Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Yapay zeka teknolojileri ve sosyal medyadaki gelişmeler yeni yılda iş ve özel hayatımıza nasıl yön verecek?
Yeni bir senenin heyecanı hepimizi sararken, 2025’ten merakla beklediğimiz bir gelişme de yeni trendler. Collins, Cambridge, Merriam-Webster, Oxford sözlüklerinden 2024’ün kelimeleri açıklandı, Spotify hepimize karnelerimizi dağıttı, Pantone 2025’in rengini açıkladı, tüm platformlar, danışmanlık ve araştırma şirketleri, kanaat önderleri dekorasyondan teknolojiye, modadan iş hayatına her konuda hayatın ve geleceğin nasıl şekilleneceği konusunda bize ipuçları veren trendleri paylaştı.
Trendler, dünyada ikamet eden yaklaşık sekiz milyar insanın ortak paydalarını, motivasyonlarını, yönelimlerini analiz edip, bu analizlerden yola çıkarak gelecek senelerin gündemlerini, karşılaşmamızın kuvvetle muhtemel olduğu konu başlıklarını bir araya getiriyor. Bunların bazıları gerçekleşirken bazıları sönümleniyor. Trendleri yalnızca uygulamak yerine onları anlamlandırmak, içlerinden uygun olanları seçip nasıl özümseyebileceğimiz üzerine düşünmek en doğru yaklaşım olacaktır. Özellikle iş dünyası için eğer gereken altyapı yoksa onu inşa etmek önemlidir. Hayatımızı ve tercihlerimizi şekillendiren bireysel trendler ise hangi konularda değişim olacağının, farkındalıklarımızın hangi alanlarda gelişmesi gerektiğinin, kısacası gündemimizdeki başlıkların göstergesi. Forbes, Accenture ve diğer birçok kurumun öngörülerine göre 2025’in öne çıkan yaşam trendleri arasında güven, dayanıklılık, dijital ve fiziksel hayat arasında kurulan yeni denge, kısacası “gerçek bağlantılar” dikkat çekiyor.
Yapay zeka pek çok olumlu gelişmeyle hayatımızı kolaylaştırırken bir yandan da gerçek ile sahte, sanal ile fiziksel birbirine geçiyor. Yapay zeka ile düzenlenen fotoğraflar, üretken yapay zeka ile ses replikası, video teknolojilerindeki gelişmeler ve deepfake teknolojisi ile hazırlanan videolar.... Gerçek ile sahteyi ayrıştırmak çok kolay değil. Sosyal medya algoritmaları ve yankı odalarıyla zaten hakikat sonrası ve dezenformasyon döneminin içerisindeydik. Bu yeni gelişmelerle birlikte bu yanılgı daha da arttı, etkisi büyüdü. Üretken yapay zeka ile beraber yeni bir çağın başlangıcındayız ancak bu teknolojinin yanlış bilgi üretebildiğini, henüz doğruluk payının yüzde 100’e ulaşmadığını biliyoruz. Hatta bu durum yani yapay zekanın yanlış bilgi üretebilme durumu “halüsinasyon” olarak adlandırılıyor. Biraz daha detaylandıralım. Yapay zeka bir konuda bilgi veriyor gibi görünse de aslında doğruluğu olmayan veya gerçek hayatta var olmayan bir bilgi üretebilir. Bu yanıtlar, doğruymuş gibi durabilir ve bazen ikna edici olabilir ancak gerçekte yanlış veya uydurma bilgilerdir.
“Aktif vatandaşlık” kavramı, sosyal medyada duyduğumuz veya gördüğümüz bilgileri sorgulamayı da içeriyor. Yapay zekayla beraber bu konuda daha hassas, şüpheci ve dikkatli davranmamız gerekiyor. Bu trend kapsamındaki diğer bir konu başlığı veri gizliliği, güvenliği ve şeffaflık. İnternette kullandığımız platformlar, e-ticaret şirketleri, haber ve içerik platformları, kamuya ait portallar ve platformlarda veri güvenliği ihlalleri, siber saldırılar ve yanlış bilgilendirme gibi sorunlar yaşandığının farkındayız. Bu nedenle hem kişisel verilerimizin güvende olup olmadığından hem de olası bir güvenlik ihlali durumunda karşılaşabileceğimiz dolandırıcılık gibi olumsuz durumlardan endişe duyuyoruz.
Accenture’ın çalışmasına katılanların yüzde 53’ü sahte haber, yüzde 38,8’i sahte ve yanlış ürün yorumu, yüzde 52’si dolandırıcılık amaçlı deepfake yani sahte video gördüğünü belirtiyor. “Dijital dünyada güven arayışı” trendi ise bireysel hayatımızda güvenilir bilgiye erişimde daha şüpheci ve dikkatli olmamız gerektiğini gösteriyor. Ayrıca kişisel verilerimizin olası kötüye kullanımına karşı bilinçli olmamızı, gizlilik haklarımızı öğrenmemizi ve gerektiğinde bu hakları korumamızı teşvik ediyor.
Covid-19 pandemisiyle başlayan aşırı dijitalleşme 2025’te yerini dijital ile fizikselin harmonisine bırakacak gibi görünüyor. Bunun aslında ilk dönem uygulamalarını özellikle flört ve ilişkiler alanında 2024 yılında görmeye başladık. “Gerçek hayatta tanışma” anlamına gelen IRL (In Real Life) buluşmaları, 2024’ün trendlerinden biriydi. Bumble, Tinder, Hinge gibi uygulamalarda yaşanan olumsuz deneyimler ve oluşan güven problemleri nedeniyle bekarlar farklı networking ve tanışma deneyimi arayışı içerisine girdi. Thursday, Locked (Offline Dating), Humpday ve Matchbox gibi uygulamalar ve platformlar sayesinde yeni insanlarla tanışma ve flörtleşme artık fiziksel etkinliklere taşındı. İspanya’da Mercadona isimli bir süpermarket zincirinde oldukça ilginç bir akım başladı. Her salı akşamı saat 19.00-20.00 arası markete gelen bekarlar ve yeni insanlarla tanışmaya açık kişiler sepetlerine bir ananası ters bir şekilde koyuyor. O sırada süpermarkette olanlar kimlerin iletişime açık olduğunu anlayabiliyor -bir nevi yeni bir gizli kod. TikTok ile ünlenen bu akım, ilgilenenleri her salı bu süpermarkete çekmeye devam ediyor. Konu sadece flört de değil. Farklı ilgi alanlarına sahip insanları ortak paydada buluşturan, farklı deneyimler sunan TimeLeft, Şehirden Kaçış gibi platformlar sayesinde fiziksel deneyim çeşitlilikleri artıyor.
Artan dijital kullanımla beraber insanların gerçek ve anlamlı bağlantı arayışı da artıyor. “Yalnızlık Pandemisi” dünyada ciddi bir soruna dönüşüyor. İngiltere ve Japonya’da yalnızlık bakanlıkları kuruldu, farklı Avrupa ülkelerinde de komisyonlar oluşturuldu. Türkiye’de yalnız yaşayan insanların sayısı 5,2 milyona yükseldi. Artık tüketiciler beş yıl öncesine kıyasla markalardan çok daha farklı beklentilere sahip. Bu beklentilerin başında dünyayı daha iyi bir yer haline getirme isteği yer alıyor; ancak tek beklenti bu değil. Deneyim, en önemli beklentilerin başında geliyor. Bu, ilk temastan mağaza deneyimine, sosyal medya içeriklerinden satış sonrası desteğe kadar her alana yayılmış durumda. Bir diğer beklenti ise bağlantı kurma ve kurdurma (connectivity) üzerine. Tüketiciler markalarla bağ kurmak için onlardan, benzer ilgi alanlarına sahip insanları bir araya getirecek deneyimler, etkinlikler sunmalarını istiyor. Bu açıdan bakıldığında, markaların önünde büyük bir fırsat bulunuyor. Doğru strateji ve yatırımlarla bu beklentilere uyum sağlayan markaların rekabet ortamını hızla değiştireceği açık.
Bu trend, sadece flört ya da yeni insanlarla fiziksel olarak tanışmaktan ibaret değil. 2024 yılında Accenture tarafından yapılan araştırmada katılımcıların yüzde 48’i doğada ve açık alanlarda vakit geçirdiğini, yüzde 46,9’u süpermarketten fiziksel alışveriş yapmayı tercih etiğini, yüzde 30’u e-kitap ya da dijital dergi yerine basılı versiyonlarını okuduğunu belirtti. Türkiye’de spor yapanların oranının arttığını biliyoruz. Kürek, koşu, tenis gibi açık hava sporlarına yoğun bir ilgi var. Aynı şekilde yeni rotalarla beraber bireysel ve gruplar halinde yapılan trekking aktiviteleri de oldukça popüler. Dijital detoks programlarının, yoga ve meditasyon kamplarının sayısı ve sıklığı gün geçtikçe artıyor. Artan yaşam maliyeti krizi, kaygı, gelecek korkusu, stres ve anksiyeteyi artık “doom scrolling” (sosyal medyanın dibini sıyırmak) ya da “binge-watching” (dijital platformlarda bir içeriğin tüm bölümlerini seyretmek) ile dengeleyemiyoruz. O yüzden bu trend dijital dünyada geçirilen zamanın artmasıyla oluşan yalnızlık hissini azaltmak için daha fazla yüz yüze ve anlamlı sosyal etkileşimlere yönelmemizi sağlayacak. Dijital detoks, dopamin detoksu ve alışveriş detoksu gibi uygulamalara odaklanarak yüz yüze etkileşimleri artıran aktiviteler, doğada vakit geçirme gibi gerçek dünyaya yönelik deneyimlerin hayatımızda daha fazla yer bulmasına yol açacak.
Artan yaşam maliyeti krizi, dünyanın farklı yerlerinde devam eden savaşlar, sosyal medya ve hakikat sonrası dönem bugüne ve geleceğe dair endişe duymamızın sebeplerinden sadece birkaçı. Kolektif ve bireysel olarak bizi endişelendiren çok fazla konu var. Dayanıklılık, sadece “fırtınayı atlatmak” değil; beklenmedik durumlara yanıt verme yeteneğini geliştirmek, koşullar gerektirdiğinde hızla yön değiştirebilmek, dümen kırabilmek anlamına geliyor. Tüm bu sorunlarla mücadele ederken, 2025'te karşımıza yeni zorlukların çıkmayacağının garantisi yok. Tam da bu nedenle, karmaşık ve hızla değişen dünyada yolumuzu bulmamızı sağlayacak olan dayanıklılık kavramı giderek daha önemli hale geliyor. Dayanıklılık, zorlu koşullar veya beklenmedik durumlar karşısında güçlü kalabilme, yılmadan mücadele edebilme ve toparlanabilme yeteneği. Peki 2025’te hangi konularda dayanıklı olmak durumunda kalabiliriz?
İş-yaşam dengesini sahiden dengede tutabilen var mı? Hayat vites artırdı, pek çok dinamik iç içe geçti. Türkiye'de yapılan araştırmalar, en stresli grubun 35-45 yaş arası çalışan kadınlar olduğunu gösteriyor. Hem ev hem iş hayatının ihtiyaç ve beklentilerini planlamak ve karşılamak, tüm bunların yanında kişilerin kendi ihtiyaçlarını gidermesi... Bu dengeyi kurmak hiç kolay değil. Buna ek olarak, sosyal medyada içerik bombardımanına maruz kalıyoruz. Global istatistiklere baktığımızda Instagram’da bir kullanıcı günde ortalama 80 metre scroll yapıyor ve ayda ortalama 15 saat vakit geçiriyor. Türkiye’de ise bu süre yaklaşık 32 saat, yani neredeyse iki katı. Bu da günde 160 metre scroll yaptığımız anlamına geliyor. Ne kadar çok içeriğe ve mesaja maruz kaldığımızı siz düşünün. Dünyanın her yerinde olup biteni görmek, duymak, bazen şiddet dolu içeriklere maruz kalmak, markaların ve influencer’ların bizi cezbeden fırsatları, söylemleri...
Bununla da kalmıyor, çoğumuz dopamine bağımlı hale gelmiş durumdayız. Bazen sosyal medyada paylaştığımız bir içeriğe gelen beğeni, yorum ya da izlenme sayısı, bazen de satın al butonunu tıklayarak bu dopamin ihtiyacımızı karşılıyoruz. Yeni bir kavram da “doom spending”, yani moral alışverişi. Kendimizi iyi hissetmek için mutluluk satın alıyoruz. Tüm bu karmaşanın ve hormonların ortasında, önceliğimiz sakin kalabilmek ve zihinsel dayanıklılık geliştirmek olmalı. Sosyal medya kullanımını sınırlamak ve “bağlantıyı kesmek”, dopamin bağımlılığını azaltarak içsel tatmini artıracak hobiler edinmek ve gerçek dünyayla güçlü bağlar kurmak... Bunları öngören “Dijital Dünyadan Göç” trendini benimsemek bu yolda atabileceğimiz adımlar arasında.
Yapay zeka teknolojilerinin hızlı gelişimi, iş, eğitim ve kişisel etkileşimler dahil hayatın pek çok alanını dönüştürüyor. Bu değişimlere uyum sağlamak, sürekli öğrenmeyi ve esnekliği zorunlu kılıyor. Her gün yaşanan yeni gelişmeler karşısında güncel kalmak zorlaştıkça, birçok kişi “FOMO” (Fear of Missing Out) yani kaçırma korkusuyla başa çıkmaya çalışıyor. Öte yandan bazı alanlarda hızlı yapay zeka entegrasyonuyla çalışanlar, işlerini kaybetme endişesi yaşıyor. Bu yüzden “upskill” ve “reskill” kavramları, yani mevcut becerileri geliştirme ve yeni beceriler edinme, çalışanlar için en önemli konular haline geliyor. Yapay zeka sadece iş hayatını değil aynı zamanda kariyer yollarını ve gelecekte başarılı olma stratejilerini de yeniden şekillendiriyor.
İş ile özel hayat arasındaki geleneksel sınırlar bulanıklaşıyor. Aslında bu bulanıklaşma Covid-19 pandemisiyle başladı. Bazı şirketlerin uzaktan çalışma, bazılarının hibrit çalışma sistemine geçmesi, bazılarının ise dönem içerisinde farklılaşan söylemleri şu an iş-yaşam dengesinin karmaşıklığında önemli bir rol oynuyor. Sürekli çevrim içi olma zorunluluğu ve tükenmişlik sendromu, çalışanların ruh sağlığını tehdit ediyor. Esnek çalışma saatleri özgürlük sağlasa da aynı zamanda çalışanların işten kopamamasına yol açıyor. Fransa’nın ardından Belçika, Portekiz, İtalya, İrlanda ve İspanya’da mesai saatleri dışında yöneticilerin çalışanlarına e-posta göndermesi yasaklandı. Bu yasak “right to disconnect” yani bağlantıyı koparma hakkı olarak tanımlanıyor. Bu ve benzeri uygulamalar bozulan dengenin yeniden sağlanması konusunda çalışanlara destek oluyor. Zamanı etkin bir şekilde yönetmek, dayanıklılık konusunun önemli bir ayağını oluşturuyor. Bununla beraber sınırları belirleyebilmek, huzuru önceliklendirmek de yine önemli konu başlıkları.
2025 yılına girdiğimiz şu günlerde dünya giderek daha karmaşık, belirsiz ve bağlantılı hale geliyor. Dijital güvenlikten iş-yaşam dengesine, yapay zekanın hayatımıza entegrasyonundan fiziksel ve dijital dünyayı dengeleme arayışına kadar pek çok trend geleceği şekillendirirken bireyleri de daha dayanıklı, bilinçli ve uyumlu olmaya zorluyor. Bu trendler, yalnızca bireysel tercihleri değil toplumsal yapıları da dönüştürme potansiyeline sahip. Hayatın hızına ayak uydururken dengede kalmayı başarabilenler; gelişen teknolojiyi kucaklayıp doğru kullanmayı öğrenebilenler, içsel gücünü ve sınırlarını koruyabilenler için 2025, yeni fırsatlar ve güçlü bir gelecek vaat ediyor.