Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Mehmet Ali Sanlıkol, cazdan klasik Türk müziğine uzanan zengin anlatısını yeni albümü “7 Shades Of Melancholia” ile bir kez daha görünür kılıyor.
1990’lı yılların ortasında Boston’a doğru yola çıkan genç bir müzisyenin hayali, caz sahnesinde kendine yer bulmaktı. Ancak bu yolculuk yalnızca cazla sınırlı kalmadı. Grammy adayı piyanist ve besteci Mehmet Ali Sanlıkol, bu ay kendi adını taşıyan Quintet’iyle birlikte Kıbrıs ve Türkiye’yi ziyaret ederken, klasik Osmanlı ve Türk müziğinden Bizans müziğine, tasavvuftan etnomüzikolojiye uzanan çok katmanlı müzikal yolculuğunu ve yeni albümü 7 Shades of Melancholia’yı Vogue Türkiye ile paylaştı. Bugün caz, geleneksel Türk müziği, klasik müzik ve progresif rock alanlarındaki birikimlerini özgün bir potada buluşturan Sanlıkol, müzikal kimliğini yalnızca seslerle değil tarihsel hafızayla da kuruyor.
Mehmet Ali Sanlıkol’un hikayesinden yalnızca bir müzik kariyeri olarak bahsedemeyiz. Onunkisi aynı zamanda kültürel aidiyet, akademik derinlik ve kişisel dönüşümle örülmüş çok yönlü bir yolculuk. 1993’te caz eğitimi almak için Boston’a giden Sanlıkol, Berklee College of Music’te caz ve film müziği alanlarında çift anadal yaptıktan sonra New England Conservatory’de caz üzerine yüksek lisansını tamamladı. Bu süreçte ilk albümünü yayımlayan sanatçı, dünyaca ünlü festivallerde sahne aldı, New York’taki prestijli BMI Jazz Composers Workshop’a kabul edildi. Ancak tüm bu başarıların ardından rotasını bambaşka bir yöne çevirdi: Klasik Osmanlı ve Türk müziği. “Bu müziği çalışmak demek tarih, tasavvuf, Bizans Müziği gibi alanları da araştırmak demek oluyor. Eski yazı öğrenmek gerekiyordu. Harvard Üniversitesi’nden Prof. Dr. Cemal Kafadar ile çalışma fırsatı buldum. Cemal Hoca ile çalışan herkesin dünyaya bakışı değişir. Öyle olmasa ‘Ben cazcıyım’ diyen bir adama sahip çıkmazdı.” Sanlıkol’un 2014’te başlayan caz sahnesine yeniden yönelişi, üretimlerinde daha rafine ve özgün bir müzikal dilin de habercisi oldu: “Hem Whatsnext? isimli caz orkestra albümüm hem de yaylı orkestra için yazılmış Vecd isimli bir eserimin ilk kaydının yer aldığı bir başka albüm daha çıkmıştı. Hatta o sene Vecd’in yer aldığı albüm Grammy’de oda müziği kategorisinde finale kalmıştı. Zaten Grammy ödüllerine iki kez gidişim de hep klasik kompozisyon çalışmalarımla oldu.”
Bu yıllar, Sanlıkol’un artık sadece çok sayıda müzik geleneğini bilen değil onları içselleştirmiş ve dönüştürerek kendi anlatısına katmış bir besteciye evrildiği yıllardı. “Bugün ister doğaçlama yapayım ister bir makam eseri besteleyeyim, o müzik artık bana ait bir dilden süzülüyor. Çünkü kendimi birden fazla müzik geleneği arasında bir tercüman gibi görüyorum. Bu yüzden de Türk müziği enstrümanlarını Batı müziği enstrümanlarıyla yüzeysel ya da klişe bir biçimde değil daha derin ve rafine noktalarda bir araya getirmeye çalışıyorum.” Bu çok katmanlı yaklaşım, sanatçının 7 Shades of Melancholia isimli yeni albümünde de tüm yoğunluğuyla hissediliyor.
Sanlıkol’a göre bu albümdeki “melankoli” aynı zamanda taşıdığı kültürel hafızanın bir uzantısı. “Bir besteci için ortaya koyduğu her müzikal çalışma ister istemez kendi iç yolculuğunun bir dışavurumu. Ancak ben yurtdışında adeta bir kültür elçisi olarak da vazife yaptığım için özellikle Amerikalılara kültürlerarası bir çağrıda bulunduğumu düşünüyorum. Çünkü bu müzik sadece bana ait değil. Geldiğim coğrafyaya, inançlara, dillere hatta zamanlara dair bir anlatı taşıyor.” Bu çağrı enstrümanlara da uzanıyor. Sanlıkol’un kendi tasarımı olan ve albümde de kullandığı Rönesans 17 adlı mikrotonal klavye hem ses evrenini hem de caz bağlamındaki mikrotonalite kullanımını dönüştürüyor. “Bu sayede bugüne kadar deneyimlemediğim bambaşka duyumlar ve kombinasyonlar ortaya çıkıyor” diyor. Örneğin; albümdeki Şedd-i Araban Şarkı için bu enstrümanı özel olarak programlayan sanatçı, Türk müziğinin komalı seslerini caz estetiği içinde ilk kez bu denli rafine bir şekilde deneyimlediğini belirtiyor: “Çok güzel olacağını düşündüğüm bazı kombinasyonlar kötü tınlarken, kötü olacağını düşündüğüm bazıları ise olağanüstü zenginlikteydi. Kendi adıma ses evrenimin beklenmedik şekilde genişlediğini söyleyebilirim.” Sanlıkol’un bestelerinde sıkça duyulan melankoli, belirli bir duygu yönlendirmesinden çok, sanatçının kendi kültürel hafızasıyla temasından doğan bir sonuç gibi. “Albümü oluştururken dinleyicide bırakacağı temel bir duygu üzerine çok düşünmedim. Ancak eserlerin hepsinde bir şekilde ‘Türk’ kültürü öğesi var. Bu öğeler birbirinden çok farklı tarz ve üsluplarda işlendiği için coğrafyamızın tarihsel ve sosyal DNA’sına işlemiş olan melankolinin farklı tonlarının albüme egemen olduğunu ancak albüm tamamlandıktan sonra fark ettim.” Bu çeşitlilik onun müziğine yöneltilen “kategorilere sığmaz” tanımlamasını da açıklıyor. “Sanırım haklılar” diyor. “Ama bu tanımı albümlerden çok, genel müzikal duruşum için yapmak daha yerinde olur.” Örnek olarak Spotify’daki dinlenme verilerini gösteriyor: “En çok dinlenen parçalarım, 2000’li yılların sonlarında yaptığım geleneksel Türk müziği albümlerinden. Üçüncü ya da dördüncü sırada, geçen yıl çıkardığım Talk About A Turkish Blues adlı single var; elektro ud çalıyorum.
Dinleyicilerin beni tanıyabilmesi için Spotify’da epey derinlere inmeleri gerekiyor ki benim caz ve klasik albümlerimi de dinleyebilsinler.” Mehmet Ali Sanlıkol’un müziği, türlerin ötesinde, zamanlar arası bir diyaloğa dönüşüyor. Bu diyalogda melankoli de var, coşku da; akademik disiplin de var, sezgisel doğaçlama da. Ama en önemlisi, hepsinin altında yatan bir özgünlük: anlatılacak bir hikaye ve her seferinde onu başka bir biçimde anlatmayı bilen bir ses.