Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Söze ruh dünyasından girdik; sevgilisinden kız kardeşine, oyuncularla çevrili özel hayatından çıktık. Oyuncu Hande Soral, esprili tavrı, mesleğine ve hayata dair tutarlı kararları, özgüveni ve mütevazılığı ile gönlümüzü aldı. Yiğit Karaahmet yazdı; hem Hande Soral’ı, hem de Soral’lara dair senaryo planlarını...
Açıkçası Hande Soral’la buluşmadan önce biraz endişeliydim. Hakkında pek bilgi yoktu. Kendini anlatmaya üşenen, o sıkıcı yeni ünlü kızlardan biri daha, diye düşünüyordum. Ama karşımda ekose şifon elbisesi, hafif makyajıyla gayet taze görünen Hande Soral, tahminlerimin tam aksinde bir insan çıkıyor. Sadece röportajlarında kötü aktarılmış biraz... Gayet derin, mantıklı ve son derece eğlenceli biri. Espriden anlıyor, devam ettiriyor, verdiğim tüm pasları anında gole çeviriyor. Ve en önemlisi, kendisiyle çok barışık; ne istediğini harika örneklerle çok net ifade ediyor.
Hande Soral oyunculuğa tesadüfen başlayanlardan değil. Bu, onun çocukluk hayali, hep yapmak istediği meslek aslında... Okulun her gösterisinde başrol oynuyor, sunuculuk yapıyor, koronun da solisti; her gösterisinden sonra eve tanımadığı insanlardan çiçekler geliyor. Ama sadece bu alanda değil, aynı zamanda derslerinde de çok iyi. Ve bu her dalda başarılı öğrencilik durumu, yoluna engel çıkarmakta gecikmiyor. Türk eğitim sisteminin işgüzar öğretmenlerinin zorlamasıyla yolun yarısında konservatuvardan cayıp bir başka bölüm okumaya karar veriyor. “Madem oyuncu olacağım, o zaman psikoloji seçeyim bari işime yarasın, diye düşündük. İki saat kafa yormaların ardından ağlayarak el sıkıştık ve “Hoş geldin aramıza” dediler. Dokuz tercihim vardı hepsi psikolojiydi.” Bu dokuz tercih arasından ODTÜ’ye girecekken, babasının ‘Kızım sen oyuncu olmayacak mısın? Ne yapacaksın Ankara’da?’ diyerek haklı yönlendirmesiyle son anda tercihini değiştiriyor ve Bilgi Üniversitesi Psikoloji bölümüne giriyor. “Babam bu aklı vermemiş olsaydı oyuncu falan olamazdım ben. Şu an büyük ihtimalle Ankara’da akademisyendim”.
Üniversitede okurken oyunculuk tutkusundan vazgeçmiyor. İlk olarak Komedi Dükkanı’nda küçük bir rol üstleniyor. Programı bilmiyor, ne olup bittiğine dair hiçbir fikri yok, “Sahneye çıkacağım içime doğdu” diye anlatıyor o günü... “Arkadaşımla Starbucks’da kahve içiyoruz, bana peçete imzalattı ünlü olacağım diye. Hâlâ duruyor. Bu kadar inançla gittim, neye güvendim bilmiyorum. Birini istediler, elimi kaldırdım ve sahneye çıktım.” “Bu ne özgüven?” diye soruyorum, gülüyor, “Bu hep vardır ama. Sesim korkunçtur mesela, ama Tarkan konserde sahneye biri gelsin dese, önce ben atlarım. Kardeşlerimin doğum günü videoya çekilir ben masanın üstündeyimdir. ‘Bana bakın, ben de buradayım’ diye bağırırım.”
BKM ekibinin onda ne bulduğunu bilmiyor ama iki gün sonra aranıyor. Onu bir oyunculuk kursuna yazdırıyorlar, hemen ardından şimdiki ajansı Icon Talent Management, Hande’yle tanışmak istiyor. “19 yaşındayım. Ajansla tanışmaya gidiyorum diye topuklu çizmelerimi giydim, kırmızı rujumu sürdüm, saçımı toplattım. Meğer beni Küçük Kadınlar dizisinin casting’i için çağırmışlar. O halimle tam bir küçük kadındım aslında. Ama beni düşündükleri rol sokakta top oynayan, dövüşen bir kızmış. İki gün sonra yırtık jean’le, makyajsız gittim. Bu sefer oldu. Dizi bir buçuk ay sonra yayınlandı. Reyting nedir, bilmem. Sokağa çıktım, herkes fotoğrafımı çekiyor. İşte o zaman anladım ne olduğunu.” Hem dizi setlerini, hem okulu yürütmek ilk başta epey zormuş ama asla herhangi birini bırakmayı düşünmediğini anlatıyor: “Uyku yok, sosyal hayat hiç yok. Arada bir dışarı çıkıyordum kafam dağılsın diye ama o zaman da su içiyordum. Sonra da koşa koşa eve dönüp ezber yapıyordum.” Dedim ya, akıllı kız. Böyle bir çalışma temposuna rağmen okulu üç buçuk senede bitiriyor. Ya ben? Dünyanın en kolay okulunu ancak 14 yılda bitirebilen ben!..
Soral’ın eğitimi sırasında onu bu kadar zorlayan tek şey yoğun setler değil. Okul stajı için bir şizofreni hastasına terapi yapıyor. Bu dönemi, hayatının en ilginç dönemlerinden biri olarak anlatıyor: “Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde staj yaptım. Orada kimsesiz hastaların tutulduğu bir L katı vardır. Her gittiğimde bambaşka bir hikaye dinliyordum. Çok zor bir deneyimdi. Hastalardan biriyle ilgileniyordum. Benim kontrolümde dışarı çıkıyor, bahçede geziyordu. Sosyalleşiyordu aslında. Çok büyük bir ilerleme kaydettik. Ruhsal hastalıkların tedavi süreci kendini iyi hissetmekle başlar, belki de bu durum ona iyi geldi.” “Siz bu durumdan etkileniyor muydunuz?” diye soruyorum, kafasını sallıyor. “Okulda etkilenmememiz gerektiği öğretiliyor ama hiç kolay değil. Hastanede gördüğüm şeyler kolay kabul edilir şeyler değildi.”
Üniversiteden sonra tamamen oyunculuğa yönelse de, psikoloji defterini kapatmış değil. Gelecekte oyuncu psikoloğu olmayı düşünüyor. “Oyuncular karakterin etkisi altında kaldığı için mesleki deformasyon yaşıyor mu?” diye soruyorum, “Böyle bir şey varsa da çok üzücü bence” diyor. “Herkesin oyunculuk yöntemi, ekolleri veya bir role hazırlık rutini birbirinden farklı. Bunu yaşıyor olabilirler.” Onun oyunculuk ekolü, ‘eylem duyguyu getirir.’ “Kişinin kendisine ait duyguları kullanarak oyunculuk yapmasının çok da doğru olduğuna inanmıyorum. Kendi duygularını role yerleştirmek yerine, canlandırdığın karaktere ait bir duygu bulmalısın. Var olan duyguları kullanmak insanı yıpratır. Hissettiğin başka duyguları çağrıştırabilirsin, bunun için karakterle ilgili bilgileri kullanman gerekir. Örneğin bana bir karakter geldiğinde, doğduğu andan itibaren yaşamını bilmek istiyorum; burcunu, ailesini... Ne kadar geniş bir alanda fikir sahibi olursam, çalışmam da o kadar kolay oluyor.”
Psikoloji sohbetimizi biraz da hayatına kaydırıyoruz. Oyunculuk kariyerine 19 yaşında başlamış, şimdi 30’larında bir genç kadın. Bu yaş dönümü onda neleri değiştirdi, merak ediyorum. “30 olmayı bekliyordum aslında,” diyor. “Kadınlar için 28-35 yaşları arasında bir arayış söz konusu. Ben 28’imde bunun bir sinyalini aldım. Kapadokya’da çekimdeydim, bir taş evim vardı, başka da hiçbir şeyim yoktu. O bir sene boyunca ‘ben ne yapıyorum’ diye düşündüm. .. Muhteşem bir deneyimdi. Çok zordu ama çok da güzeldi. Onu atlattım, şimdi de bir korku geldi; her şeyle ilgili bir korku var. Scuba dalgıcıyım, senelerdir de dalıyorum ama suyun altında kalmaya korkuyorum. Belki ülkeyle ilgili bir durumdur bu. Ve aslında korku da değil belki, bilinçlenmek. Yaşlanma korkum yok, sadece ölüm kavramı hayatıma girdi. Ölümle yüzleşmek biraz korkutuyor. Bununla yaşamıyorum ama hayatımda böyle bir gerçeklik var artık.”
Peki ya biyolojik saat çalmaya başladı mı? “Artık vakti geldi,” diyor, “Seneye bir çocuk istiyorum. Eylül-Ekim gibi evleneceğiz zaten.” Tam da o an, tıpkı biyolojik saat gibi telefonu da çalıyor ve bir sene sonrası için planladığı çocuğun müstakbel babası, erkek arkadaşı oyuncu İsmail Demirci arıyor. Kuru temizlemeyle ilgili direktifler veriyor, sonra nasıl tanıştıklarını soruyorum. “Bodrum’da bir konserde tanıştık. Gerçi, öncesinde birbirimizi tanıyorduk; televizyonda izleyip kim bu çocuk demiştim, o da aynısını benim için düşünmüş. Öyle uzaktan uzağa beğenmişiz birbirimizi. O akşam konserde yanıma gelip ateş istedi.” “Var mıydı ateşiniz?” diyorum, gülüyor, “Ateşim vardı da, ‘Bu çok kötü bir numara’ diyerek döndüm. O da cebinden iki tane çakmak çıkardı, ‘Ne yapayım aklıma başka bir şey gelmedi’ dedi. O gün tanıştık ve ertesi gün Bodrum’dan ayrıldı. Bir hafta hiç görüşmedik. Sonra Çeşme’de buluştuk. Orada yine son günleriydi, yine dönüyorlardı. ‘Gitmez herhalde’ diyordum, ama yine gitti. Uçağı altı saat rötar yapınca bu bir işaret herhalde, diye geri geldi ve beraber tatil yaptık. Aslında öyle başladı, döndüğümüzde sevgiliydik.”
İki oyuncunun sevgili olmasını zor bulmuyor: “İki mimar ne kadar zorlanıyorsa biz de o kadar zorlanıyoruz,” diyor. Sevgilisinin yeteneğine hayran; zaten işine hayranlık duymasa, saygı barındıran bir ilişki yaşayamayacaklarını düşünüyor. Soral’ın özel hayatına dair kararları da tutarlı. Mesela erkek arkadaşıyla aynı dizide rol almayı düşünmüyor. “Alanlarımızı seviyoruz biz. 7/24 beraber olmak, sette uzun vakitler geçirmek çok yıpratıcı. Bunun stresi her zaman en yakınına patlar, ben böyle bir şey olmasını istemiyorum. Birbirimize zarar verebiliriz,” diyor. Peki tansiyonu yüksek bir ilişki mi yaşıyor? “Zaman içinde sakinledi. Eskiden fikir alışverişlerimiz bile daha tansiyonluydu, şimdi daha bir rayına oturdu, çözüm odaklıyız. Ben onu tanıdığım üçüncü günde, bu adamla evleneceğim, dedim ve bunu ona da söyledim. Çünkü evleneceğim insanı gördüğümde tanıyacağımı biliyordum. Ve İsmail o adamdı. Birinci yılımızda da evlenme kararı aldık.”
Soral’ın hayatındaki tek oyuncu erkek arkadaşı değil. Kız kardeşi Bensu Soral da onun hemen ardından oyunculuğa başlamış; ablasıyla şöhret yolunda iki rakipler de aslında. Bensu Soral’ı ablasının etrafındaki insanların yönlendirmesi oyunculuğa itmiş. “Lütfen doğruyu söyleyin” diyorum, “Biraz sinir olmadınız mı? Hem maddi hem de manevi anlamda rolünüz çalınmış gibi hissetmediniz mi?” Yanıtı, kesin ve net. “Asla,” diyor, “Gurur duyuyorum kardeşimle. O kadar mutluyum ki, o benden daha ünlü olsun. Bu ailenin Semiramis Pekkan’ı olabilirim. Hiç sorun değil. Ajda o olsun. Potansiyel de onda var zaten. Bir gram bile kıskançlık duymuyorum.” “Sizden bir What Ever Happened to Baby Jane çıkmaz yani,” diyorum “Asla çıkmaz. Zorlama bence burayı” diyor. “Bensu oyunculuğu seviyor ama ömrümün sonuna kadar da bunu yapamam, diyor. Bir de bu ailenin yıldızı benim ya... Bunu hep söylediler ve hep de hissettirdiler zaten. Kardeşlerimin ikisi de çok olgun. Bensu’nun ikizi Bedirhan da oyunculuk yapıyor ve bana sorarsanız ikimizden de yetenekli. Hazır mısınız? Yeni bir Soral daha geliyor!”
Yeni Soral’a hazır mıyız bilmiyorum ama abla Hande’nin yapacaklarını gerçekten merak ediyorum. Özellikle de psikoloji eğitimini mesleğiyle birleştirip o hep istediği derin karakteri yaratabilir. Sadece biraz cesarete ihtiyacı var. Özgüven mi? O zaten Hande Soral’da bol miktarda var. Kız kardeşiyle de arası şu an çok iyi olabilir ama ona da söylediğim gibi, günün birinde Baby Jane’in Türk uyarlamasını yazdığımda, sahnede birbirlerini yolacak iki kız kardeş performansına da hazır olsunlar.