, çok özel bir şekilde kurgulanmış bir senaryosu var ve kimseye böyle bir şey yazmasını tavsiye etmem” sözleriyle açıklıyor.
Filmin çekimleri 2024’ün ilk aylarında Madrid’de gerçekleşti. Beş ay boyunca Madrid’de yaşayan Tilda Swinton, 2008 yılında oyuncu arkadaşı Jim Jarmusch’un yönettiği The Limits of Control filminin çekimleri sırasında şehri çok sevmişti: “Size söylemeliyim ki Madrid’i çok seviyorum. Sadece Pedro orada olduğu için değil orada pek çok başka arkadaşım olduğu için. İskoçya’da kırsal bir bölgede yaşıyorum ve uzun zamandır bir şehre taşınmayı düşünmedim ama biri beni buna zorlasa, Madrid listenin en başındaki seçeneklerden biri olur. Bana 1980’lerde yaşadığım Londra’yı hatırlatan karanlık bir yanı olduğu kesin. Mutlu bir şehir değil; ancak tüm olumsuzluklarına rağmen son derece sağlıklı ve besleyici bir yaşam tarzı sunuyor. Müzeleri kesinlikle başka bir gezegenden.” Moore ise ilk kez bir basın turnesinin kendisine sunduğu birkaç saatin ötesinde şehrin doyasıya tadını çıkarma şansına sahip olmuş: “Şehrin en beğendiğim bölgelerinden biri olan Salamanca’da yaşıyordum ve her gün El Corte Inglés’e gidiyordum. Her gün. Orayı çok severdim. Her gece eve geldiğimde kendi kendime ‘Julie, bir daha gitmene gerek yok’ diyordum. Sonunda hep sırtımda çantamla yürüyordum” diyor gülerek. “Herkesle İspanyolca konuşmaya çalışarak bir şeyler satın alıyordum. Kocam beni ziyarete geldiğinde ise ona gidip dünyanın en iyi süpermarketini görmesi gerektiğini söyledim. Madrid'deki sanat dünyasının da inanılmaz olduğunu düşünüyorum. Prado Müzesi’ne daha önce hiç gitmemiştim ve nutkum tutuldu” diyerek kocaman bir gülümsemeyle sözlerini tamamlıyor.