Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Bundan 17 yıl önce, müziği bir yaşam biçimi olarak seçerken aklına bile gelmemişti. Halbuki sahne yalnız olunması gereken bir yerdi. Aylin Aslım, “müzikle uğraşmanın bedeli yalnızlık mı” sorusuyla yüzleşti.
İnsan hayatta, “bunu seçiyorum” dediği anda, “bunu, bunu ve bunu seçmiyorum” demiş oluyor. Muş.
Böyle büyük laflara ve tespitlere bayılırım da, ben bu seçim meselesini enine boyuna yeni yeni idrak ediyorum desem yeridir. Sonuçta zorlandığım mevzuları mecbur kalana dek erteleyen, uzun yolculuklarda hayat muhasebesi yapmak yerine boş boş manzaraya dalan, 1993’ü hala on yıl öncesi sanan dalgın ve dalgacı bir insan evladıyım. Haliyle bazı mevzularla yüzleşmem, zamanını gerektiği gibi planlayan akıllı insanlardan daha geç ve hayretler icinde olur çoğu zaman. Zoruma giden, “Ben müzisyenliği seçiyorum” demiş bulunduğumda neleri secmediğimi düşünmekmiş. Belli ki bunu bugüne dek pek derin düşünmemişim. İşime gelmemiş, ne diyeyim.İşler, gecen hafta sonu klişe tabirle “elimize doğan” ve bizim evde büyüyen 25 yaşındaki kuzenimin evlenmesiyle daha da karıştı. Bana malum soruyu soranları, “ben müziğimle evliyim” gibi çirkin esprilerle püskürtürken, bunu duyan ama duyma cihazı iyi calışmayan anneannemin ondan habersiz biriyle evlendiğimi sanması, buna bile sevinmesi, sonra üzülmesi, ben evlenene kadar ölmemeye and içtiğini ilan etmesi gibi “sevimli” aile halleri dahi yaşandı. Dediğim gibi, olabildiğince erteledim işte. Ama resmi olarak ailedeki tek “evsiz ve çocuksuz” kişi ilan edilmek, mecburen “şimdi işin bu kısmında tam olarak n’oldu bir bakayım artık bari” dedirtti, yalan yok...
İstanbul’un ilk ve en eski rock barı Kemancı’da sahneye ilk çıktığımda yirmi yaşındaydım. İlk şarkılarımı yazmaya da o zaman başladım. O zaman biliyordum başka bir meslek seçmeyeceğimi, başka bir şeyi daha çok sevmeyeceğimi. Her yirmi yaş insanı gibi, hayatla ilgili başka da hiçbir halt bilmiyordum elbette. Tek istediğim, insanların yazdığım şarkıları dinlemeye değer bulmasıydı. Sonra sahnede şarkı söylerken gelip beni dinlemeleri / izlemeleriydi. Hep gençtik, hayat hep müzik ve hep çok Rock’n Roll’du. “Çok Rock’n Roll” diyorsam, bazen süslü, eğlenceli ve Glam, bazen melankolik ve slow, bazen sert, kızgın ve Punk, ama benim icin çoğunlukla depresif, acılı ve Grunge’dı. Arada uçuk ve elektronik de olmuştur. Şarkıları yazarken aylarca hep tek başına, konser, turneler ve gecelerdeyse hep cok kalabalık ve gürültülüydü. Sevimli ailemin kafatasımın icinde çınlattığı “Sen bunu seçmedin mi Aylin, seçmeyecek misin Aylin” “Neden seçmedin Aylin” sorularını hiç kuzenimin düğünündeki kadar net duymamıştım. Hep işim gücüm, gitmem gereken bir yer daha vardı işte. Direksiyondaydım, dikkatim dağılmamalıydı ve son ses müzikle yüksek hızda giderken başka hayallerdeydim. On yedi yılda (söylerken bile vaaay diyorum, nasıl gectihabersiz!) dört albüm, sayısız yan proje, kimbilir kaç konser derken, bu araba bazen aşırı hız yaptı, hararet yaptı, stop etti, şarampole yuvarlandı. Kazalar yapıldı, yaralar alındı, iyileşildi. Kemikler kırıldı, kaynadı... Ama müzik hiç kesilmedi. Sesi de hiç kısılmadı.
Hep mi yalnız? Yoo. Elbette gözümüze kestirdiğimiz yakışıklı otostopçular da oldu, dolandırıcılar da, palavrası bol, muhabbeti güzel bir-iki uzun yol arkadaşı da. Arada güzel yerler görünce durup dinlendik. Ama nihayetinde ağzımda sigara, tek kolum dışarıda, siyah gözlüklerimle hep yolda ve hep gitmesi gereken bir şehir, çalması gereken bir konser, yazması gereken bilmem kaç şarkı daha olan kızdım ben. çünkü benzin pahalıydı, gidecek yolum vardı ve ben sonunda hep tek başımaydım; arabaya takla attırmamak her şeyden önemliydi. Ehliyeti alkol, aşk, meşk vesaireden kaptırmamak da. Neticede direksiyondaydım, dikkatim dağılmamalıydı ve ölmemeliydim. Şarkıların vakti geldiğinde mecburen iniyordu yolcular; ya ben indiriyordum, ya da gidecekleri yere gelmişlerdi zaten. Ayrılıyorduk işte öyle ya da böyle.
Düşündüm de, şarkı söyleyen kadınlar inceden “hafif meşrep” bulunur ya bu ülkede; kimse açık açık söylemez ama, evinin kadını olmakla kendi yolunda seyir halindeki kadın olmak arasında kalın bir çizgi vardır çoğuna göre. “Yollu” diye bir kelime var mesela. Çok affedersiniz, gidecek yolu olanla olmayan bir olur mu hic? Kendine yeni yollar açanla, hep yan koltukta oturan bir olur mu? Sahneye çıkanlar “yollu” olur ya hep Türk filmlerinde ve dizilerinde; yolsuz ve hareketsiz olmak, hanımlığını bilip öylece durmak daha mı makbuldü ki acaba? Daha konforlu olduğu kesin. Ama, kusuruma bakmazsanız, ne sıkıcıdır be...
Şimdi insanlar bana soruyorlar: “Bu arabada niye çocuk yok?”
Ben de diyorum ki…
“Bi dakka, yeni şarkılarımı dinliyorum, bakayım olmuş mu? Sen de bi dinlesene. Bu arada hiç fena gitmiyor ha, yenilerini de yazıyorum filan. Dur şu deftere iki cümle not alayım, yazmazsam unuturum, aman diyeyim... Çocuk sesi de güzel olur aslında, valla bak, arabada yer de var. Ama önce mutlaka bir albüm daha yapmam lazım. Şimdi durursam, ya calışmazsa bir daha... Ya kesilirse müzik. Sigarayı n’apacağız? Çocukla hız yapamazsın. Siyah gözlüğü de cıkarsam olmaz... Benzin hala çok pahalı, şarkı söylemezsem yalınayak yaya mı kalırım asfaltta? Neyse, havalar da güzel artık, şöyle camı açıp çıkarayım tek kolumu, ooh mis! Açıyorum ben madem sesi biraz, bir şarkı daha çalsın bakalım…”
İşte, şarkı söyleyen kadınlar böyle konuşur.
- Aylin Aslım
Fotoğraf Erbil Balta, Mayıs 2013