Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.


Yalnızca tenle değil, hafızayla ve hayatla da bütünleşen imza kokuların anatomisini inceliyoruz.
“Bir parfümü seçmek ve taşımak aşk gibidir; başka biriyle karşılaştın diye ondan vazgeçemezsin” diyor Cartier’in baş parfümörü Mathilde Laurent. Bu cümle, kokuyla kurduğumuz ilişkinin neden bu kadar derin olduğunu açıklıyor aslında. Bir parfüm, bir noktadan sonra, sadece güzel koktuğu için değil, insanın kendi ritmiyle uyum sağladığı için de kalıcı oluyor. Gün içinde tenin sıcaklığıyla değişen, hafızayla birleşen, bazen bir şarkıyı, bazen bir odanın ışığını, bazen de hiç adını koyamadığınız bir duyguyu çağıran o küçük titreşim… Bu kolayca sırtınızı dönebileceğiniz bir his değil.
İmza parfüm arayışı, aslında kendini hangi kokuda daha “sen” hissettiğini anlamak. Bu koku bazen yıllardır taşıdığınız bir parfümde saklı oluyor, bazen de hiç beklemediğiniz bir notanın içinden tanıdık bir çekim yükseliyor. Ne olursa olsun mesele bir trendin parçası olmak değil; insanın kendi iç sesinin, kendi temposunun, kendi hafızasının idrakında olması. Kokular, başkalarına anlatılan veya dayatılan bir imajdan çok, kişinin kendisiyle kurduğu sessiz bir anlaşma. Hücrelerdeki DNA’nın bir nevi olfaktif DNA’ya yansıması. Parfümler çoğu zaman bir iletişim aracı, bir aksesuar gibi görünse de, aslında kişinin kendine dair hissettiği bir bütünlüğü temsil ediyor. Bunu bir kez yakaladıktan sonra değiştirmenin bu kadar zor olmasının nedeni de bu.
Sizinle bütünleşen parfümlerin hikayesi de aslında aşk gibi, bir kıvılcımla kalpte ve zihinde başlıyor. Peki bir kokunun insanda yarattığı ilk zihinsel kıvılcım nasıl oluşur? Koku duyusu, beynin en derin ve en ilkel bölgesine bağlı olduğu için, algı çoğu zaman kelimelerin yetişemediği bir hızla devreye giriyor. Bir nota duyulur duyulmaz hafıza, görüntüler ve duygular birbirine yaslanan bir dizilimle ortaya çıkıyor. Tanıdık bir hatıra ile hiç deneyimlenmemiş bir hissin aynı anda belirivermesi, bu yüzden. Bir imza kokuyu çekici yapan da tam olarak bu zihinsel gerilim: Geçmişe açılan küçük bir kapı ile yeniye doğru uzanan bir çizginin aynı noktada buluşması. Bu nedenle parfüm kimliğinizi seçmek, basit bir beğeni davranışıyla değil, zihnin hangi notaya en net yanıt verdiğini fark etmekle ilgili. Bir koku hem tanıdık bir izi canlandırıyor hem de kişiyi kendi iç ritmine yaklaştırıyorsa, demek ki zihinsel olarak kendine yer açmış. İmza arayışının asıl başlangıç noktası da tam burası.

Fotoğraf: Condé Nast Archive
Kıvılcım zihinde başlıyor, tende parlıyor. Parfüm, ancak tene değdiğinde kendini belli eden bir yakınlık kuruyor. Koku, cildin sıcaklığı ve ritmiyle birleştiğinde kişiye özgü bir tona kavuşuyor; şişedeki düzen bir anda daha gerçek, daha bireysel bir hâle geçiyor. Aynı parfümün farklı tenlerde bambaşka bir iz bırakması da bu yüzden. Cildin yapısı, gün içindeki değişkenlik ve ortamın ağırlığı, kokunun akışını sessizce yönlendiriyor. Bu yüzden sizi anlatan bir parfüm arayışı, notaların teorik karşılıklarının yanı sıra tenin kokuyu nasıl taşıdığıyla da ilgili. Tende açılan bir parfüm, hızlı bir üst notadan yavaşlayan bir ara sürece, oradan da daha sakin bir iz bırakma aşamasına geçiyor. Bazı nüanslar yalnızca belirli bir sıcaklıkta hissediliyor; bazı notalar ise zamanla tamamen kişiye ait bir tona dönüşüyor. Bu evre bir nevi alışma ve uyumlanma dönemi. Koku kendini arıyor, ten tarafından yönlendiriliyor ve zamanla bedene uyumlanan ince bir katman hâline geliyor. Dışarıdan fark edilmeyen ama kişinin kendine dair hissettiği bir bütünlük sağlıyor.
Ateşin bacayı sarmasıysa, zamanda saklı. Zaman, bir parfümle kurulan ilişkinin en sessiz ortağı. Notalar ilk anda etkileyici olabilir, ama asıl bağ onu günler boyunca tekrar tekrar kullanırken kuruluyor. Sabahın telaşında, öğleden sonra bir anlık duraklamada, geceye yaklaşan sakinlikte… Ofise giderken ya da arkadaşlarınızla buluşurken… Parfüm her kullanımda kişiye ait başka bir duyguya temas ediyor. Günler geçtikçe bu tekrarlar bir alışkanlığa dönüşüyor; olfaktif anlatı, kişinin kendi temposuna yerleşiyor. Başta yalnızca hoş bir tercih gibi duran şey, bir süre sonra günlük akışın görünmez bir parçası oluyor. Parfümün bıraktığı iz, anlık bir etki olmaktan çıkıp sürekliliğe sahip bir duygu hâline geliyor. Bu 'yavaş yakınlık', parfüm imzasının temelini oluşturan en güçlü unsur: Kokunun bedene değil, hayata yerleşmesi: Günler, haftalar ve mevsimler içinde kişiye ait bir imgeye dönüşüyor.

Fotoğraf: Getty Images
Sezonun olfaktif eğilimleri de olfaktif repertuarların kişiye ait bir dile dönüşmesini destekleyen bir çizgide ilerliyor. Son yıllarda yükselen skin scent anlayışı bunun en güçlü örneklerinden biri. Artık kendini öne çıkaran bir iz yerine, tenin doğal ritmine yaklaşan bir sıcaklık taşıyan parfüm, cilde yayıldıkça bir başkalık yaratıyor ama bunu şeffaf, görünmez bir sınır üzerinden yapıyor. Skin scent’lerin cazibesi de burada. Kişinin üzerinde belirgin ama açıklaması zor bir yer ediniyor; başkalarının algıladığı şey, parfümden çok kişinin varlığının devamı gibi duruyor.
Bu çizginin yanında, parfüm katmanlama pratiği de gittikçe daha yaratıcı bir alan kazanıyor. Bu yöntem, kişinin kendi imzasını genişletmek için kullanılıyor. Üstelik bu bakış açısı parfümünüzün sizinle birlikte değişmesine de olanak tanıyor. Merkezde sabit kalan bir zemin düşünülüyor; bu temel, her kullanımda aynı tanıdıklığı sağlıyor. Üzerine eklenen küçük bir gül detayı, hafif bir tütsü gölgesi ya da daha şeffaf bir odunsu ton ise, kokunun yönünü o günün ruhuna göre değiştiriyor. Bu yaklaşım, imzanın tek bir nota değil, kişinin iç dengesiyle ilerleyen bir skalaya dönüşmesi anlamına geliyor. Değişkenlik kokunun kimliğini zedelemiyor; aksine imzayı daha da kişisel bir hâle getiriyor. Aynı yayılımı her gün aynı hâlde taşımak yerine, imzanın etrafına küçük, kontrollü nüanslar ekleniyor. Bu da kokuya hem süreklilik hem de esneklik kazandırıyor.
Bütün bu hareketin arkasında, daha derinde bespoke (ısmarlama)parfümlerin yer aldığı ayrı bir dünya bulunuyor. Bespoke parfümler, çok daha kişisel bir zeminde ilerliyor. Bu süreçte koku, hazır bir formül üzerinden değil, kişinin hafızası, tercihleri, günlük ritüelleri ve teninin verdiği küçük işaretler üzerinden şekilleniyor. İlk adım genelde uzun bir sohbetle başlıyor; beğeniler, kaçınılan notalar, sevilen dokular, zihinde kalan kokular… Hepsi birer ipucu. Ardından parfümör, bu ipuçlarını notalara çeviriyor ve denemeler başlıyor. Her örnek bir öncekinin üzerine ekleniyor; bazı notalar geri çekiliyor, bazıları güçleniyor, bazıları tamamen değişiyor. Bu ince ayar dönemi, kokunun kişinin varlığına yaklaşmasıyla anlam buluyor. Sonunda ortaya çıkan şey bir parfümden çok, kişiye ait bir dil. Hazır bir şişeden değil, kişinin kendi hafızasından ve teninden doğan bir iz.
Bireyselliğin, kendini ifade etmenin daha da öne çıktığı bir dönemde, imza parfüm kavramı daha derin bir karşılık buluyor. Koku, kişinin hafızasıyla ve kendi ritmiyle uyumlanan bir uzuv hâline geliyor. Parfümün psikolojisi de burada belirginleşiyor. İnsan, kendine ait olduğunu hissettiği akorlarla birlikte daha da belirgin bir varoluşa sahip oluyor. Zamanla tanıdıklaşan, gün boyu değişirken bile aynı çizgide kalan bu iz, trendlerin hızından bağımsız, kalabalığın yönlendirmediği, kişinin kendi teninde doğrulanan bir seçim. Bugünün dünyasında belki de en kıymetli olan şey tam da bu: Kendine ait bir kokunun taşıdığı sakin ama kararlı ifade.