Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Evdeki eşyalar sanki üzerinize doğru mu geliyor? Belki de fazlalıklardan kurtulmak için bugünü beklediniz.
Fotoğraf: Cihan Öncü Moda editörü: Ece Öğütoğulları
Son birkaç senedir zihnimi kurcalayan sadeleşme fikri, sonunda “kara” günler vesilesiyle somutlaşmaya başladı. Kara günler dedim, evet, ama bu karanlığa bizler ışık tutup aydınlatacağız. Bir sabah uyanıp evlerimizden çıkacak ve dışarıdaki hayata tekrar karışacağız. Buna asla şüphem yok. İnsanoğlu bu, alışıyor tabii. Alışmak gibi bir kavram olmasaydı nasıl yaşardık bilinmez. Belki de bu yeni düzeni içselleştirip, yeniden “normalleşmeye” çabalayacağız. Her ne olursa olsun hepimiz şunu biliyoruz ki, tarihe geçecek günlere tanıklık ediyoruz.
Son yıllarda, özellikle çocuk sahibi olduktan sonra, hayatım karmaşıklaştı. Eskiden düzenine sadık biri olarak kontrolü elden bırakmadan hayatımı yürütürken, yaşam biçimimi yeniden şekillendirmek zorunda kaldım. Ve bu yeni düzene alıştım. Hep derim; beni bıraksalar, çok sevdiğim işimde ölene kadar devam eder, konfor alanımdan bir adım bile uzaklaşmam. Bulunduğum noktada fazlasıyla mutlu olmamın payı büyük bunda. Fakat bugünlerde bildiklerimizin yerle bir olduğu öyle bir döneme girdik ki, artık bildiğimizi sandıklarımızı yeniden öğrenme zamanı.
Pek çoğumuz kişisel gelişime merak sarıp meditasyonla, kitaplarla ya da terapi gruplarıyla kendimizi farklı yönlerden beslemeye ihtiyaç duyuyoruz. Bunun nedeni, içinde bulunduğumuz düzenin yapaylığından içgüdüsel olarak kaçma isteğimiz olabilir mi? Yönetmenliğini Sean Penn’in üstlendiği 2007 yapımı Into the Wild, bu içgüdüyü betimleyen filmlerden biri. Film, başarılı bir üniversite öğrencisinin mezun olduktan sonra sistemin bir parçası olmayı reddederek kendini vahşi doğada hayatta kalma mücadelesine adamasını konu alıyor. Bu ilham verici cüret hikayesi, beni o zamanlar hayli düşündürmüştü.
Hayal kuruyorum; doğanın kucağında, sadece insan olmaya kafa yoracağım günler geçireceğim bir evde olsam... Tarım yapsam, marangozluk, aşçılık... Bir insanın hayatta kalmak için öğrenmesi gereken ne varsa öğrensem. Ama daha düşünürken vazgeçiyorum. Özümüzden o kadar uzaklaşmışız ki, içgüdülerime güvenemez duruma gelmişim. Bütün sistemin durakladığı bu dönemde, aslında tam da o öze, sadeliğe yaklaşmış durumdayız. Çoğumuzun günleri bulunduğumuz ortamı temiz tutmak, beslenmek, uyumakla geçiyor. Uzun zamandır ne çok hayalini kurmuştuk bu günlerin, değil mi? Şimdiyse neden bu kadar zorlayıcı geliyor?
Bir süre önce Minimalism: A Documentary About the Important Things adlı bir belgesel izlemiştim. Aslında tam olarak insanoğlunun doyumsuzluğundan, tatminsizliğinden yola çıkarak esas mutluluk yolunun gerçekten ihtiyaç duyduklarımıza sahip olmaktan geçtiğini özetliyordu. Ben buna tüm kalbimle inanıyorum.
Gelelim bunu hayatımızda nasıl uygulayacağımıza. Zaman, elimizdeki en bol kaynak bu sıralar, o yüzden sadeleşmeyi denemenin tam sırası. Ben kıyafetlerimi azaltmakla başlayacağım. Uzun zamandır askısından bile çıkarılmamış kıyafetleri tek tek ayıracağım. Geriye kalanları az yer kaplayacak, gözümü yormayacak şekilde düzenleyeceğim. Bu noktada yaşam alanı düzenleme uzmanı ve yazar Marie Kondo’dan ilham alabilirsiniz. Netflix’teki Tidying up with Marie Kondo programı sizlere eminim yol gösterecektir.
Yaşamımda açtığım bu sayfada sezonsuz, zamansız parçalar edinmek, yeni felsefem. Neleri sıkça giydiğimi biliyorum, zamanında beğenip de aldığım ama giymediğim parçalarla vedalaşabilirim. Kıyafetler tamam. Şimdi sıra evdeki gözümü hayli yoran objelere geldi. Onları da bir kutuya koyup kaldıracağım. Ne kadar az eşya, o kadar çok mutluluk. Bir de mutfak var. İnsanın yaş aldıkça zevki de değişiyor. Değiştirmek istediğim bardakları, kullanmadığım tabak ve tencere takımlarını ihtiyacı olanlarla paylaşmak için daha doğru bir zaman olamaz. Bu zor zamanlarda benim için yapılacak en anlamlı şeylerden biri paylaşmak.
Önemli olan hayatta her şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymak değil midir? Umuyorum ki her birimiz varoluşumuzla sadeleşip, kendi özümüzde mutluluğun yollarını aramaktan asla vazgeçmeyiz. Hayatımızı her yönden ne kadar sadeleştirirsek, karmaşanın içine o kadar az çekiliriz. Dileğim bu zor günlerden daha güçlü, az tüketen, çok üreten, çevremize ve dünyaya çok daha faydalı bireyler olarak çıkmak, tomurcuklarımızdan yeniden çiçek açmak! Açarız değil mi?