Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Fransa’nın güneyindeki Château de la Colle Noire, Dior kokularının sırrını ve genç Tony Armstrong Jones’un hikayesini saklıyor.
Christian Dior, Château de la Colle Noire’dayken. Vogue, Dior’u kendi mekanında fotoğraflaması için geleceğin Lord Snowdon’ı, Tony Armstrong Jones’u görevlendirmiş. Efsanevi modacı bir kaç ay sonra vefat etti. Fotoğraf: Tony Armstrong Jones, 1957
Alışılmadık ölçüde karanlık bulutlar tepelerin üzerine çökmüş, gri taş tavanı daha da boğucu hale getirmişti. Yaseminler, nilüferler, koyu yeşil yaprak ve pembe güller olmasa ‘Midi’de yani Fransa’nın güneyinde olduğumuza dair bir işaret bulmak zordu.
Gün ışığı yüzünü göstermemeye kararlı olsa da Christian Dior mutluydu. Hayata döndürdüğü eski kır evindeydi. Doğup büyüdüğü Normandy kıyılarından ve Granville’den çok uzaktaydı. Yeni adıyla Le Château de la Colle Noire olarak bilinecek kır evi, tasarımcı için bir sığınaktı. Başarı, dünya çapında ün, ABD’ye ziyaretler ve bitmek bilmeyen moda şovlarının insanın başını döndüren temposunda sükunet ve huzura her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardı.
60 yıl önce, 1957’de bir sabah Dior’u evinin huzurlu atmosferi ve bahçesinin görkeminde fotoğraflamaya giden genç Tony Armstrong Jones’un karelerinin birer anıta dönüşeceğini kim tahmin edebilirdi? Dior, aynı sene ani bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
Dior, Château de la Colle Noire’ı 1951’de satin aldı. Grasse yakınlarındaki parfümeri çalışmalarından bölgeye aşinaydı ve İkinci Dünya Savaşı sırasında buraya sığınmıştı. Château ve hektarlarca bahçe alanını yenileme projesi yıllar boyunca yoğun bir şekilde devam etti. Emekliliğini de Château’da karşılayan tasarımcı dostlarını ve çalışma arkadaşlarını tarz içindeki kır evinde ağırlardı. Fotoğraf: Tony Armstrong Jones, 1957
O günlerin genç fotoğrafçısı, ilerleyen yıllarda İngiliz Kraliçesi’nin kızkardeşi Prenses Margaret ile evlendi, bu senenin başındaki vefatına dek fotoğraf çekmeye devam etti ve Lord Snowdon adıyla dünyaca tanınan bir fotoğrafçı oldu. Ölümünden sonra Snowdon stüdyosundaki Dior karelerinin keşfi bize İngiliz fotoğrafçının ilk günlerinin ve Fransız tasarımcıyı zamanda nasıl dondurduğunun hikayesini anlatıyor. Fotoğraflar, bir hoşluk ve sükunet perdesinin ardında Dior’a karşı hissettiği naif hayranlığı da yansıtmayı başarıyor.
Vogue editörü Audrey Withers, genç sanatçıya yazdığı Şubat 1957 tarihli mektupta, “Güney Fransa’da bizim için çektiğin karelerden en denli memnun olduğumu belirtmeliyim. Bence Dior seti gerçek bir başarı, zira Dior tüm karizmasına rağmen -özellikle kameralar önünde- utangaç bir insan. Onun duvarlarını yıkarken cebindeki tüm taktikleri kullanmak zorunda kaldığına eminim.”
Christian Dior, Château de la Colle Noire’ın bahçesinde. Fotoğraf: Tony Armstrong Jones, 1957
Güzel bir arkaplanın önündeki bir figürden ziyade, makinesiyle bir insanın kişiliğini yakalamayı başarması, genç fotoğrafçının yeteneğinin kanıtıydı. Kayaların durgunluğu veya Grasse’tan -dünyanın koku başkenti- esen vahşi rüzgar eşliğinde Dior’un değişen ifadelerine tanık oluyoruz. Çekimin üzerinden yarım asrı aşkın süre geçtikten sonra dönüp o günün fotoğraflarına bakan Snowdon dahi o dönemin -ve çağdaş zamanların- en ünlü ve yetenekli modacılarından biriyle olan tanışmasının ayrıntılarını hatırlayamıyor.
Snowdon vefatından kısa bir süre önce çekim hakkında, “Vogue için ilk çekimlerimden biriydi. Editörüm Withers başta Mösyö Dior’u basit, beyaz bir arkaplan önünde çekmemi istemişti!” demişti.
Lord Snowdon 1957’de Vogue tarafından Christian Dior’u Güney Fransa’daki yeni evi, Château de la Colle Noire’da fotoğraflamak üzere görevlendirilmişti. Snowdon’un kızı, bu çekimden kalan kareleri kısa zaman önce ünlü fotoğrafçının stüdyosunda buldu. Kareler, Maria Grazia Chiuri’nin Christian Dior İlkbahar/Yaz Haute Couture koleksiyonundan fotoğraflar eşliğinde Luncheon dergisinde ilk defa gün yüzüne çıkıyor. Fotoğraf: Tony Armstrong Jones, 1957
Çekim sonrası, Dior’un arkadaşlarıyla öğle ve akşam yemeği yedikten sonra geceyi La Colle Noire’da geçiren Snowdon o günü, “Dior, Pimlico Yolu’ndaki stüdyomu arada ziyaret ederdi ama daha sonra çekimin Güney Fransa’daki evinde yapılması kararlaştırıldı.” sözleriyle anımsıyordu.
Genç fotoğrafçı moda efsanesinin ruhunu kadim taşlar arasında yakalamayı başarmıştı. Özel dikim takım elbisesi, papyonu, ve V-yaka kaşmir süeteriyle, hafif kilolu olan Dior, vefat ettiğinde yalnızca 52 yaşındaydı. Dior’un couture tasarımlarından biri olması kuvvetle muhtemel bir eşarba sarınmış klasik bir heykelin ardında yarı saklı duran tasarımcının utangaç yapısı çoğu karede göze çarpıyor. Yine de beklemediği anlarda yakalandığı karelerde -zarifçe sigarasını içerken, bitkilerine gururla bakarken veya modanın iniş-çıkışlarından yorulmuş olsa da hayata karşı hevesini koruyan, muzip bir gülüşle kameraya bakarken- tasarımcının gerçek karakterine göz atmam mümkün oluyor.
Château de la Colle Noire’ın bahçesinde Mösyö Dior ile sigara molası. Fotoğraf: Tony Armstrong Jones, 1957
Her zaman Christian’ın ilk yılları ilgimi çekmiştir – özellikle 1930’larda burjuva babasının şirketinin batması sonrası, diplomat olmasını isteyen annesine rağmen, arkadaşlarıyla bir sanat galerisi açtığı dönemler.
Christian Bérard’ın kendine özgün çizgileriyle hayat verdiği muzip işlerine bizzat tutkun biri olarak Bérard’ın dostu Christian Dior’u, iki dünya savaşı arasındaki yıllarda, Paris’teki bir artistik koloninin parçası olarak yeniden canlandırmasını isterdim. Dior’un annesine karşı hayranlığı ve moda vizyonu üzerinde çok yazılıp çizilse de “New Look”unda ışıltılı bir görkem vardı. Zorlu savaş yılları sonrası feminenliğe dönüş arzusunu yakalayan bu akım, tüm büyük modacılar gibi Dior’un da tarihte bir anı ölümsüzleştirmesiydi.
Dior, Güney Fransa’daki Château de la Colle Noire’ın terasında. Fotoğraf: Tony Armstrong Jones, 1957
Sanatçı çevresi bir yana, iş kadınlara geldiğinde Dior’u hiç bir zaman yapış yapış bir tatlılıkta görmedim. Vücut hatlarının altını çizen “Bar” ceketleri ve altına giydikleri upuzun eteklerle modeler kamuoyunu öfkelendirmişti çünkü tasarımcı kadınların erkeksi, savaş zamanı üniformalar ve kumaş kısıtlamalarından kurtulmak istediklerini ilk sezenlerden olmuştu. O modellerin fotoğraflarına baktığımda kendi seçimlerini yapan güçlü kadınlar görüyorum.
Dior’un bugünkü Artistik Direktörü Marie Grazia Chiuri, moda evinde bayrağı devralan ilk kadın. Chiuri, ilk şovundan itibaren Christian’ın karakterini -kadınlara saygılı ve Tarot kartlarına derin bir ilgi duyan- yansıtmak istediğini gösterdi. “Bu sporda cinsiyetin bir önemi yok çünkü kadın da erkek de birebir aynı kıyafeti giyiyor.” diyen tasarımcı ilhamını açıkça eskrimden alıyor.
A faint echo of Dior's signature "Bar" jacket in this ensemble by Maria Grazia Chiuri for Dior, Spring/Summer 2017 Jack Davison for Luncheon magazine, 2017
Maria Grazia, Dior mirasını koruma konusunda bir adım öteye giderek modellere üzerinde “Dio(r)evolution” ve Nijeryalı yazar Chimamanda Ngozi Adichie’nin ünlü yazısından alıntı, “We Should All Be Feminists” sloganları yazılı beyaz tişörtler giydirdi.
Maria Grazia bana mood board ve kumaş örneklerini gösterirken, “Dior feminenlik üzerine kurulu -elbette 1950’lerden kalma bir kadınsılık değil söz ettiğim.” diyor.
Jane Moseley Dior İlkbahar/Yaz 2017 koleksiyonundan bir ceket ile Château de la Colle Noire bahçesinde. Fotoğraf: Jack Davison, Luncheon magazine. 2017
“Feminenlik 1950’lerde sona ermedi -modern ve çağdaş bir kadınsılık mümkün, tişörtlerle Dior’un bu devrimi ve evrimini vurgulamak istedim.”
John Galliano ve Raf Simons gibi ünlü isimlerin ardından Fransız moda evinin başına geçen yedinci kişi olan Chiuri, geçmişi geleceğe uydurup aynı zamanda markanın mirasını nasıl koruyacak? Bu vizyonun en iyi örneklerinden birini yoğun ve ince detaylarla iskambil kağıtları işlenmiş, inanılmaz hafif ve yarı transparan şifon bir elbisede görebilirsiniz.
Markanın yeni Artistik Direktörü Chiuri, tarota karşı yoğun bir ilgi besleyen Christian Dior’a atfen kartların sembollerini Dior İlkbahar/Yaz 2017 koleksiyonunda sık sık kullandı. Fotoğraf: Jack Davison, Luncheon magazine. 2017
Snowdon’un en küçük kızı Frances Von Hofmannsthal, fotoğrafçı Jack Davison ve model Jane Moseley’ı taş heykellerle dolu Dior peyzajında bahar esintisini andıran elbiselerle çekim yapabilmeleri için yönlendirdi.
“Dior’un burçlara büyük bir ilgisinin olması beni çok heyecanlandırdı.”
Bir başka ünlü fotoğrafçı -Louise Dahl-Wolfe- daha genç bir Christian Dior’u ekoseli bir yelek ve yakası açık, kısa kollu gömleğiyle tek başına kartlarıyla oynarken ölümsüzleştirmişti.
Christian Dior Haute Couture, İlkbahar/Yaz 2017 Fotoğraf: Jack Davison, Luncheon magazine. 2017
Christian Dior’un yarattığı her şeyin temelinde vardı bahçesinin görkemli varlığı vardı – özellikle kokularında.
1954’te bu varlığı, “Miss Dior, ateş böceklerinin hayat verdiği, taze yasemin kokusunun gecenin ve toprağın bestelerini söylediği ünlü Provençal akşamlardan birinde doğdu.” sözleriyle anlatmıştı.
Dior’un parfümlerinin yaratıcısı François Demachy ise, aynı koku için “Grasse, yasemin, ve mayıs gülleri bir araya geldiğinde ortaya sıra dışı bir koku çıktı. Hem güçlü hem de baskın olmamaları nedeniyle başka çiçeklerin bunların yerini doldurması imkansız.” diyor.
Maria Grazia Chiuri’nin Christian Dior Haute Couture İlkbahar/Yaz 2017 koleksiyonundan tarottan ilham alan işli, şifon bir elbise. Fotoğraf: Jack Davison, Luncheon magazine. 2017
Güney Fransa’nın özgün kokusu, House of Dior’un 2000’lerde Château de la Colle Noire’ı satın almasının temel nedeniydi. O esnada terkedilmiş bir uyuyan güzel olan binanın mimarisi her yanı saran ağaçlar tarafından örtülmüştü, yenilenen kır evi Mayıs 2016’da tekrar açıldı.
Asalet genelde modayı tanımlarken kullanılan bir sözcük değildir. Ancak Christian Dior’un 18. yüzyıl güzelliğine yeniden kavuşan kır evini tanımlamak için asalet doğru kelime. Dior’un seçtiği mobilyalar görkemli: 18. yüzyıl asaletinin örneklerinden, verniklenmiş bir Louis Quinze yatak veya bakır küveti ile Directoire stilini yansıtan mermer banyo. Christian Dior’un restore edilmiş kır evini ‘neo-Provençal’ olarak adlandırabiliriz.
Fotoğraflarla anlatılamayacak bir yeni bir de eski özelliği var la Colle Noire’ın. İlki, Akdeniz güneşinde yıkanan yaz çiçeklerinin kokusu. İkincisi ise Dior’un kız kardeşi Catherine’in yardımıyla düzenlediği bahçedeki sert dokunuş.
Château de la Colle Noire’da 18. yüzyıldan bir heykel, astroloji ve tarot sembolleri barındıran ipek bir eşarp ile. Fotoğraf: Jack Davison, Luncheon magazine. 2017
Kendisinden 12 yaş küçük kız kardeş, Christian Dior’un hikayesinde pek anlatılmaz. Ancak Catherine, savaş boyunca Fransız İhtilali için çalışmış ve kendini Ravensbrück’te bir Alman toplama kampında bulmuş gerçek bir kahraman. 1945’te bitkin ve yoksun bir şekilde kamptan kurtulduğunda ‘Tian’ lakabını taktığı ağabey Dior’un “New Look”u çıkarmasına yalnızca iki yıl vardı.
Catherine, Grasse yakınlarındaki aile evine çekildi, Christian’ın Château de la Colle Noire’ı satın almasının sebebi Grasse’e olan yakınlığıydı. Catherine, hem tutkusu hem de tedavisi olan çiçeklerle hayata döndü, kalan zamanında çiçek ticareti yaptı ve 70’lerinin sonlarına dek bahçecilik ile uğraştı. 2008’de vefat ettiğinde 91 yaşındaydı.
Catherine’in ağabeyi ile olan ilişkisi fazla bilinmez ama o orijinal Miss Dior.
Mösyö Dior, Château de la Colle Noire’da bahçevanlarından birine talimat veriyor. Fotoğraf: Tony Armstrong Jones, 1957
New Look’un ve etrafını saran kokunun, Catherine gibi çelikten bir omurgası olduğunu her zaman biliyordum.
Bu makale ilk olarak Luncheon magazine’in üçüncü sayısında (Bahar 2017) yayınlanmıştır (luncheonmagazine.com).
Çeviren: Su Sonia Herring