Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
81.’si gerçekleşecek Venedik Film Festivali öncesinde şehrin ihtişamını sergileyen filmlere göz atıyoruz.
Dünyada Venedik gibisi yoktur. Yükselen kubbeleri, hareketli kanalları, incecik köprüleri, kıyı sarayları ve sürüklenen gondollarıyla yüzen şehir, bazen bir rüyadaymışsınız gibi hissettirir. Bu ışıltılı adalar topluluğunun, Henry James ve Edith Wharton'dan Casanova’ya, Byron, Hemingway ve Cocteau'ya kadar herkese ilham vermesinin nedeni budur. Ayrıca merceklerini La Serenissima'nın ışıltılı sularına ve bal rengi kiliselerine çeviren Luchino Visconti ve David Lean gibi yönetmenlerden bahsetmiyorum bile…
Ancak, sinemacılar Venedik’in büyüleyici güzelliğinden etkilendikleri kadar, şehrin gizeminden de etkilenmişlerdir. Gece çöktüğünde şehir, lagün yüzeyinin hemen altında yavaş yavaş kaynayan bir tehlike hissinin gizlendiği sisli, ıssız, loş bir labirente dönüşüyor. Sonuç olarak güneşli Venedik’te geçen her romantik komedi filmine karşılık, şehrin içsel ürkütücülüğüne odaklanan bolca tüyler ürpertici gerilim filmi de bulunuyor.
Bu yoğun atmosfer ve teatrallik, 28 Ağustos'ta görkemli 81. edisyonunu gerçekleştirecek türünün en eski sinema gösterimi olan Venedik Film Festivali için burayı mükemmel bir ortam haline getiriyor. Açılış gecesinden önce, 50'lerden günümüze bu tarihi sokaklarda ve kanallarda sahnelenen en büyüleyici yapımlara bir göz atıyoruz.
David Lean'in yönettiği aşk filminde, orta yaşlı bir sekreter (keskin zekâlı Katharine Hepburn) Venedik'e bir yolculuğa çıkar ve Rossano Brazzi'nin kibar İtalyan antika satıcısına aşık olur. İlk olarak Piazza San Marco'daki bir kafede onu görür. Ardından lagüne kazara dalmaktan antik meydanlarda ay ışığında konserler vermeye, küçük köprüler boyunca dolambaçlı yürüyüşler yapmaktan, kanal kıyısındaki gece kulüplerinde vals yapmaya ve rüzgârlı sürat teknesi gezilerine kadar aralarındaki aşk gün ve gün yeşerirken film, hiçbir güzel şeyin sonsuza dek sürmeyeceğine dair ipuçları verir.
Luchino Visconti'nin öne çıkan filmi, bir bestekarın (Dirk Bogarde) huzurlu Lido plajlarına gelmesini ve meleksi bir genç çocuğa (Björn Andrésen) platonik bir takıntı geliştirmesini konu alıyor. Kamera, çocuğun eşsiz güzelliğinin yanı sıra, şehrin solgun pembe gün batımlarına, sakin sularına ve sanatsal olarak çökmüş saraylarla dolu zarif manzarasına da uzun süre odaklanıyor; aynı zamanda şehrin karanlık ve bozulmuş yüzlerine de özel bir bakış sunuyor.
Venedik'in labirent gibi sokakları, Nicolas Roeg'in bu karmaşık ve ürpertici gerilim filminde hiç bu kadar korkutucu görünmemişti. Hikayenin merkezinde, genç kızlarının ani ve trajik ölümünden sonra yas tutan Laura ve John Baxter (Julie Christie ve Donald Sutherland) adlı bir çift bulunuyor. John, eski bir kiliseyi restore etmek üzere görevlendirildiği şehre gitmesinin ardından, her yerde kızını görmeye başlar. Kızın kiraz kırmızısı kabanı, terkedilmiş binalar arkasında ve taş döşeli sokaklarda görünmesiyle kaybolması bir olur. Onu yakaladığındaki tüyler ürpertici an, şehrin sokaklarında yürürken arkanızı kollamanıza neden olabilir.
Iain Softley'nin yönetmen koltuğuna oturduğu film, Londra'da yaşayan genç bir kadın olarak tüm kötü şartlara rağmen beş parasız bir gazeteciyle (Linus Roache) evlenme kararı alan Helena Bonham Carter'ı konu alıyor. Carter, Venedik'e seyahat ederken, gondollarda gezinirken, kanal kenarında piknik yaparken ve maskeli balolara katılırken şehir, her zamanki gibi muhteşem görünüyor.
San Remo'da sahte bir kimlik benimsedikten sonra, Matt Damon'ın Tom Ripley’i Venedik’e doğru yola çıkar. Bu şehir, gölgeli köşeleri, gizli sarayları ve mum ışığında aydınlanan katedralleriyle her zaman en çok görmek istediği yer olarak karşımıza çıkıyor. Öte yandan Netflix yapımı olan Ripley dizisini de gözden geçirebilirsiniz. Andrew Scott’ın yorumuyla, Florian'da şarap içerken, Büyük Kanal’da dolaşırken, muhteşem bir binada saklanırken ve en ihtişamlı Venedik partilerinde yüksek sosyete ile omuz omuza verirken her bölümde şehri yaşayabilirsiniz.
Daniel Craig'in Bond rolündeki ilk macerası, onu Madagascar, Bahamalar ve Karadağ gibi yerlerde götürüyor. Ancak listeyi zirveye taşıyan etkileyici yer kesinlikle güneşli Venedik oluyor. 007 ve sevgilisi Vesper (Eva Green) Venedik’e bir kaçamak yapıyorlar. Ancak, mutlulukları kısa sürüyor. Bomba gibi bir ihanet, St. Mark Meydanı'nda bir kovalamacaya neden oluyor ve bu kovalamaca, suya gömülen bir binanın içinde çatışma ile sonuçlanıyor.
Joanna Hogg'un oldukça samimi, yarı otobiyografik hikayesinde, Honor Swinton Byrne’ın hassas Julie'si ve Tom Burke’ün sorunlu Anthony'si Venedik'e gidiyorlar. Büyük Kanal’ın soğuk, puslu ve fenerlerle aydınlatılmış görüntüsü kadraja yansırken köprüden aşağı süzülen ipek opera elbisesiyle Julie, Anthony'nin peşinden koşuyor. Kısa ama kahramanımızın asla unutamayacağı bir an ve her Venedik ziyareti gibi, masalsı bir şey…