Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Aslı Enver tüm doğallığıyla karşımda. Uzun uzun Londra’daki çocukluğunu, işine duyduğu tutkuyu, çocuklarım dediği kedileri ve köpeğiyle bir gününü, spontane anılarını anlatıyor. Onu, anlattığı her sahnede hayal edebiliyorum; samimiyeti, aklımda canlanan nahif hikayelerin içine kolayca girebilmesinin sırrı.
Aslı Enver tüm doğallığıyla karşımda. Uzun uzun Londra’daki çocukluğunu, işine duyduğu tutkuyu, çocuklarım dediği kedileri ve köpeğiyle bir gününü, spontane anılarını anlatıyor. Onu, anlattığı her sahnede hayal edebiliyorum; samimiyeti, aklımda canlanan nahif hikayelerin içine kolayca girebilmesinin sırrı.
Spontane. Aslı Enver’i dinlerken bu sözcüğün sahip olduğu heyecanı ve özgürlüğü tekrar tekrar hissediyorum; zira Aslı gündelik hayatını tam da anlattıklarının hissettirdiği gibi yaşıyor, geleceğe dair çok fazla plan yapmıyor. 35 yaşından sonrasının pek sakin, pek güzel olduğunu; hayır diyebilmenin hafifliğiyle tanıştığını söylüyor. Kendini tanıyor ve neyi isteyip istemediğini biliyor. Dolayısıyla hayatın doğal akışından korkmuyor; aksine, spontane olanı istiyor. Bugün çok sevdiği işiyle tanışması da hayatın ona hiç beklemediği anlarda yaşattıkları sayesinde: Aslı henüz 12 yaşındayken doğup büyüdüğü Londra’dan İstanbul’a taşınmış. İlk geldiğinde ne İngiltere’ye ne de Türkiye’ye ait hissedebilmiş bir dönem, çok ciddi sorunlar yaşamış. “16-17 yaşlarımda bu durum içimde büyük bir boşluk hissine neden oluyordu, bir tek sahnedeyken kendimi ait ve anlaşılır hissediyordum” diyor. Özetle hayat, onu kendini en rahat hissettirdiği sahneyle birden buluşturuvermiş, kendiliğinden… Çocukluğunun ilk yıllarını hatırladığında kendini Londra’daki evlerinin merdiven arkalığının tepesinde oturup Ay’la dertleşirken, ona kendi dünyasını anlatırken buluyor: “Hep hayal gücü geniş bir çocuktum. Şimdi nerede olursam olayım, nasıl hissedersem hissedeyim Ay’ı gördüğüm an çocukluğumdan yanıma alabildiğim tek şeyi görmüş gibi hisseder, o varsa evdeyim diye düşünürüm.”
"Sahnedeyken söylediğim kelimeler benim kelimelerim değil ama hissettiklerim benim duygularımdı; üstelik yanlış anlaşılma ihtimalim de yoktu. Benim için oynamak, korkmamaktı."
Hayatındaki büyük değişime bir de dislektik oluşu eklenince, öğrenciliğinin ilk yıllarında oldukça zorlanmış Aslı: “İlkokulda müzikle ilgileniyordum fakat Türkiye’ye geldiğimizde ilgilenmem gereken birçok farklı konu oluştu. Eğitim sistemi tamamen alıştığımın dışındaydı ve bırakın feni, matematiği, coğrafyayı, tarihi; Türkçeyi okuyup yazmayı bile bilmiyordum. Onları kavrayana kadar bir utanma hissi oluştu ve müziğe duyduğum ilgiyi kaybetmeye başladım” diyor. Annesinin yönlendirmesiyle tiyatroya başlayan Aslı sanattan kopmamayı başarmış, kısa bir süre sonra da sahnede bir karakteri canlandırmak onun için hobiden fazlasına dönüşmüş; “Muhtemelen dile çok hâkim olmadığımdan yanlış anlaşılmaktan hep çok korktum.
Aslında çok da doğru konuşmadığım bir dilin yazılmış bir metnini ezberlediğimde ve ona bağlı kaldığımda duygularımı doğru yansıtabildiğimi ve korkmadığımı fark ettim” diyor. Böylece Aslı’nın bugün onu tanımamızı sağlayan oyunculuk kariyeri başlayıvermiş. “Sahnedeyken söylediğim kelimeler benim kelimelerim değil ama hissettiklerim benim duygularımdı; üstelik yanlış anlaşılma ihtimalim de yoktu. Benim için oynamak, korkmamaktı” sözleriyle oyunculuğun kendisindeki yerini anlatan Aslı, ilkokulda başladığı tiyatro kursunun ardından güzel sanatlar lisesine, oradan da konservatuara devam etmiş. “Şimdi de bildiğiniz gibi…” diye devam ediyor anlatmaya; “Seçtiğim meslek oyunculuk olmasaydı da yine kendimi ifade edecek başka bir meslek seçerdim diye tahmin ediyorum. Ya bir sanat dalında devam ederdim ya da kariyerimi yaratıcılık gerektiren başka bir alanda sürdürürdüm; mesela iç mimar olarak. Belki hâlâ yapabilirim ileride, belli mi olur? Kendimi ifade eden bir mekanda sevdiklerime ‘Buyurun burası benim evim, kendi eviniz gibi hissedin’ demeye bayılıyorum.” Aslı’nın zarafeti insana ne kadar iyi bir iç mimar olabileceğini ve evini ziyaret edenlerin ne kadar huzurlu hissedeceğini göstermeye yetiyor ancak ben yine de oyunculuk kariyerini tercih ettiği için içten içe sevinmeden edemiyorum.
"Gurur, kendim için yaşadığım bir his değil, kendime bazen 'aferin' diyebilirim en fazla."
Bugüne kadar onu izlediğimiz rolleri düşündüğümde, ona şarkı söylemeyi de çok yakıştırdığımdan bahsediyorum. İç mimarlık için bile “belki” diyen Aslı, müzik sektöründe doğrudan bulunmak istemediğini söylüyor: “Büyük konuşmayı sevmiyorum ama salt müzikle ilgili bir proje yapacağımı hiç sanmıyorum. Bir filmde, dizide, tiyatroda ya da bilemiyorum, belki bir hayır işi için elbette yaparım ancak albüm çıkarmak gibi bir hayalim hiç olmadı.” O sahnede olmayı seviyor, ama sahnenin ötesinde, oyunculuğa âşık; çalıştığı dönemlerde kendine pek, hatta kimi zaman hiç zaman ayıramasa bile. Aslı’nın kariyerinin başından bugüne sayısız karakteri sığdırmasını sağlayan, bu karakterlerle ona ödüller kazandıran yeteneği ve bitmek bilmeyen bir enerjisi var. Başarısının kaynağı, sık sık söylediği gibi mesleğini severek yapması. Bugüne kadar yorulmadan ince ince işlediği kariyerinde kendisini en çok gururlandıran ânı sorduğumda hiç şaşırtmadan mütevazılığını gösteriyor: “Gurur, kendim için yaşadığım bir his değil, kendime bazen ‘aferin’ diyebilirim en fazla.” Bunca yılın onda bir şeyler değiştirip değiştirmediğine dair soruma cevabıysa şöyle: “Değişim kesin ama bunun oyunculuk sektöründe geçirdiğim zamanla mı yoksa yaşamakla mı ilgili olduğundan emin değilim. Yine de karakterimde ilk günden bugüne çok büyük farklılıklar olduğunu söyleyemem.”
Özellikle dizi çekimlerinde zamanının çoğunun sette geçtiğini söyleyen oyuncunun boş zamanlarında neler yaptığını merak ediyorum bu defa. “Arada zamanın olursa genelde dinlenmeyi tercih ediyorsun. Bu bir tercih olmuyor pek, daha çok şartlar böyle” diyor ama hemen ardından; “Çok şanslıyım ki sevdiğim işi yapma imkanım var. İyi bir sahne çekmek, hiçbir uykuyla kıyaslanmaz bir huzur veriyor insana” diyerek bu yorgunluğun sevdiği şeyi yaptığı sürece hiçbir önemi olmadığını ekliyor. “Yeni bir karakter çalışırken onun gibi düşünüyor, onu benzettiğin insanları izliyor ve sonra ortak noktaları birleştirip bir yolculuğa başlıyorsun. Sonunda birileri o karakteri görüp ‘Tam benim hissettiğim şeyler’ diyor. Seni hiç tanımayan biri seni sahipleniyor. Bence bu çok heyecan verici” diyen Aslı, karakter oluşturma sürecinin yanı sıra yeni yönetmenlerle, yeni ekiplerden yeni insanlarla tanışmaktan, çalışmaktan da ayrı keyif alıyor. İleride canlandırmak istediği bir karakter olup olmadığını sorduğumda, konuşmamızın başından beri anlattıklarını destekliyor söyledikleri: “Sürprizlere açığım. Mümkün olduğunca farklı dinamikleri olan işleri tercih etmeye çalışıyorum.” Planlama yapmakta zorlandığı için setlerden boş zamanı kaldığında ne yapacağını şaşırıyor ama çözümü spontane olmakta buluyor.
Arada sırada nefes almak için doğaya, ağaçların arasına kaçmak istese de kendi hayatını kurduğu ilk şehir olan İstanbul’un karışıklığını ve kalabalığını bile sevdiğini söylüyor Aslı. Bir an programı değişir, üç günlük bir zamanı olursa örneğin, hemen bir araba yolculuğuna çıkıp kafasını dağıtıyor; “O kadar zamanım yoksa bir kahvaltı bile beni çok mutlu edebilir” diyor. Evde zaman geçirmeyi de bu sıralarda yeni yeni öğreniyor. Günleri, hayatını onlarsız hayal edemediği, çocuklarım dediği kedileri ve köpeğiyle başlıyor. “Hepsinin ayrı karakterleri ve istekleri var. Sabahları en büyük kedim Matiz miyavlayarak kapıyı açtırıyor, sonra da günlük gezintisine başlıyor. Biz de Oli ile onun peşine takılıyoruz. Düşes insan temasından çok hoşlandığı için onu da bir sevip sakinleştiriyorum. Yani aslında bayağı beni kullanıyorlar” diyor gülerek.
"Seçtiğim meslek oyunculuk olmasaydı da yine kendimi ifade edecek başka bir meslek seçerdim diye tahmin ediyorum. Ya bir sanat dalında devam ederdim ya da kariyerimi yaratıcılık gerektiren başka bir alanda sürdürürdüm; mesela iç mimar olarak. Belki hâlâ yapabilirim ileride, belli mi olur?"
Aslı’yı anlattığı her ânın içinde kolaylıkla hayal edebiliyorum; Londra’da Ay’la dertleşirken, evinde kedisinin peşine takılmış dolaşırken, kısa bir kaçamak için doğaya doğru yolculuk ederken… Zira kendisi, doğallığını onu tanır tanımaz; hatta ekrandan görür görmez hissettirenlerden. İçten gülümsemesi, anlattığı tüm sade anıların içerisine girivermesine olanak veriyor; bir de abartısız stili: “Ben hep sade olmayı sevdim. Benim için anlamı olan birkaç tane takı, ihtiyacım olan hissi veriyor. Herkesin rahat ve kendini doğal hissettiği gibi giyinmesi güzel, çünkü o zaman insanın yürüyüşü, oturuşu, kalkışı değişiyor. Bu çok kişisel, dönemsel ve tamamen nasıl hissettiğinle ilgili bence” diyor. İçe dönük mü dışa dönük mü olduğu da o sıradaki ruh hâliyle, tamamen kendini nasıl hissettiğiyle ve ortamla ilgili: “Kendi ortamımda, rahat hissettiğim bir yerde dışa dönük olduğumu söyleyebilirim” diyor. Kendisini kendisinden ilk kez dinlediğim Aslı’nın vazgeçilmezleri olan ailesinden, ailem dediklerinden, çocuklarından ve işinden söz ederken sesinde çınlayan mutluluğu duymamak mümkün değil. Yıllar sonra kendini nerede gördüğünü soruyorum: Bu tempolu hayata devam mı yoksa bambaşka bir Aslı hayali mi var aklında? Cevabı da sohbetin akışı kadar doğal, samimi ve spontane: “Bilmem, bilen varsa söylesin…”