Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Ahmet Vatan, çocukluk hayali olan hikâye anlatmanın büyülü dünyasına geç de kavuşsa, bunun mutluluğunu yaşıyor. İmzasının yer aldığı “Fatma,” “Asaf” ve “Aşkı Hatırla” gibi projeler, başarılı çalışmalarının devamının geleceğinin en güçlü kanıtı.
Fatma’nın sessiz çığlıklarını kaleme alan, Asaf’la izleyiciyi derin bir yolculuğa çıkaran, Aşkı Hatırla ile özlemi cesarete dönüştüren hikâyelerin mimarı Ahmet Vatan. Akademisyen olarak binlerce öğrencinin hayatına dokunan Vatan, aynı zamanda bir yazar ve senarist olarak üretmeye devam ediyor. Hande Erçel ve Barış Arduç’un başrollerini paylaştığı, orijinal hikâyesini yazdığı Aşkı Hatırla dizisi merakla izleniyor.
Onu farklı kılan yalnızca güçlü karakter kurguları ya da derinlikli diyaloglar değil; insanı incelikle gözlemleyen ve hassas bir dil kurabilmesi. Vatan, duyguların içinden geçiyor; bastırılmış ve unutulmuş olanı, kimi zaman da hiç dile getirilememiş duyguları sahneye çıkarıyor.
Ahmet Vatan: Geçen yılın sonunda Asaf, Netflix’te izleyiciyle; hemen ardından yıl başında Oğul, okuyucuyla buluştu. Çok yakın zamanda da Aşkı Hatırla, Disney +’ta yayına girdi. Bu sebeple ektiklerimi biçtiğim bir dönemde olduğumu hissediyorum. İş olarak bu kadar yoğun tempoda olmama karşın huzurlu, telaşsız ve iyi oluş halindeyim. Hayatın getirdiklerine genel bir kabul halindeyim diyebilirim.
AV: Bu üç şapkayla uzun süredir yolculuk yaptığım için hayatımda yerlerini epey süre önce buldular. Hatta birbirlerine hizmet etmeye başladılar. Akademisyenliğin disiplinini, yazarlık ve senaristlikte; yazarlık ve senaristliğin getirdiği yaratıcılığı ise akademik çalışmalarımda kullanıyorum. Bazen bir alan diğer alan için dinlenme alanı oluyor. Mola vermem gerektiğinde diğer şapkayı takıyorum. Bu sayede hiç durmadan üretim yapabiliyorum. Yazarlık ve senaristliğin de birbirini beslediğini söyleyebilirim. Yazarlık daha duygu işi, senaristlik daha teknik bir iş gibi geliyor bana.
AV: 14 yıl Türkiye’de farklı üniversitelerde öğretim üyeliği yaptım. Tüm akademik eğitimim turizm alanında. Bu iki unsur Anadolu’yu anlamamda çok yardımcı oldu. Binlerce öğrenci tanıdım. Onlar sayesinde heybeme farklı renkler doldurdum. Hollanda’ya yerleşeli üç sene oldu. Bazen kendimi “Acaba yazdıklarım Türkiye’ye uzak kalır mı?” diye sorguladığım zamanlar oldu. Anadolu’daki farklı aşkları konu edindiğim yeni kitabıma başlarken özellikle. Ancak dünya eskisi kadar büyük değil. Sıklıkla Türkiye’de de zaman geçiriyorum. Bunu bir dezavantaj olarak görmek yerine aksine bir avantaj olarak görmeye başladım. Çünkü Hollanda’da gün içinde zamanınızı ve enerjinizi çalacak şeyler yaşamıyorsunuz. Dolayısıyla daha üretken oluyorsunuz. Ülkeye uzaktan bakıyor olmanın faydasının da olduğunu söyleyebilirim. Daha objektif değerlendirmelerde bulunabiliyorsunuz.
AV: Kesinlikle 2021’de Netflix’te yayınlanan Fatma dizisi. Yıllarca mahlasla farklı edebiyat dergilerine ve fanzinlerine yazdım. Ancak Fatma’yla bu kadar geniş bir kitleye yazdıklarımın ulaşıyor olması benim için yeni bir şeydi. Ne zaman ki yazdığım sahneler vasıtasıyla izleyicilerle duygudaş olduk, o zaman yaptığım şeyin proje için ne denli büyük bir şey olduğunu anladım. Bu projede emeğimin değersizleştirildiğini çok sonra anladım. Bu da bir öğrenim süreciydi benim için. Her projede yeni şeyler öğreniyoruz. Ancak Fatma projesi sayesinde sonraki projelerde kendimi daha doğru konumlandırdım. Önceden kendimi “Ben bir akademisyenim ve hikayeler anlatmayı seviyorum” şeklinde anlatıyordum. Şimdi kendimi hikaye anlatıcısı olarak görüyorum. Bunu Fatma projesindeki iyi ve kötü deneyimlerime borçluyum.
AV: Aslını söylemek gerekirse aklınıza düşen bir hikâye sizi harekete geçiriyor. Tutkulu bir yazarsanız ekstradan kendinizi motive etmenize gerek kalmıyor. Gün içinde başka şeylerle ilgilenirken bile zihninizin arkasında hikâye tıkır tıkır işliyor. Benim yazma disiplinim yok. Bazı yazarlar gibi her gün oturup, bir buçuk saat yazayım gibi bir ritüelim yok. Onun yerine karakterlerle günlerimi geçirmeyi tercih ediyorum. Zihnimde iyice ete kemiğe büründüklerinde, karakterler onu yapar bunu yapmaz diyebilmeye başladığımda oturup yazmaya başlıyorum. Bu işi gerçekten çok seviyorum. Yazarlık benim çocukluk hayalimdi. Er ya da geç (bence geç, 40 oluyorum) bu hayale kavuşmanın keyfini çıkarıyorum. Bu sebeple de hikâye anlatmaya dair susuzluğum dinmiyor. İnsanlarla hikayeler aracılığıyla büyük bir duygu denizinde yüzüyor olmayı çok kıymetli buluyorum. Akademik çalışmalardaysa beni motive eden unsur genç araştırmacılara ve akademisyenlere yol arkadaşlığı etmek, zorlu yolculuklarını kolaylaştırmak.
AV: Oğul’u beğenmenize çok sevindim, teşekkür ederim. Her şey bir kamp ateşinin başında arkadaşlarla yaptığımız bir sohbetle başladı. Aile deneyimlerimizi paylaşırken bir arkadaşımızın anlattığı bir anısı “Aynı çatı altında aile bireyleri birbirlerini tanıyorlar mı acaba?” sorusunu getirdi aklıma. Buradan yola çıkarak ailedeki iletişimsizliğin aile fertlerinin hayatında nasıl etkiler bırakabileceğine dair bir roman yazmak istedim. Aslında Oğul’un tarihi Fatma projesinin evveline dayanıyor. Memleketten uzaklaştığım, kendime yakınlaştığım bir seyahatimde yazdım ilk sayfasını. Ancak hem akademik kariyer yolculuğu hem de Fatma ve Asaf’ın yoğun yazma dönemi Oğul’u biraz geri planda bıraktı. Asaf’ın senaryosunu kilitledikten sonra hikâye severin direkt benden okuyacakları bir eserin zamanı geldiğine inanıp Oğul’u bitirdim.
AV: Oğul bir baba-oğul hikayesi gibi görünse de aslında bir aile draması. Zorlayan diyemem ancak dikkat ettiğim husus aile kavramını kutsallaştırmamaktı. Çünkü özellikle günümüzde toplumun kutsallaştırdığı aile kavramını içselleştirebildiğimi söyleyemem. Benim aile kavramından anladığımla toplumun aile kavramı arasında epey farklılıklar var. Günümüzün kutsallaştırılan ailesi dertleri, problemleri konuşmayalım, görmeyelim, ses çıkarmayalım yeter ki bir arada olalım istiyor. Ben aksine aile içinde iletişimin açık olması gerektiğine inanıyorum. Hatta bunun toplumun yararına da olacağını düşünüyorum. Kan bağıyla ailenin ya da seçilmiş ailenin yaraları saran, pusula olan, yeri geldiğinde dinlenme adası olan bir yer olması gerektiğine inanıyorum. Beni en çok heyecanlandıransa babasının cenazesi için yola çıkan Barış’la okuyucunun bu yolculuğa çıkacak olmalarıydı. Barış’ın yan koltuğunu onlara ayırdım. Barış İstanbul’dan Bodrum’a fiziki bir yolculuk yapıyor ancak bu aynı zamanda ailesinin geçmişine de bir yolculuk. Okurla hikayedeki yolculukta duygu duraklarında mola verip, yola beraber devam etmek beni heyecanlandıran taraftı.
AV: Oğul’un filmini yapmak için kolları sıvadık. Henüz kimseye emanet etmedim. İyi bir film olması için en içime sinen, en doğru bileşenlerin bir araya geldiği ideal yolu tayin etmeye çalışıyoruz. Oğul’un senaryosunu kendim yazdığım ve yönetmen olarak Özgür Önurme’ye teslim edeceğimden içim rahat. Ancak birkaç sahne var ki onlar olabildiğince romana yakın olsun istiyorum. Kemal’in gönül yarasını dinlediğimiz, Zerrin’in annesiyle olan konuşması ve günün devamı, Barış’ın mezardaki babasıyla sohbeti ve Ayşe’nin hesap sorabileceği bir babasının artık olmadığını anladığı an. Şu an bu soruya cevap verirken Oğul’un filmi için ne kadar heyecanlı olduğumu fark etmişsinizdir. Umarım en kısa sürede güzel haberler paylaşacağız.
AV: Fatma ve Asaf projelerinin orijinal hikayesi Özgür Önurme’ye ait. Bu iki projede ben ona senarist olarak yol arkadaşlığı yaptım. Aşkı Hatırla benim orijinal hikayem. Bu sefer kendisi bana senarist olarak yol arkadaşlığı yaptı ve yönetmen koltuğuna da oturdu. Oğul filminde de yönetmen koltuğunda olacak. Birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Birbirini tanıma ve anlama mesaimiz kısa sürdüğü için enerjimizi projeler için daha çok kullanabiliyoruz. İkimiz çok farklı karakterleriz. O daha teknik bir senarist, ben daha duygu üstünden ilerleyen bir yazarım. Dolayısıyla birbirimizin farklılıklarını avantaja çeviriyoruz. Biz yazarken zaten Özgür aklında çekmeye başlıyor. Bence ortaklığın en büyük getirisi bu. Senarist koltuğundan kalkıp yönetmen olarak sete çıktığında zaten kafasında her sahneyi defalarca çekmiş oluyor. Bu durum oyuncuların ve set ekibinin de işini kolaylaştırıyor. Tüm bunlar da güçlü bir iş birliğini beraberinde getiriyor.
AV: Fatma’yı kurguladığımız bir günün sonunda Özgür Önurme’ye dönüp ‘’Fatma’yla çok ağır bir hikâye anlatıyoruz. İnsanlara iyi hissettirecek bir iş yapmalıyız’’ dedim. Ertesi gün kurguya gitmeyip oturup Aşkı Hatırla’nın orijinal hikayesini yazdım. Aslında bu bir film projesiydi. Ancak Disney + ekibi hikâyeyi çok sevdi ve dizi yapıp yapamayacağımızı sordu. Yeni karakter ve hikâye akslarını ekledikten sonra dizi yapmaya karar verdik. Sonra Hande Erçel ve Barış Arduç’la yollarımız kesişti. Hande ve Barış’a projeyi anlattığım gün onlara ‘‘Ben bu hikayeyle aşkı arayan, aşkı özleyen ya da uzun ilişkisinde aşkın ışığını kaybetmiş insanlara aşkı hatırlatmak istiyorum’’ dedim. Onlar da hemen karakterlerinin detaylarına inmek istediler. Yalnızca Hande ve Barış değil; birbirinden değerli ve yetenekli oyuncu kadromuz karakterlerini çok sahiplendiler. Böylelikle ortaya içimize sinen bir iş çıktı.
AV: Aşk herkes için başka bir şey ifade ediyor. Kimisi için aşk bir ajanda, kimisi için bir takıntı, kimisi için imkânsız, kimisi için çok da büyütülecek bir şey değil. Günümüzde bence insanlar aşk yaşamaya korkuyorlar. Bundan dolayı da yaşadıkları geçmiş aşkın hatıralarına sığınıyorlar ya da idealize ettikleri aşkı bekliyorlar. Aşkın bizden çıkardığı başka ve bizim de yeni tanıdığımız bir kişi oluyor. Sanırım insanlar bazen de yaşadıkları aşkın içindeki kendilerini özlüyorlar. Güven günümüz ilişkilerindeki en büyük problem bence. İnsanlar dibini göremedikleri bir suya dalamıyorlar. Hayatın öncelikleri de aşkı geri plana atıyor. Bir şekilde herkes var olmaya derdindeyken sıra aşka gelmiyor. Bazen de kişi kendine güvenemiyor. Yaşadığı tecrübelerden dolayı aşktan korkuyor. Yara bere içinde kalacağıma eski aşkların hatıralarıyla yaşar giderim diyor. Ancak dizide de söylediğimiz gibi ‘‘Aşk bir eşikten geçip, seni bekleyenlerle yüzleşme cesaretiymiş aslında.”
AV: Dizide hem Güneş hem Deniz iki uçta yükselip alçalıyorlar. Olması gereken diye düşündükleriyle kendi istekleri ikilinin içinde yumruklaşıyor aslında. Bir taraftan daha fazla sarsılmamak için kendilerini korumaya çalışıyor ancak bir yandan da aşkın kışkırtıcı davetine kayıtsız kalamıyorlar. Bu çatışma ikisinin arasındaki çekimi güçlendiriyor. Biri adım attığında diğeri çekiliyor, diğeri adım attığında öteki duygudan mantığa geçmiş oluyor. Aşk dediğimiz şey bir bulmaca gibi. Birbirimizi çöze çöze sonuca ulaşıyoruz. Çözdüğümüzde de geçinmeye niyetimiz varsa mutlu bir beraberliğe ilerliyoruz. Geçinmeye niyetimiz yoksa bıkana kadar kaçma kovalamacadayız. Yazar olarak taraf tutamam ancak Ahmet olarak ben Güneş’in tarafındayım. Daha uzlaşmacı olduğuna inanıyorum. Deniz kadar katı olmamak gerektiğini düşünüyorum. Bu arada kanımca insan hayatında her ne yaparsa temelde kendine hizmet etmek için yapıyor. Kimisi buna bencillik diyebilir. Ben buna “kendi kıymetini bilme” diyorum.
AV: Bir projeyi yaratırken dikkat ettiğimiz kıstaslardan biri lokal bir hikâye anlatalım ama globalde de karşılığı oluyor. Şu ana kadar yaptığımız projelerde bu mutlak amaca ulaşmak bizi hem mutlu etti hem de gururlandırdı. Fatma dizisinin Güney Afrika’da adaptasyonunun yapılmış olması, yakın zamanda ikinci sezonunun da yayınlanması yapma gayretinde olduğumuz şeyi başardığımızı gösteriyor. Çalışmalarımızın global ölçekte ilgi görmesinin getirilerinden biri, farklı ülkelerden de bizimle çalışmak istemeleri oldu. Şu an İspanya için orijinal hikayesi bana ait olan, Özgür Önurme’nin yaratıcılığını yapacağı bir dizi geliştiriyoruz. Ancak tabii ki sete çıkana kadar bu iş olmuştur diyemiyoruz. Fakat o tarafta da keyifli bir yol akıyor.
AV: Asla müdahale etmezdim. Hayatta beni zorlayan şeylerin beni güçlendirdiğini çok erken yaşta anladım. Bu sebeple her zorluğun bana getireceği bir güzellik olduğunu biliyorum. Bugüne kadar hayatımda bu şekilde işledi. Dilerim bundan sonra da aynı şekilde devam eder.
AV: Anadolu’dan Sevgilerle dijitale bir dizi mi yoksa kitap mı olsa diye çok düşündüm. Antoloji dizisi olacağı için yapım süreci meşakkatli. Her bölüm başka şehir, her bölüm başka oyuncular. Şu an dizi yapmak için doğru zaman değil diyerek kitap yapmaya karar verdim. Konumuz aşk. Ancak sadece bireyler arası aşk değil. Mesela ilk öykü okuma aşkıyla yanıp tutuşan Mardinli genç bir kızı, ikinci öykü hastalıklı ilişkisinden kurtulmaya çalışan Ankaralı bir akademisyeni, üçüncü öykü ileri yaşta yeniden aşka düşen Trabzonlu Hava ve Adem’i, dördüncü öykü yaradan aşkının buluşturduğu Konyalı Hikmet ve Yunan Azis’i, beşinci öykü yaşama aşık olan İzmirli Bahar’ı anlatacak. Son bölüm tabii ki İstanbul… Ancak iki öykü arasından hangisiyle final yapacağıma henüz karar vermedim. Kitabı yıl sonu bitirmeyi planlıyorum. Anadolu’dan Sevgilerle bize özetle şunu söyleyecek: “Günümüzün dünyası da bir nevi Nuh’un gemisi. Ancak bu gemiye sadece aşıklar binebilir…”.