Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
10 Temmuz gecesi Volkswagen Arena’ya yapacağı ziyareti öncesinde Kamasi Washington’la konuştuk.
Tek bir müzik türü üzerinden tanımlamanın pek kolay olmadığı, melodik zenginliği ile cazın farklı formlarının yanı sıra diğer müzik türlerinin alanına da sıklıkla ve ne yaptığını bilerek giren, okyanus gibi engin bir müzisyen Kamasi Washington.Kendrick Lamar’dan, Snoop Dog’a, Raphael Saadiq’den Herbie Hancock’a uzanan farklılıktaki isimlerle çalışması tam da bu derinliğin bir neticesi. Fakat ona en çok, uzvu gibi bütünleştiği saksofonunu dinlerken hayranlık duyuyorsunuz. Saksofona dair yeteneğini kayıt altına aldığı, ‘destansı’ son iki albümü “The Epic” ve “Heaven & Earth”ü her dinleyişinizde, sonu gelmeyen işitsel bir şölene çekiliyorsunuz. Los Angeles çıkışlı müzisyen benzer bir işitsel şöleni 26. İstanbul Caz Festivali kapsamında, İstanbul dinleyicisine yaşatacak. 10 Temmuz gecesi Volkswagen Arena’ya yapacağı ziyareti öncesinde Kamasi Washington’la konuştuk.
Bence dünyadaki herkesin yaşamında keder ve neşe birlikte var. Herkesin inişleri ve çıkışları var. Ben neşeyle yaşayıp acıyla yüzleşmeye çalışıyorum. Dünyayla mücadele etmek için ikisini birden anlamak gerekiyor. Sorunlarınızı görmezden gelemeyeceğiniz gibi güzel şeyleri de unutmamalısınız. Bu yüzden hayatımı sevginin, barışının, neşenin ışığında yaşamaya gayret ediyorum. Elimdeki olanakları hayatımı kederden çok neşeyle doldurmak için kullanıyorum. Bu müziğim için de geçerli. Karanlıkla mücadele ederken dahi aydınlığa yönelen bir müzik yapıyorum.
Bana ilham veriyor. Müzisyenlerle dolu bir aileden gelmiş olduğum için kendimi kutsanmış hissediyorum. Babam, annem, amcam, abim, hepsi birer müzisyen. Çocukluğumdaki arkadaşlarımın da neredeyse hepsi müzisyendi. Şu anda grubumda yer alan insanlar da bana sürekli yeni şeyler öğretiyorlar. Kendimi bildim bileli etrafımda yaratıcı, olağanüstü müzisyenlerin olduğu bir hayat yaşıyorum. Bu benim müzikle çok daha yakın bir bağ kurmamı sağlıyor. Müziğe ait dünyanın ne kadar geniş olduğunu görmeme olanak sağlıyor. Farklı insanlarla çalışmamı kolaylaştırıyor. Çalıştığım tüm harika insanlar müziğimin birçok farklı yönünü şekillendirdi. Beni çok iyi yönde etkilediler.
Şehrimi seviyorum. Ben Los Angeles’ın zorlu bölgelerinden birinde, Inglewood’da büyüdüm. Burası zorlu olduğu kadar güzeldi de. Ben dahil birçok insanın korktuğu bu bölgeden, şehrin en iyi müzikleri çıktı. Her türden insan vardı. Korku salan gangsterler de, saygı duyduğunuz müzisyenler, şairler, sanatçılar da buradaydı. Bu dünyada yaşama amacımıza dair çok güzel felsefeleri olan insanlar da tanıdım. Bunları hala içimde taşıyorum. Şehrin sesi, hissiyatı ve ruhu hep üzerimdeydi. Çocukken çok acı çektim ve sıklıkla karanlığı gördüm. Ama içinde bulunduğum toplulukta ve Los Angeles’ta, hayatımın en güzel şeylerini de yaşadım. Bu şehir beni çok yönlü ve her iki tarafı da anlayan bir insan haline getirdi. Müzikal açından da çok şanslıydım. Los Angeles bana Billy Higgins, Gerald Wilson gibi kahramanlarıma her zaman ulaşabilme fırsatını sağladı. Kültürel açıdan da çok geniş bir şehir. Farklı kültürlere sahip insanları tanıdım. Dünyadaki tüm ülkelerin ufak bir versiyonunu görebiliyorsunuz burada. Bu beni çok meraklı bir insan yaptı. Etrafımda konuşulan tüm dilleri, yemekleri, kıyafetleri öğrenmek isteyen birine dönüştüm. Çok farklı açılardan şekillendirdi beni Los Angeles.
Sanırım hepsi benim karakterimin bir parçasılar. Ben sıklıkla hayal dünyasında yaşayan bir insanım. Benim müziğim filmlerden, çizgi romanlardan ve onlara dair hayal dünyamdan da besleniyor. Film izlediğimde, kitap okuduğumda aklım bambaşka yerlere gidiyor. Aklımın gittiği yerlerde müzikler de duyuyorum. Duyduğum sesler ve düşüncelerim etkileşime giriyorlar. Öfkenin Yumruğu daha direkt bir etkilenmeydi. Çünkü orada filmde de yer alan bir melodiyi albümüm için uyarlıyoruz. Müzik içinizdeki derinliklerden gelir. Bazen okuduğum, izlediğim şeyler içimde var olduğunu bilmediğim derinlikleri keşfetmemi sağlıyor. Her iki türden etkileşimi de seviyorum.
Müziğimin görsel bir tarafı olduğunu her zaman düşünmüşümdür. Müzik yaratırken zihnimde o müziği görsel bir öğe ile de birleştiririm. Video yaratım sürecinde işbirliklerine her zaman açığımdır. Dolasıyla benim müziğimi anlatacak yönetmenlerin bakış açısını kavramaya da çaba sarf ederim. AG Rojas, Bradford Young ve Jenn Nkiru gibi çok iyi yönetmenlerle çalışma fırsatını yakaladım. İyi sanatçıları, yönetmenleri bulduğumda onlarla hemen bağ kuruyorum. Bu dünyada sınırlı zamanımız var. Bu zaman içerisinde yapabileceğimiz en iyi şeyi yapmaya çalışıyoruz. Bu bağlamda müziğime görsel bir yön de katabilmek benim için çok değerli. Bu insanların sizin müziğinizi farklı açılardan görmesini de sağlıyor. Bunu yapabildiğim için çok mutluyum.
Evet, var. Whitney’de sergilenen iş için aklımda ayrıntılı bir fikir vardı. Bu fikir müziğe dair de değildi. Farklılıklarımızı kucaklamak üzerine bir şey düşünüyordum. Sonrasında bu düşünce ile örtüşen bir müzik yapmak istedim. Bu düşünceyle örtüşen bir müziği ilk defa yapmadım. Ama normalde şarkı yapma yöntemim bu değil. Bir müziğin peşinden gidebilirsiniz ya da onun size gelmesini bekleyebilirsiniz. Ben her iki şekilde de çalışıyorum. Ama genellikle müziğin bana gelmesini ve daha sonra anlamını bulmayı tercih ediyorum. Whitney’den bana teklifle geldiklerinde bu yöntemi kullanamazdım. Orada önce anlamı düşündüm. Dolayısıyla sorunun cevabı evet. Müzik yapış şeklim duruma göre değişebiliyor.
Kendi albümünüzde çalıştığınız zaman kendi düşüncelerinizi aktarmaya uğraşıyorsunuz. Başkasının albümünde ise karşı taraftaki insanın ne yapmaya çalıştığını anlayıp onun hayallerini gerçeğe dönüştürmeniz gerekiyor. Her iki durumda da dinliyorsunuz ve konuşuyorsunuz. Dolayısıyla ikisinde de lisana hakim olmanız gerekiyor.
Tarihin hiçbir anında insanlar düşüncelerini, yeteneklerini ve bilgilerini dünyanın geri kalanıyla paylaşabilme fırsatına şu anda oldukları düzeyde sahip olmadılar. Bu kadar fazla insanın bilgisi hiçbir zaman bu kadar fazla insana açık olmadı. Eğer bir şeyin nasıl yapılacağını biliyorsanız bunu YouTube’a koyabilirsiniz ve dünyanın geri kalanı da bu bilginizden yararlanabilir. Bunun insanların arasındaki çok bir güzel bir gerçekliğin başlangıcı olduğu düşünüyorum. Bir şeyler alacağımızı düşünmeden paylaşıyoruz. Bu çok güzel.
İnsanların karşısına konsere çıkmak eşsiz bir deneyim. Eğer bunu doğru şekilde yaparsanız birçok insanı bir enerjiyle birbirine bağlıyorsunuz. İnsanlarla arasında tek bir mekanda ve zamanda gerçekleşen böyle özel bir bağ yaratmak çok güzel. Sizi çok mutlu ediyor. Albüm yapmaktan çok farklı bu. Albümde kafanızın içine yöneliyorsunuz. Sahnede ise insanlarla bir bütün olmaya gayret ediyorsunuz. Bu her seferinde eğlenceli bir maceraya dönüşüyor.
Evet. Her gün, her deneyim, her insan, her konser farklı. Farklı mekanlara gittiğinizde insanların müzikle kurdukları bağın farklı olduğunu da görüyorsunuz. Bu deneyimin de farklı olmasını sağlıyor. Gittiğimiz bazı yerlerde seyirci bizimle birlikte şarkılara eşlik ederken, bazı yerlerde ise sessizce oturuyor. Kimi yerlerde şarkılara eşlik ederek, kimi yerlerde de alan bırakarak müziğe en büyük saygıyı gösteriyorlar. İkisinin de kendine has bir güzelliği var. İki durumdan da keyif alıyorum. Ama bu nasıl hissettiğinizi değiştirse de nasıl çaldığınızı etkilemiyor.
Bir çizgi roman üzerinde çalışıyorum. Kendimi ifade etmek için farklı bir mecra olacak. Yeni şarkılar yazıyorum, fikirler bulmaya çalışıyorum. Müzikal anlamda da yeni arayışlar içerisindeyim
Ne şanslıyım ki, bilmiyorum. Bence yaşamın en güzel tarafı bu bilinmezlik durumu. Tahmin etmeye çalışabilirsiniz ama kimse geleceği bilemez. Ben içinde bulunduğum durumun keyfini çıkartmaya çalışıyorum. Gelecekte ne olacağını bilmemek beni mutlu ediyor. Çünkü eğer bilseydim bu kadar eğlenceli olmazdı. Umarım ben de müziğim de çok güzel bir geleceğe doğru yol alıyoruzdur.