Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Suzy Menkes, New York Moda Hafta’sında Donna Karan, 3.1 Phillip Lim, Thom Browne, Tommy Hilfiger, Carolina Herrera ve The Row hakkında yazdı.
POLO RALPH LAUREN: SU DÜNYASI
New York’ta Central Park içindeki gölün üzerinde yapılan defile bir ilüzyon muydu, mucize miydi yoksa teknolojik bir sihirbazlık mıydı?
Cherry Hill’e gelen davetli izleyiciler Polo Ralph Lauren’in New York Beşinci Cadde’de açtığı ilk özel mağazasını kutlamak için düzenlenen defileyi beklemeye başladılar.
Projeksiyon çalıştırıldı ve rengarenk sportif kıyafetli mankenler suyun üzerinde yürümeye başladılar. Buğulu görüntüleri kıyafetlerdeki detayları görmeyi imkansızlaştırmıştı. Ama defilenin bıraktığı etki büyüleyiciydi, özellikle de gümüşi gri saçlarıyla Ralph Lauren suyun üzerinde belirdiğinde.
Ralph Lauren ve ailesiyle yanyana oturduğum için, bu sihire kanmam biraz zordu. Ama 4D’li defilenin yaratıcısı olan David Lauren, seyircilerden alkış topladı. Takip eden iki gece boyunca, Polo koleksiyonu halka açık olarak Central Park’ta projeksiyonla yansıtıldı.
DONNA KARAN:
Donna Karan, sanata, zanaata ve etnik Afrika asilliğine inanıyor. Ama 2015 yaz sezonu için hazırladığı koleksiyon koyu süslemelerle, graffiti baskılarıyla ve o garip ve büyük Amish şapkalarıyla fazla ağırdı.
Tasarımcı, Afrika’nın etnik esintilerini alarak Amerikan spor giyimiyle birleştirmekte bir öncü. Ayrıca 80’lerde original ve basit parçalar tasarlayarak da kadın vücuduna önem göstermiştir.
Afrika havası taşıyan cesur kısa üstlerle yaz elbiselerine güçlü ve kadınsı bir duruş getirmesine bakınca, tasarımcının eski zamanlardaki ana değerlerinin bugünkü tasarımlarında da var olduğunu görebiliyoruz.
Fakat, bellere yerleştirilen kemerlerle ve halhallarla ilgili garip ve boğucu bir şeyler vardı. Graffiti baskılar en az sahnedeki arka fonda dijital olarak sürekli değişen siyah ve kırmızı görüntüler kadar ağırdı.
Etnik kıyafetler arasında gerçekten iyi olanlar da vardı. Özellikle zanaatkarlıkla yapılmış, uçlarından püsküller sarkan tüvit takımlar. Benzetilecekse, Ivory Coast ve Coco Chanel karışımı gibi, ama daha çok Coco Chanel.
Yine de yırtmaçlar ve drapelerle vücudun kolaylıkla salınmasına izin veren sade elbiselere bakmaktan da kendimi alamadım.
Donna Karan, Afrika etkisini koleksiyonunda hissettirmek için biraz fazla uğraşmış gibi gözüküyor ancak kendi memleketi New York hiç şüphesiz ki daha kolay ve sade çözümler sunardı.
3.1 PHILLIP LIM: Yatak Odası Tarzı
Modern, şık ve sportif kıyafetlerin tasarımcısı Phillip Lim, yatak odasına geri döndü.
Sahne arkasında, ilham panosu samimi yatak odası görüntüleriyle dolu. Ve bir de Leonard Cohen’in bir sözü yapıştırılmış: “Her şeyde bir çatlak var, ışık böyle içeri sızar.”
3.1 Phillip Lim markasının tasarımcısı, kapitone yatak örtülerini hatırlatan ve vücudun bazı yerlerini zaman zaman açıkta bırakan kumaşlar kullanılan koleksiyonuyla ilgili “Yatak odası, kendinizi en çıplak ve kırılgan halinizle bulduğunuz ama aynı zamanda en güvende hissettiğiniz yerdir, yatak odasının bu mahremiyeti üzerine çalıştık.” diyor.
Bu “yatak odası” konseptini başarılı buldum çünkü “özel yatak odası fantezileri” imasından çok uzak.
Hatta, kıyafetler daha çok sportif. Kırışık ve hafif kumaşların aksine kapitone ve kabarık kumaşlar kullanılmış.
Lim, kıyafetlerdeki altın sarısı rengini bir yatak odasına sızan güneş ışığı huzmelerinden ilham alarak kullandığını belirtiyor.
Sonuç olarak, modern kıyafetler aynı zamanda bu tasarımcıyla hiç bağdaşlaştırılmayan romantik bir çizgi kazanmış ki bu da güzel bir deney olmuş.
THOM BROWNE: ÇİÇEKLER, ÇİÇEKLER, ÇİÇEKLER
Bir mezarda büyüyen çiçekler. Çantalarda yetişen çiçekler. Ceketlere dikilmiş çiçekler. Çiçek kadınlar.
Mezarlıkta yürüyen bir grup kızkardeşin sarsıcı hikayesi, Thom Browne'un imzasını, şehvet, çöküş ve ölümle bir araya getiriyor.
Televizyonda çocuklara masallar okuyan kadının sesine benzeyen bir ses, her Cuma gecesi evde beraber oturan altı kız kardeşin bir haftalık moda tercihlerini anlatıyor.
Tasarımla ilgili bir şeyde gizli bir rahatsızlık etkisi var. Pastel boya renklerinde giyinmiş, ısmarlama takımlarıyla uyumlu borumsu şapkalar takan bu kız kardeşler de kim? Şık, gri takım elbiseli kadınlarla aynı aileden mi geliyorlar?
Her görüntüyü dikkatlice incelemeye ve markanın daimi müşterisi Michelle Obama için hangisinin daha uygun olduğuna karar vermeye çalıştım. Grinin 50 tonunda çiçekler yerleştirilmiş kaz ayağı desenli ceket mi? Ama eminim ki ana renklerden oluşan üçgen pilili olan ceket değildir, bir First Lady için fazla cesur ve parlak olurdu. Bu durumda, arkasında renkli derilerden oluşturulmuş bir çiçek bahçesi barındıran ceket de olamaz. Ama Chanel esintileri taşıyan, krem rengi örgü dokulu kırmızı ve mavi çizgili ceket olabilir.
Thom Browne’ın defilesinin amacının ne olduğu gizemini koruyor. Spor için giyindirilmiş kadınların bacaklarının mermer gibi sarılmasının ve mezartaşları üzerinde yürümesinin amacı neydi?
Bazen, tasarımcılar kendi iyilikleri için fazla karmaşıklaşabiliyorlar. Ama, biliyorum ki o gariplik perdesinin altında normal kadınlar için asil kıyafetler vardı. Özellikle de çiçekleri sevenler için.
TOMMY HILFIGER: AŞK YAZI YENİDEN KAPIYI ÇALDI
Çiçeklerle kaplı yerdeki pembe şakayıklar iki harf oluşturacak şekilde dizilmişti: “TH”. Yani, Tommy Hilfiger. Ama bundan çok daha fazlasını ifade ediyorlardı: çiçek çocuklar, aşk yazı, “sarı denizaltı”sıyla The Beatles, Coachella ve Glastonbury festivallerinden kalma rahat hippie çağını yeniden yaratmak için yeterli miktarda heyecan.
Defilenin davetiyesi bile, dijital çağ öncesi vinil plaklara bastırılmıştı. Tommy, uzun süredir düzenlediği defilelerin en canlısından sonra, sahne arkasında “60’ların 70’lerin müzik festivallerini kutlamak istedim, yani benim zamanlarımın!” diyor.
Canlı müzik eşliğinde taze çiçeklerle dekore edilmiş festival temalı sahnede, yıldızlarla ve kurukafalarla dolu büyük “boyfriend” hırkalarından, daha da fazla yıldıza sahip çizmelere kadar koleksiyonla ilgili her şeyde bir sihir vardı.
Şirin tiki kızlar yok olmuştu, onların yerini çizgili pelerinin içinde Marianne Faithfull ve genelde festival kıyafeti olarak giydiği kot şortuyla ve üstüyle Kate Moss almıştı.
Dar kesim yama kot pantolon üzerine yıldızlı sweater’a baktığımda, parıltı ve Grunge’ın karışımının işe yaradığını görüyorum. Genellikle Hilfiger koleksiyonlarında gerçek bir derinlik yoktur. Kısa elbiseler, dar pantolonlar ve motorsiklet şapkaları çok güzel bir canlılıkla sergilense bile bir Marc Jacobs veya Karl Lagerfeld koleksiyonunda hissedilen heyecanı veya ironiyi bulamazsınız.
Ama bu sefer, Tommy ruhundan bir şeyi almış ve modanın müziğine katmış.
CAROLINA HERRERA: Tazeliğin Yeni Tarzı
Beyaz havadar eteğiyle ve kocaman çiçeğiyle, mankenin üzerindeki gece elbisesi sanki tüyden yapılmış gibi hafif duruyordu. Carolina Herrera’nın defilesine gelince, o daha farklı bir şeyden yapılmıştı.
Şimdiye kadar köpük kumaştan daha çok, saten ve ipek kullananan tasarımcı “Tüple dalıştan!” diyor.
Bu tekno-kumaşlar gece elbiselerine fazladan bir hafiflik sağlıyor ve şişkin çiçek baskılarını daha iyi taşıyor.
Carolina’nın kendi zarif cazibe anlayışını bozmadan yeni fikirlerle denemeler yaptığını görmek güzel oldu.
Sahne arkasında, kıyafetlerden birine dokunmak için yaklaşıp süngerimsi kumaşı elimde sıktığımda, bu “tekno” krep ve pike kumaşları daha iyi anladım. Bana açıklandığına göre, tasarımcı bu kumaşlarla keteni karıştırarak çok güzel etkiler yaratmış.
Örneğin, uzun beyaz etekli beyaz bir üst görüyorum. Çiçekler yanlardaki keten kumaşların üzerine kaplanmış. Veya bir elbisede, sanki bir Georgia O’Keeffe tablosuymuş gibi kocaman turuncu bir şakayık çiçeği, iki kola da işlenmiş. Bu tür büyük çiçek figürleri, göbek kısmından kalçalara kadar birçok yere konulmuş.
Koleksiyon hem desen hem de renkler anlamında, henüz yeni açan çiçeklerden ilham alınarak tasarlanmıştı. Renk olarak, zambak mavisi, nergis sarısı, şakayık moru kullanılmış. Ama klasik kadınsı Herrera stiline de sadık kalınan koleksiyonda, sade yaz kıyafetleri de vardı.
Carolina hiçbir zaman kendi hayalgücünün köklerinden uzaklara gitmeyecek. Ama şu anda,modanın en yüksek noktasında. Sahneye alkışları kabul etmek için geldiği zaman giydiği ve kendi imzası olan özel bluzu, bu sezon ve gelecek yaz sezonu için en havalı kıyafetti.
THE ROW:
Sadelik, The Row’u çekici yapan en önemli noktalardan biri. Mary-Kate ve Ashley Olsen ikizlerinin vizyonu, moda dünyasının kabalığına karşı bir savunma çağrısı oluşturmak üzerine.
Ama ne zamandan beri “mütevazı” demek bir tarikata aitmiş gibi veya keşiş olmuşsunuz gibi görünmek anlamına geliyor?
Pazartesi günkü defilede, bazı parçalar gerçekten takdir edilmeye değerdi. Göğüse sarmalanmış kumaşlar bazı kıyafetlere kadınsı bir hava katmıştı, örgü bir elbise tıpkı defilenin düzenlendiği apartman dairesine süzen güneş ışığı gibi altın sarısı parlıyordu, özellikle onlar çok güzeldi.
Koyu uçuk yeşil ve pas rengi gibi renkler ustacaydı ve güzeldi.
Ama bazı elbiseler, kadın seksüelitesini sakladıkları için bağnazca gözüküyordu.
Kumaşların dokunuşu ne kadar güzel olursa olsun, kim, sanki modanın manastırındaymış gibi, rahibeye benzemek ister?
Olsen Kardeşler, daha markalarının ilk günlerinde gösterişten uzak modanın ne demek olduğunu iyi anladıklarını kanıtlamışlardı ve bu mesajı daha da ileriye taşıyabilecekler.
Çeviren: Kardelen Berfin Kobyaoğlu