Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.


Reality sovların aşırı dramatik dünyası, biz fark etmeden iletişim tarzımızı ve beklentilerimizi şekillendiriyor.
Dram içeren yapımlar tüketerek sakinleşmek, çağımıza özgü bir paradoks hâline gelmiş durumda. Bu da reality şovlara duyduğumuz ilginin son yıllarda bir tür bağımlılığa dönüşmesini tetikliyor. Gündelik hayatın ağırlığı, iş temposu, ilişkilerdeki belirsizlikler ve sürekli kendimizi yetiştirme baskısı arasında, başkalarının karmaşasına tanık olmak tuhaf bir biçimde rahatlatıcı geliyor. Real Housewives evreninde bir anda patlak veren kavgalara ya da Love Island villasında bir gecede değişen ittifaklara bakmak, ekranın yarattığı o aşırılık duygusuyla kendi hayatımızdaki sorunların daha yönetilebilir görünmesine neden oluyor. Bir anlamda, “en azından ben böyle değilim” duygusu, bize geçici bir huzur sağlıyor.
Ancak bu programların çekiciliğinin kaynağı, yalnızca yarattığı 'kıyaslama' hissiyle sınırlı değil. Bugünün reality formatı, kendini hem televizyon hem sosyal medya alanına yayarak yarı-gerçek bir evren yaratıyor. İzleyici, oyuncuların hayatına sadece tanık olmakla kalmıyor; Selling Sunset’teki kamera arkası gerilimler, Real Housewives’ın özel bölümlerinde ortaya saçılan gizli küskünlükler, Love Is Blind çiftlerinin sezon sonrası sosyal medya açıklamaları derken, adeta bu mikro-evrenin pasif bir üyesi hâline geliyor. Bu da izleme deneyimini bir tür 'yakınlık' yanılsamasına dönüştürüyor. Onları tanıyormuşuz, onlar da hayatımızın içinde bir rol oynuyormuş gibi davranıyoruz. Modern arkadaşlık kavramının sosyal medya aracılığıyla zaten dönüşmüş olması, bu ilişkiyi daha da pekiştiriyor.
Tüm bunların sonucunda reality programları, sadece zaman geçirilecek içerikler olmaktan çıkıp gündelik hayata sızan davranış modelleri üretmeye başlıyor. Fanatik izleyicilerin zaman zaman programdaki tepkileri taklit etmesi —mesela Selling Sunset’teki yüzleşme cümleleri ya da Real Housewives’taki anlık çıkışların gündelik konuşmalara taşınması— tesadüf değil. Ekranda sürekli maruz kaldığımız dramatik davranışlar, farkında olmadan iletişim biçimlerimizi etkileyebiliyor. Örneğin; telefon konuşmasını dramatik bir biçimde sonlandırma ya da sorunları kestirip atma refleksi bir süre sonra normal görünebiliyor. Love Is Blind’daki konuşma odalarında gerçekleşen tartışmalarının hızla tırmanması, izleyicinin duygusal ritmini bile fark etmeden etkileyebiliyor.
Bu bağlamda, reality şov bağımlılığının kişiliğe etki edip etmeyeceği sorusu da anlam kazanıyor. Kişiliğin temel dinamiklerini baştan şekillendirmese de duygusal tepkilerimizi, sabır eşiğimizi ve ilişkilere bakışımızı geçici de olsa etkileyebilmesi mümkün. Özellikle romantik ilişki şablonlarını çarpıtan yapımlar ya da kadın-erkek davranışlarına dair klişeleri pekiştiren seriler, izleyicinin gerçek hayatta çatışmayı daha yaygın, ihanetin daha olası, ilişkilerin ise daha manipülatif olduğu yanılgısına kapılmasına yol açabiliyor. Belirli sahnelerdeki sert sözleri meşru bir ifade biçimi gibi algılamak, izleyicinin kendi ilişkilerinde daha keskin ve daha sabırsız davranmasını tetikleyebiliyor.