Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Umulmayanın başımıza gelmesini beklediğimiz zamanlardan geçerken moda, alışılmadık, acayip ve taşkın unsurları gardıroplarımıza yönlendiren sürrealist bir akımın fitilini ateşlemiş durumda. Modanın bu tuhaf ve harikulade dönüşümünü inceliyoruz.
İçinde yaşadığımız belirsizliklerle dolu dünyaya modanın verdiği cevabın görsel temsilini merak edenler varsa şayet, konuya giriş için Loewe’nin 2022 Sonbahar/Kış defilesine göz atmak anlamlı olacaktır. Sürüleri peşinden sürüklemesiyle meşhur kreatif direktör Jonathan Anderson, ortadan çatlamış yumurta şeklinde uzun topuklu ayakkabıların ve Rönesans renk tonlarının ön plana çıktığı önceki işlerinde olduğu gibi, geleneklere karşı duruşunu temel alan tuhaf ve abartılı bir koleksiyon sergiledi. Bu sefer, birer “göğüs” gibi parıldayan uçlarından bağlanmış şişme balonlarla, olduğundan daha uygunsuz şeyleri andıran “dudak” şeklinde korseler ve onlarla tezat oluşturan araba şeklinde çocuksu elbiseler eşliğinde bahsi yükseltmiş görünüyor. Anderson’ın erotizme meyletme hallerini de düşününce, lastik gibi farklı yerlere çekilebilecek ifadeler kullanmak yersiz olmayacaktır.
Geçtiğimiz iki yıl boyunca dünyanın geri kalanı gibi moda da hayata felsefi yaklaşmak zorunda kaldı. Gerek Anderson’ın saçma hazları benimsediği Loewe koleksiyonunda, gerekse Glenn Martens’in Diesel için hazırladığı ve maço denim markasını yüksek oktanla çalıştırıp, kışkırtıcı biçimde yeniden icat ettiği video oyununa benzer ikinci koleksiyonunda gördüğümüz üzere, 2022 Sonbahar/Kış kreasyonlarının sergilendiği sezon boyunca normalliğe başkaldırı ve tuhaf olana duyulan ilgi moda dünyasında açıkça hissediliyordu.
Belki de modayı yakından takip edenlerin aşinalık hissedeceği başka şeyler söz konusudur. Yüzyıl önce sürrealizm ortaya çıktığı zaman sanat çevrelerinde benzer türden bir hesaplaşma yaşanıyordu. Birinci Dünya Savaşı öncesinde hüküm süren geleneksel burjuva üslubuna ve meşguliyetlerine başkaldıran yaratıcı zihinlerin hareketi 1920’lerin başlarında ortaya çıktı. Bu zihinler arasında, hayal ettikleri insan ruhunu ürettikleri ham görsellerle tasvir ederek izleyicilerini şok eden Salvador Dalí ve Man Ray de vardı. Söz konusu dönem denince insanın aklına hemen Dalí’nin 1931 yılında yaptığı ve bir rüya sahnesini andıran Belleğin Azmi tablosu geliyor. Tablo, anlam verilemez şiddetin ve dünya savaşının yarattığı yıkımın hâlâ etrafta hissedildiği günlerde zamanın anlamsızlığını betimleyen, bulunduğu kaideden aşağı sarkan kronometreler içeriyordu.
2020’lere nüfuz eden belirsizlikler hakkında düşünen sanat işleri, geçmiş ile şimdi arasındaki benzerlikler belirginleştikçe yeni bir çehreye bürünüyor. Dalí, Büyük Buhran ve Birinci Dünya Savaşı yerine Covid-19 kapanmalarını ve bugünün yaygın kayıplarını yaşasaydı peki? Ortaya çıkan sonuç ne derece farklı olurdu?
“Gerçek dünya, üzerine düşünülemeyecek kadar korkunç göründüğünde, yaşadıklarımıza güvenli bir mesafeden ışık tutup anlamak için sanata ihtiyaç duyarız: Arzu, umut ve korkularımız için bir oyun alanına” diyor sanat tarihçisi, küratör ve Assouline yayınevinden çıkan Salvador Dalí: The Impossible Collection başlıklı kitabın yazarı Paul Moorhouse. “Sürrealizmin önemli rol üstleneceği nokta tam da burası. Moda, mobilya, mimarlık fark etmez, merak ve hayret etme hisleriyle beslenen çağdaş tasarımın özgürce iş görmeye ve genelgeçer işlevsellik ve güzel zevk anlayışları tarafından bozulmamış bir paralel dünya sunmaya yetkisi var. Tasarımcılar kaşiflere dönüşmüş durumdalar.”
Dalí, söz konusu sürrealist keşiflerin sanattaki bir temsilcisiydi ama modadaki statükoyu silkeleyen ilk isim Elsa Schiaparelli oldu. Sanat aristokrasisi içinden yükselen İtalyan ikonoklast, birer sanat eserine benzeyen ve Christian Lacroix’dan Hubert de Givenchy’e pek çok tasarımcı tarafından referans gösterilen mücevherleri, baskı elbiseleri ve işlemeli giysileriyle şok dalgaları yarattı. Paris’teki Musée des Arts Décoratifs’in direktörü Olivier Gabet, pandemi öncesi dönemde Schiaparelli’ye saygı duruşu niteliğinde bir sergi üzerine çalışmaya başladığında, tasarımcının ismini taşıyan markanın, kreatif direktör Daniel Roseberry sayesinde yeniden dünya çapında şöhret kazanacağından habersizdi. Shocking! The Surreal World of Elsa Schiaparelli isimli sergi Temmuz 2022’de açıldı ve büyük başarı elde etti.
Gabet, iki dönem arasında bire bir paralellikler olduğunu söyleme konusunda temkinli ama 2020’lere özgü belli özelliklerin, Elsa Schiaparelli’nin tasarımlar yaptığı belirsizliklerle dolu dünyada görülebileceğini belirtiyor. “Belki de kısıtlama ve baskılar içeren bir yakın geçmiş, insanların içinde yaşadıkları gerçeklikten kaçmak için gerekli değişim, özgürlük ve yaratıcılık ihtiyaçlarını körüklüyor” diye konuşuyor Gabet. Bugün olduğu gibi 100 yıl önce de küresel salgınlar, ekonomik güvensizlikler ve anti-demokratik siyasi hareketlerin yükselişi pek çok yerde görülüyordu. Schiaparelli’nin geride bıraktığı mirasın özgül ağırlığı hakkında konuşan Gabet’e göre, “Bir bakıma Roseberry’nin işi çok zor, çünkü Dior için işler yapan Maria Grazia Chiuri’den tutun da Loewe için çalışan Jonathan Anderson ya da Rick Owens’a, sürrealizmin her yerde olağanlaştığı şu dönemde Schiaparelli gibi bir ismi yeniden canlandırması gerekiyor.” Her şeye rağmen, Schiaparelli’nin koni şeklindeki sütyenleri ve altın parmaklı, topuklu ayakkabıları moda dünyasının en çok arzulanan işlerine dönüştü.
Los Angeles’ta yaşayan arşiv uzmanı Johnny Valencia, pandeminin ilk günlerinden itibaren kalburüstü müşterilerine -o zamandan beri değeri ve ayrıcalıklı niteliği giderek artan- Schiaparelli markasına ait parçalara yatırım yapmalarını önermişti. “Deneyimlediğimiz bu zamanlar, kendine has felsefi yaklaşımlara sahip farklı felaket stilleriyle birlikte anılacak” diye konuşuyor Valencia, çevrimiçi ortamlarda moda hakkında yapılan yüksek hızdaki ayrıksı fikir alışverişlerini de kastederek. “Birbirimizle iletişim bağlarımız arttıkça, moda çevreleri daha da kaotikleşiyor.” TikTok’ta birbiriyle çatışan sayısız stilin yarattığı kaosu benimsemek için özel bir neden olduğunu vurgulayan Valencia’ya göre, “anlamsız olanı anlamlandırma çabası: Son dönemde astroloji neden bu kadar çok ilgi görüyor zannediyorsunuz? Schiaparelli’nin 1938’de yıldızlara adanmış bir koleksiyon yapması boşuna değildi”.
Değişimden geçerek akıp giden bir dünyaya modanın verdiği tepkiler bizim giydiklerimizi nasıl şekillendirecek o halde? Tasarımcılar mevcut kalıpları yıkan bir yöne meyletmeye devam ettiği ve zihinler özgür kaldığı sürece, renk bolluğu, iddialı biçimler ve serbest yaratıcılık ürünü işler görmeye hazır olun. Rochas’nın kreatif direktörü ve kendi ismini taşıyan markanın sahibi 25 yaşındaki Charles de Vilmorin, pandemi sırasında başkalarıyla bağlantı kurma arzusuyla kışkırtılmış ve insanın iç dünyasına dalan istemsiz bir sürrealist kaygısızlıkla tasarım yapıyor, tıpkı ilk kuşak sürrealistler gibi. “Benim özelimde pandemi, kişisel projemi olabildiğince özgün geliştirmem için gerekli alanı sundu; başka insanların duygu dünyalarına dalmamı ve kendimi içine gömmemi mümkün kıldı. Bu durum benim için ilham vericiydi; yakınlık için duyulan özlem, insanlarla temas kurma sevgisi, hayatta kalabilmek için adeta zaruri başkaları tarafından sahiplenilme, sevilme ve sarıp sarmalanma ihtiyacı.”
Sürrealist işleri dikkat dağıtan eğlenceler yoluyla teselli etkisi yaratan tasarımcılar da yok değil. Moschino’da çalışan Jeremy Scott bu sezon, Kubrickvari bir düzenek ve lambalarla harplerin oluşturduğu siluetlerle insanı kan ter içinde bırakan bir rüya etkisi yaratmayı amaçlayan acayip bir oyuncak ev yarattı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği gün sergilenen bu işin kaçışçı özellikleri hiç beklenmedik derecede manidardı. Daha önceki Sürrealist ve Dadaistlerin hissettiği gibi, bazen saçmalık fazlasıyla anlamlı olabiliyor.
“Şovlarımı çetin yaşam koşullarının yaşandığı 20’ler ve 30’lar sinema salonlarındaki ‘iki film birden’ gösterimlerine benzetiyorum, insanlar Büyük Buhran’ı yaşıyorlardı ama gündelik hayatın zorluklarından kaçmak ve izledikleri filmin geçtiği döneme ışınlanmak için film izlemeye salonlara gidiyorlardı” diye konuşuyor Scott. “Aynı kaçışçılık hediyesini şovlarımı izlemeye gelen herkese vermek istiyorum.” Alternatifi bu kadar eğlenceli olduğu sürece modanın gerçeklik içine gömülü kalmasını, köklerini gerçeklikten almasını kim ister?