Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Ergenlik nostaljisi, kimlik arayışı, empati kapasitesi ve kültürel idealler bu güçlü duygusal bağın temelinde yatıyor.
Son zamanlarda Jenny Han’in gençlik draması The Summer I Turned Pretty, yalnızca bir yaz dizisi değil; izleyicileri duygusal bir girdabın içine çeken bir fenomen haline geldi. Conrad ve Jeremiah arasındaki aşk üçgeni, Belly’nin büyüme hikâyesiyle birleşince, sosyal medyada milyonlarca insan kendisini “Team Conrad” mı “Team Jeremiah” mı tartışmasının ortasında buluyor. Bu bağlılık yüzeyde basit bir eğlenceden ibaret gibi görünse de aslında insan psikolojisinin derin mekanizmalarına dokunuyor. Peki ama neden bizler kurgusal karakterlere bu kadar bağlanıyoruz?
Psikologların da açıkladığı gibi, ergenlik dönemi duyguların en uçlarda yaşandığı, inişlerin ve çıkışların en sert hissedildiği yıllar olarak kabul ediliyor. The Summer I Turned Pretty’nin başarısı da büyük ölçüde bu yoğunluğu yeniden canlandırabilmesinde yatıyor. Conrad’ın sessiz, karmaşık iç dünyası ya da Jeremiah’ın sıcacık ve doğrudan tavırları, izleyiciyi gençliğinin belirgin duygularına geri götürüyor. O yıllarda yaşanan ilk aşk, dostluklar ya da kalp kırıklıkları, yetişkinliğin karmaşık gündeminde çok daha saf ve hatırlanmaya değer görünüyor. İzleyicinin hikâyeye bağlanması aslında kendi geçmişine bağlanması, yani nostalji aracılığıyla bir tür duygusal zaman yolculuğu yapmasıyla ilişkilendiriliyor.
Kurgusal karakterlere duyulan ilginin bir diğer boyutu kimlik arayışıyla ilgili olduğu düşünülüyor. İzleyici, bir yandan kiminle özdeşleşeceğini seçerken aslında kendi değerlerini ve arzularını da yeniden gözden geçiriyor. Örneğin; Conrad’ın içine kapanıklığı, duygularını bastırarak yaşayan kişilere tanıdık gelebilir; Jeremiah’ın açıklığı ve neşesi ise çoğu izleyici için ulaşılmak istenen bir kişilik ideali olabilir. Bir karakteri desteklemek yalnızca hikâyedeki bir tarafı tutmak değil, aynı zamanda “ben kimim, kim olmak istiyorum?” sorusuna verilen kişisel bir cevap olabilir. İzleyicinin zamanla taraf değiştirmesi, aslında onun kendi kimlik arayışındaki dönüşümünü de yansıtıyor.
Bu tür ilişkiler tek taraflıdır; karakterler bizimle konuşmaz, bizi tanımaz. Ama biz onların hayatlarına tanıklık ettikçe onlarla güçlü bir bağ kurarız. Diziyi izlemek, kimi zaman bir arkadaşla sohbet etmek kadar güven verici olabilir. Dahası, bu durum aslında empati kapasitemizin yüksek olduğunun da bir göstergesi olabilir. Çünkü bir kurguya kendimizi kaptırmak, başkasının duygularını gerçekmiş gibi hissedebilmek, sosyal bağ kurma becerimizin bir uzantısı diyebiliriz. Kimi insanlar bu bağları daha yüzeysel yaşarken, kimileri ayrıntılara dalıp karakterlerle adeta yaşamaya başlar.
Kurgusal karakterlere bağlanmanın yalnızca psikolojik değil, aynı zamanda biyolojik ve kültürel nedenleri de bulunuyor. Karakterleri canlandıran oyuncular çoğu zaman olağanüstü derecede çekici bulunur. Örneğin Chris Hemsworth gibi yıldızların sahip olduğu “gerçeküstü” cazibe, beynimiz tarafından değerli ve güçlü bir özellik olarak algılanır. Bunun yanında, bu karakterler yalnızca kişisel özellikleriyle değil, aynı zamanda bir dönemin kültürel ideallerini de temsil eder. Conrad ve Jeremiah bu açıdan sadece birer kurgusal karakter değil; aynı zamanda bir kuşağın hayallerini, aşkı nasıl gördüğünü ve ilişkilerden neler beklediğini de yansıtıyorlar. Bu nedenle izleyiciler, sadece bireysel bir hikâyeye değil, aynı zamanda toplumsal bir idealin parçasına da bağlanmış oluyorlar.