Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Yirmi beşinci ve son stüdyo albümü Black Star'ı yayınlamasından yalnızca iki gün sonra hayatını kaybeden David Bowie'nin ardından.
Artık “Rock tarihindeki gelmiş geçmiş en şaşırtıcı, en güzel ve kusursuz geri dönüşü kim yaptı” sorusuna verilecek yanıt belli. The Telegraph gazetesinin müzik yazarı Neil McCormick’in de dediği gibi, bunu yapan müzisyen, 8 Şubat 2013’te 66 yaşına girdiği gün yeni şarkısını yayınlayan David Bowie. 10 yıl aradan sonra gerçekleşen geri dönüşe bu gezegende en çok sevinenlerden biriydim. Artık çoğu kişinin inandığı gibi Bowie bir Marslı olabilir; hayran olduğum uzaylının dünyayı terk etmediğini biliyordum elbette ama sessiz kaldığı yıllarda onu çok özledim.
Bu geri dönüşle ilgili, benim açımdan garip ama çok güzel iki rastlantı oldu. Bowie’nin kalp rahatsızlığı geçirip sessiz kaldığı 10 yıl içinde zaman zaman sabırsızlanıp ona çok sevdiğim Slip Away adlı şarkısının bir mısrasıyla seslenir, “How I wonder where you are” diyerek kendi kendime nerede olduğunu sorardım. Bowie, o şarkıyı, Amerika’da PBS televizyon kanalında çocuklar için The Uncle Floyd Show adlı komedi programını yapan Floyd Vivino’dan esinlenerek yazmıştı ama aslında geçmişte kalan güzelliklere duyulan özlem için bir metafordu o. 7 Şubat akşamı Dinamo FM’deki programımda Bowie için özel bir yayın yaptım. Son anonsta, biraz da onu aktif olmadığı dönemde unutanlara sitemle, “Bir süredir müzik çalışmalarını durdursa da, artık şarkı söylemese de, ben onu bu dünyada unutanlardan olmayacağım” demiştim. Ertesi sabah uyandığımda bütün internet yeni Bowie şarkısının şokuyla sarsılıyordu. Çevremde birçok kişi, “Bowie dün gece senin anonsu duymuş olmalı” diyerek espri yaptı. Ama ben o şokun yanı sıra, şarkı adına da takıldım. “How I wonder where you are” diyerek adeta isyan ettiğim o efsane müzisyenin yeni şarkısının adı “Where Are We Now” idi!
Meğer iki yıldır sessizce albüm kaydediyormuş Bowie. Sony Music’in patronuna da, “Hiçbir PR kampanyası yapmayacağız, sadece 8 Şubat 2013'te single’ı yayımlayacağız” diyerek herhangi bir bilginin yayılmamasını sağlayan da kendisiymiş. Ben öncelikle, hiçbir şeyin gizli kalmadığı, herkesin her şeyi 140 karaktere sığrıdıp Twitter’dan anında paylaştığı bir dünyada böylesine büyük bir haberin gizlenebilmesine şapka çıkarıyorum. İkincisi, büyük rock yıldızlarının bile dikkat çekmek için türlü reklama ihtiyaç duyduğu böyle bir zamanda Bowie’nin sadece müzik yaparak haber olması, durup düşünmeyi gerektirir. The Rolling Stones’un bile ilgi çekmek için sahneye Lady Gaga’yı çıkardığı günleri yaşıyoruz.
2013'te yayınlanan 30. stüdyo albümü The Next Day, çok açık ki uzun süre bu yönleriyle tartışılmaya devam edildi. İlk şarkı Where Are We Now bizi Bowie’nin 1976-79 Berlin dönemine götüren enfes bir balad. Hem sound olarak Low albümünden izler var, hem de şarkı için çekilen video Berlin görüntüleriyle o etkiyi pekiştiriyor. 66 yaşındaki Bowie, videoda oldukça dinç ve dingin görünüyor. Elbette 30, 40 yıl önce sahneleri yakıp yıkan glam rock günleri geride kaldı ama hâlâ karizmasıyla bir ikon olmayı sürdürüyor.
David Bowie'nin 1973 yılında yayınladığı Aladdin Sane'in albüm kapağı çekiminden. Fotoğraf: Brian Duffy / © Duffy Archive
Bowie’nin yeniden konser verip vermeyeceği konuşuluyor bugünlerde. Ben onu defalarca sahnede izleyebildiğim için kendimi çok şanslı sayıyorum. Her biri unutulmaz birer anı olarak hafızama kazındı. Canlı izlediğim onca performans arasında kuşkusuz en iyisi onunki. Her bir konser için özel olarak tasarlanan sahnesiyle, kostümleriyle, mükemmel sesiyle, sahneye onun kadar yakışanı, daha profesyonel olanını görmedim.
Bowie’nin farkı, her yönüyle bütünlüklü bir sanatçı olması. “Dünyaya düşen uzaylı” imajını hiç bozmadı, onunla ilgili pek çok şey gizemini sürdürdü. Kendi yarattığı farklı dünyada geçen şarkılarında, yabancılaşma duygusunu onun kadar güzel anlatabilen başka bir müzisyen daha çıkmadı. Bana göre gelmiş geçmiş en iyi şarkı sözü yazarı Morrissey bile, kendi şarkılarında Bowie’nin yaptığı gibi fantastik bir dünya kurgulayamadığını, o nedenle odasına kapanıp kendi duygularıyla boğuştuğunu söyledi. Bowie, olmayanı hayal edebiliyor ve onu müthiş bir estetikle sunuyordu.
Bir müzik yazarı olarak, bugüne kadar müziği geri plana iten her şeye karşı çıktım. Bu çerçevede görselliğin çok fazla öne alınmasından da rahatsızlık duydum. Düşününce ilk anda Bowie gibi görsel unsurları müziğiyle bu kadar iç içe geçiren bir isme duyduğum hayranlık yadırganabilir. Fakat bunun bir çelişki olmadığını anlamak için onun tüm kariyerini yakından izlemek gerekir.
Müziğin yanında sanatın farklı dallarında; tasarım, sinema ve pandomim alanında da çalışmalar yaptı Bowie. Her yeni albümü için bir konsept belirleyip ona uygun bir karakter yarattı. Acaba siz o karakterlerden hangisini daha çok seviyorsunuz? 60’ların sonunda ilk albümüyle folk-rock ile pop’u buluşturan masum yüzlü genç Bowie’yi mi? 70’lerin başındaki androjen görüntülü glam rock yıldızı Ziggy Stardust’ı mı? Funk/disko/soul ve R&B ile flört eden The Thin White Duke’ü mü? 70’lerin ikinci yarısında minimalist, ambient müziğe yakınlaşıp Brian Eno ile kariyerinin en iyi albümlerine imza atan Berlin dönemindeki uçuk Bowie’yi mi? 80’lerde Queen, Tina Turner, Pat Metheny gibi isimlerle işbirlikleri yapıp megastar olarak yükselen Bowie’yi mi? Rock ile elektronik müziği bir araya getiren Outside dönemindeki halini mi? Müzik tarihinde bu kadar çok alter ego geliştirip bunca farklı müzik türüyle haşır neşir olan tek müzisyendir Bowie. 15 yaşında ilk grubunu kurduğunu düşünürsek, 50 yıldır müzik tarihinin büyük esin kaynaklarından birisi.
David Bowie'nin 1997 yılında yayınladığı Earthling'in albüm kapağı çekiminden. Bowie, Alexander McQueen'in özel olarak tasarladığı bir ceket giyiyor. Fotoğraf: Frank W Ockenfels 3 / © Frank W Ockenfels 3
Bu sahne karakterlerinden en çarpıcı olanı, herhalde Ziggy Stardust’tı. 2012'de rock müziğin efsane albümlerinden The Rise and Fall of Ziggy Stardust and the Spiders from Mars’ın 40. yılı kutlandı. Bugün dinlediğinde, zamanının ne kadar ötesinde bir yaratıcılık içerdiğine şaşırıyor insan. Bunun arkasındaki önemli nedenlerden biri de, Bowie’nin konsepte uygun olarak üstüne geçirdiği karakterleri ruhen de benimsemesiydi. O albümün prodüksiyonunu Bowie ile ortak üstlenen Ken Scott ile geçen yıl röportaj yaptığımda, bana Bowie’nin belli dönemlerde belli karakterleri ruhunda yaşattığını anlattı. Her şey o kadar bütünlüklü bir biçimde kaynaşmıştı ki onu izleyenler üzerindeki etkisi de büyük oldu.
Bu nedenle aradan geçen 40 yıla karşın, moda dünyasında Bowie’nin bir ikon olarak görülmesine şaşmamak gerekir. Bugün hâlâ dünyaca ünlü dergilerin kapaklarında modeller Ziggy Stardust makyajıyla ya da The Thin White Duke’a özgü erkeksi bir sadelik içinde pozlar verip Bowie’ye gönderme yapıyorsa, bunu sadece görsel etkilenme ile açıklamak yanlış olur. Sadece görüntüsüyle dikkat çekmeye çalışan içi boş pop yıldızlarından farklı olarak, Bowie’nin imajı müziğinin bir yansımasıydı. Duyduğumuz şarkılar da, onun ruhunun o dönemde büründüğü alter egonun sesiydi.
David Bowie, 1972’de Top of the Pops programında Starman’i seslendirdiğinde, toplam 3.5 dakikada İngiltere’yi sarsmasının nedeni, o güne kadar görülmeyen bir görsel-işitsel uyumdu. Elinde mavi gitarı, incecik bedenine yapışan renkli tulumuyla, o kırmızı saçlı adamın erkek mi kadın mı olduğu ilk anda anlaşılmıyordu. 1970’lerde tüm Avrupa ve Amerika’da uzun saçlı erkek grupları egemenken, Bowie cinsiyetler arası sınırı müzik sahnesinde ortadan kaldıran ilk rock yıldızıydı. Müzikte hard rock/heavy metal fırtınası eserken, o aynı yıllarda yanına Brian Eno’yu da alıp Berlin’de elektronik sesleri keşfe çıkmıştı. Her anlamda bir öncüydü Bowie.
Çok iz bırakan bir oyunculuğu olmasa da, 1969-2009 tarihleri arasında bir çok filmde rol aldı. Bazılarında kendi gerçek karakterini ekrana taşıdı, bazılarında farklı rollere soyundu. Andy Warhol’u ondan daha iyi canlandıracak bir isim bulunamazdı. Nitekim 1996’da Julian Schnabel’in çektiği Basquiat adlı filmde, Bowie yakın dostu Warhol olmuştu. 1986 tarihli Jim Henson’ın yönettiği Labyrinth ise Bowie’nin soyunduğu tuhaf yaratık Goblin Kralı Jareth rolüyle unutulmazlar arasına girdi.
Tilda Swinton ve David Bowie, 2013 yılında The Stars (Are Out Tonight) parçasının klip çekiminde.
Gucci'nin eski kreatif direktörü Frida Giannini, Bowie’yi 1980’lerin başında amcasının plak koleksiyonu sayesinde keşfetmiş. Müziğinin yanı sıra, sürekli değişen tarzından ve sahne karakterlerinden etkilenmiş. Aynı dönemde ben de büyüleyici bir Bowie sarsıntısı yaşıyordum. Plaklarını dinler, iki gözü farklı renkteki bu sıradışı müzisyenin gerçekten başka bir dünyadan gelmiş olabileceğini düşünürdüm. Bugün artık son video klibinde olduğu gibi üzerinde bir blue jean ve tişört olsa da, kırışıklıkları biraz daha artsa da, yüzüne, bakışlarına geçen anlam hiç değişmedi.
Bowie, bir röportajında, bir zamanlar glam rock döneminde ayağında parlak kırmızı renkli yüksek platform tabanlı çizmeler, yüzünde makyaj ve kırmızıya boyanmış saçlarıyla dolaştığını düşününce biraz utandığını söylemişti gülerek. Bugün için abartılı bir görüntü olabilir ama ben ne zaman o dönemin fotoğraflarına baksam hep yaratıcı bir cesaret görüyorum. Öyle bir cesareti olan insanın, rock tarihinin en güzel erkek seslerinden birine ve en karizmatik görüntüsüne sahip olması ise sanırım hem onun hem de bizim şansımız.
Bütün bir kariyerine bakınca Bowie’nin kendisi ne düşünüyor dersiniz? Müzik yazarı Paul Trynka’nın 2011’de yayımlanan David Bowie: Starman adlı kitabı şöyle başlıyor: “1991 yılında çocukluğundaki gibi soğuk ve yağışlı bir Kasım ayında, David Bowie şoförüne Brixton Academy’ye giden manzaralı yolu izlemesini söyledi. Son birkaç haftadır konuşkan, açık ve şaşırtıcı şekilde kırılgandı ama camdan bakarken birkaç dakika sessiz kaldı. Sonra arkasına döndüğünde, yanında oturan gitarist Eric Schermerhorn, yanaklarına düşen gözyaşlarını gördü. Bu bir mucize, diye usulca mırıldanıyordu Bowie. Muhtemelen muhasebeci olmam gerekirdi. Her şey nasıl oldu bilmiyorum.”
Benim Bowie’ye bir yanıtım var: 1970’lerde onun yaptıklarını yapmak için toplumun genel kabul gören koşullamalarına karşı çıkabilecek radikal bir benliğe sahip olmak gerekiyordu ama sadece o da yetmezdi; düz gideceğinize yan yola sapıyorsanız, ondan sonra ne yapacağınıza dair bir vizyonunuz da olmalıydı. Onun adı da işte dehaydı. O sayede ileriye doğru atılarak farklı dünyalara doğru süzüldü ve kendisini bir sanat eserine dönüştürdü.
*Vogue Türkiye Mart 2013 sayısından.