Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Bu ay iki filmiyle birden sinemalarımıza uğrayan Blake Lively’yi fazlaca görmekten şikayetçi değiliz. Ama özel hayatını kameralar önünde yaşamadığı için şikayetçi olacak bir gezegen dolusu insan tanıyoruz.
Karanlık Sular
“Gerçek olamayacak kadar iyi”. Blake Lively’nin hayatı için en sık kullanılan tabir bu. Kusursuz bir vücudu, harika saçları, eşsiz bir gülümsemesi var. Ne zaman Kırmızı Halı’ya çıksa, kelimenin gerçek anlamıyla fırtına gibi esiyor. Ne giyeceğine karar verirken, kendinden başkasına danışmıyor. Dünyanın en seksi erkeklerinden biri seçilen Ryan Reynolds ile evli. Kocaman bir aile kurmak istiyor. İkinci çocuğuna hamile ve üstelik hamileyken de müthiş görünüyor. Her fırsatta yemeyi ne kadar çok sevdiğinden bahsediyor, mutfakta rakipsiz olduğunu iddia ediyor, bir de üstüne tatlılara düşkün olmasın mı? Sahi, bu kadın gerçek mi?
Sıkı durun, çünkü Lively ile ilgili en ilginç şey, bunlardan herhangi biri değil. Asıl mesele şu ki, göz önünde olduğu anların zevkini sonuna kadar çıkarıp da mahremiyetine bu kadar düşkün olan bir başka Hollywood ünlüsü tanımıyoruz. Blake Lively, günümüzde bu tezatın içinden alnının akıyla çıkan tek oyuncu. “Mahremiyete düşkünlük”, ünlüler dünyasında “Çekimler sırasında çok eğlendik” seviyesinde, fazlasıyla içi boşaltılmış bir kavram olsa da, Lively’nin hayatındaki ağırlığını öyle iyi koruyor ki, şaşıp kalıyor insan. Hem de bu çılgın çağda! İnanın, bu öyle hafife alınacak bir başarı değil. Sık sık üzerinde salındığı Kırmızı Halı’da ne giydiği, ne taktığı, ne yaptığı, nasıl yürüdüğü, kimleri gölgede bıraktığı günlerce, hatta haftalarca konuşulan Lively’nin dördüncü evlilik yıldönümü yaklaşıyor; ancak düğüne katılan otuz civarında davetli dışında henüz kimse gelinliğinin tamamını görmedi. 1,5 yaşındaki kızı James’i, şimdiye kadar yakından fotoğraflayabilen olmadı. James’in adı bile, ancak doğumdan üç ay sonra, formalite icabı açıklandı. Spot ışıklarının altında olmayı, etkinlikler için hazırlanmayı çok sevdiğini her fırsatta söyleyen ve özellikle Instagram’da hayli aktif olan Lively’nin, “sahne” kimliği ile özel hayatını nasıl bu kadar keskin şekilde ayırabildiği büyük merak konusu. Neresinden bakarsanız bakın, bu savaşın beklenmeyen galibi, modern çağın en büyük kaybedeni olan mahremiyet. Biraz da onun yüzü gülsün, fena mı?
Café Society
Lively’nin aynı dönemde gündeme oturan iki filmi, Karanlık Sular ve Café Society, bu ay bir hafta arayla vizyona giriyor. Lively önce, bol çığlık ve minimum diyalogla bir köpekbalığına karşı hayatta kalma savaşı verecek, sonra bol tebessüm ve maksimum diyalogla Woody Allen’ın rehberliğinde 30’ların Hollywood’unda boy gösterecek. Daha yolun başında bir oyuncu olarak, apar topar Woody Allen süzgecinden geçmesi kendisi için heyecan verici olmalı, ama kariyerinde devrim yaratacak bir hamle sayılmaz. Gündemdeki her on oyuncudan dördü her yıl bu süzgecin ağlarına takılıyor zaten. Diğer yandan Café Society’nin, Lively’nin popülerliğinden yararlandığı bir sır değil. Geçtiğimiz Cannes Film Festivalinin açılış filmi olan Café Society, bu onuru biraz da festivalin, başroldeki Kristen Stewart ve -filmde bir yan karakteri canlandırmasına rağmen- Blake Lively’nin Kırmızı Halı’da yürüyecekleri yönündeki beklentisine borçluydu. Film, bu anlamda üzerine düşeni yaptı, iki oyuncu hem kıyafetleri hem de açıklamalarıyla festivalin gündemine oturdu.
Belki şaşıracaksınız ama Lively’nin kariyerinde önem arz eden asıl film, Karanlık Sular. Dışarıdan bakıldığında bikinili, seksi kızın, gözünü kan bürümüş bir köpekbalığına yem olma tehlikesi yaşadığı bir yaz filmiyle karşı karşıyayız. Oysa Karanlık Sular’ın türde deneyimli yönetmeni Jaume Collet-Serra, bundan biraz daha fazlasını hedefliyor. Seyircinin tek oyuncu ve minimum diyaloğa ne kadar tahammül edebileceğinin meçhul olduğu, bu yüzden birçok yönetmeni ürküten tek kişilik hayatta kalma öykülerinde, genelde kariyerinde belli bir olgunluğa erişmiş oyuncular tercih ediliyor, bu bir gerçek. Collet-Serra’nın bu eğilimi hiçe sayıp Lively’yi seçmesinin tek sebebi, tahminlerin aksine oyuncunun karşı konulmaz cazibesi değil. Zira filmin cazibe faktörünü çabucak elediğini söyleyebiliriz. Korku filmlerinde dış kapıdan çıkmak yerine merdivenlerden yukarı doğru koşan şaşkın kızın değil de, finale kadar hayatta kalan mücadeleci kızın öyküsü bu. On yıllık oyunculuk kariyerine dönüp baktığınızda, Lively’nin güzelliğinin filmdeki kimsenin umurunda olmadığı ilk film... Üstelik tek kişilik bir şov. Yeteneğini ön plana çıkarmaya çalışan bir oyuncu için, daha iyi bir formül düşünülemez.