Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
44. İstanbul Film Festivali, 11-22 Nisan 2025 tarihleri arasında sinemaseverlerle buluşacak.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen festival, dünya sinemasının en seçkin örneklerini, usta yönetmenleri ve genç yetenekleri bir araya getiriyor. Bu yıl festivalde 139 uzun metrajlı ve 15 kısa film yer alırken, film gösterimlerinin yanı sıra söyleşiler, özel etkinlikler ve konuk oyuncularla buluşmalar da gerçekleştirilecek. Festival kapsamında Altın Lale Yarışması, Kısa Film Yarışması ve Yeni Bakışlar gibi bölümler de bulunuyor. Sinema Onur Ödülü, sanat dünyasının usta ismi Zuhal Olcay’a takdim edilirken, Emek Ödülü ise Gülin Üstün’e sunulacak. Festival, Türkiye ve dünya prömiyerlerine de ev sahipliği yaparak sinemaseverlere zengin bir program sunuyor.
İşte İstanbul Film Festivali’nde Öne Çıkan Filmler:
Fotoğraf: Alamy Stock Photo
Las Vegas’ın ışıltılı dünyasında yıllarını geçirmiş bir dansçının içsel yolculuğuna odaklanan bu film, gösteri dünyasının ihtişamı ve kaçınılmaz sonları üzerine düşündürüyor. Bir zamanlar sahnenin yıldızı olan Shelly Gardner (Pamela Anderson) karakterinin, şöhretin ardından gelen yalnızlık ve hayatın yeni bir anlam kazanma süreciyle yüzleşirken, geçmişiyle hesaplaşmanın sancılarını anlatıyor. Zarif anlatımı ve dokunaklı performanslarıyla dikkat çeken yapım, hayallerin peşinden gitmek kadar, onları geride bırakmanın da cesaret gerektirdiğini gösteriyor.
Yumurta, Semih Kaplanoğlu’nun Yusuf üçlemesinin son filmidir. Cannes Film Festivali’nde prömiyer yapan film, yıllardır memleketine dönmeyen şair Yusuf’un (Nejat İşler), annesinin ölümü üzerine çocukluk evine dönüşünü konu alıyor. Bakımsız evde, annesiyle birlikte yaşamış genç bir kadın olan Ayla (Saadet Işıl Aksoy) onu beklemektedir. Yusuf, annesinin ölmeden önce adadığı adağı yerine getirmesi gerektiğini öğrenir. Bu süreçte, geçmişiyle yüzleşirken Ayla ile de özel bir bağ kurar.
Emine Emel Balcı’nın yönetmenliğini üstlendiği ve Altın Lale Yarışması’nda yer alan bir Türkiye-Almanya ortak yapımı olarak dikkat çekiyor. Dünya prömiyerini yapan film, doğum sonrası depresyonunu henüz atlatamayan, çalışan genç anne Filiz’in (Bige Önal) hikayesini anlatıyor. Anneliğe uyum sağlamakta zorlanan ve kendini sıkışmış hisseden Filiz, nefes alabilmek için her fırsatta evden çıkmanın yollarını arıyor. Kendine ait bir araba alma isteği, onu Şule (Elit İşcan) ile tanıştırır ve aralarında yeni bir dayanışma ihtimali doğar.
Fotoğraf: One Two Films
Keith Jarrett’ın unutulmaz Köln konserinin perde arkasına odaklanan bu etkileyici biyografik film, yalnızca müziğin büyüsünü değil, aynı zamanda tutku ve kararlılığın gücünü de gözler önüne seriyor. 17 yaşındaki Vera Brandes’in, dönemin en büyük caz piyanistlerinden birini sahneye çıkarmak için verdiği mücadele, tüm zorluklara rağmen bir efsaneye dönüşen bir geceyi mümkün kılıyor.
Jessica Chastain’in etkileyici performansıyla hayat bulan bu dramatik yapım, hatıralar ve duyguların belirsiz sınırlarında gezinen bir aşk hikayesi sunuyor. Geçmişin gölgeleriyle mücadele eden bir kadının, gerçek ile hayal arasındaki ince çizgide yolculuğu, izleyiciyi derin bir düşünce sürecine sürüklüyor. Michel Franco’nun kendine has anlatım dili, zamanın akışı ve insan psikolojisinin kırılganlığı üzerine etkileyici bir tablo çizerken, film aşkın ve hafızanın çarpıcı kesişimini büyüleyici bir şekilde yansıtıyor.
Brian Eno’nun yaratıcı dünyasına kapı aralayan bu deneysel belgesel, her gösteriminde farklı bir kurguyla izleyici karşısına çıkarak sanatın değişken doğasını vurguluyor. Yapay zeka destekli dinamik kurgusuyla, müziğin sonsuz olasılıklarını keşfe çıkan film, izleyiciyi Eno’nun sanatsal üretim süreçlerine dahil ediyor. Geleneksel biyografik anlatılardan sıyrılarak interaktif ve yenilikçi bir yapıya bürünen film, modern müziğin evriminde Eno’nun oynadığı rolü sıra dışı bir perspektifle ele alıyor.
Sonbaharın hüznünü ve dönüşümün kaçınılmazlığını yansıtan bu film, karakterlerinin iç hesaplaşmalarını zarif bir dille işliyor. François Ozon’un özgün sinema anlayışını yansıtan yapım, geçmişin izleriyle yüzleşen insanların hayatındaki kırılma noktalarına odaklanıyor. Mevsimlerin değişimiyle birlikte karakterlerin iç dünyalarında yaşanan değişimler, melankolik ama umut dolu bir atmosfer içinde anlatılıyor. Duygusal yoğunluğu ve incelikli senaryosuyla dikkat çeken film, kayıplar ve yeni başlangıçlar üzerine dokunaklı bir hikaye sunuyor.
Kuraklık tehdidiyle karşı karşıya kalan bir ailenin hayatta kalma mücadelesini anlatan bu çarpıcı dram, yalnızca fiziksel bir felaketi değil, insan psikolojisi üzerindeki derin etkilerini de ele alıyor. Çevresel krizlerin bireyler üzerindeki travmatik sonuçlarını gerçekçi bir dille işleyen film, yalnızca suyun değil, umut ve dayanışmanın da ne kadar hayati olduğunu hatırlatıyor. Görsel anlatımıyla çarpıcı bir atmosfer yaratan yapım, modern dünyanın en büyük sorunlarından birine duygu yüklü bir bakış sunuyor.
Fotoğraf: Cannes Critics Week
Toplumdan uzaklaşarak doğayla baş başa kalmak isteyen Simon’un kendini keşfetme sürecini anlatan bu film, görselliği ve atmosferiyle izleyiciyi büyüleyici bir yolculuğa çıkarıyor. Sessiz ve dingin bir köyde, doğayla iç içe bir yaşam sürmeye çalışan genç adam, kendi geçmişi ve iç dünyasıyla yüzleşirken, çevresindeki insanlarla beklenmedik bağlar kuruyor. Cannes’da büyük beğeni toplayan bu meditatif anlatı, yalnızlığın ve doğanın dönüştürücü gücünü şiirsel bir dille sunuyor.