Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Dijital platformlarda oluşturdukları farklı medya kanalları aracılığıyla hiç durmadan araştıran, kurgulayan ve yazan 5 bireysel yayıncının hikayelerine kulak verelim.
Kadınlar olarak kaşiflik kanımızda var. Ve bu ruh birçok alanda kendini gösteriyor. Bunlardan biri de yeni yeni popülerleşen ve hızla değişen bireysel yayıncılık dünyası. Bağımsız kadın yayıncılar podcast, e-bülten, video içerik gibi farklı formatlarla söz konusu ‘kaşif’ kişiliklerini ortaya koyuyorlar. Odakları gereği yeni yetenekleri parlatıyor, popülerleşme yolunda ilerleyen konular üzerine paylaşımlar yapıyorlar. Farklı konuları kendi dilleri ile işleyerek toplumun çeşitli bilgilere erişebilirliğini artırıyorlar. Bireysel yayıncılık birçok farklı şapka takabilmeyi, merakla keşfedebilmeyi, motive olarak devam edebilmeyi ve durmaksızın üretebilmeyi beraberinde getiriyor. İşte bu yolda başarıyla ilerleyen 5 bireysel yayıncı bize hikayelerini anlatıyor.
Pelin Dilara Çolak -Felsefeci ve İçerik Üreticisi
2018 yılından beri başta video ve podcast olmak üzere farklı platformlara felsefe üzerine içerikler hazırlayan Pelin Dilara Çolak’ın bu alana ilgisi lisedeyken başlamış. Okuldaki felsefe öğretmenlerinden biriyle konuşurken daha dersini almadığı bu dal ile tanışmış. Öğretmen ona bir soru sormuş: “Sence bu okulda hiç kimse yokken zaman var mıdır?” Zaman kavramı ile o konuşmaya kadar aşina olduğunu düşünen Çolak, bu soru ile gerçekliğin kırıldığını hissetmiş. O zamanlar otorite ve normalite kavramları ile problemleri olan Çolak, üniversitede bu konu üzerine odaklanmaya karar vermiş. Akademik yolculuğu da felsefe ve sanat tarihi yolunda ilerlemiş.
“Bir gün akademisyen olmak gibi bir planım var ama aynı zamanda buna eşlik eden bir içerik üreticisi kariyerim de var. Ki zaten dijital platformların da yeni akademiler haline gelmiş olduğunu düşünüyorum. Yani birbirinden bağımsız iki alan gibi değil benim için” diyor.
Özellikle Türkiye’de bütün felsefe tarihinin anlatıldığı bir eğitim olmadığını gözlemleyen Çolak, YouTube’da bu konuda içerikler üretmeye başlamış. Hedefi, çoğu zaman toplumun her kesimini kapsamadığı düşünülen bu dalın yaygınlaşması olmuş.
“Tam olarak misyon zaten herkes için felsefeydi. Aslında felsefenin soruları herkesin soruları. Kahvedeki Ahmet amca da sosyo-kültürel seviyenin en üst seviyesindeki biri de ‘Ben bu hayatı neden yaşıyorum?’ diyebiliyor. O yüzden felsefe bence ilgilendiği sorular gereği herkes için olması gerekiyor. Onu o aristokrat arka plandan biraz sıyırıp, dijital platformlar sayesinde demokratikleşmesini sağlamaktı amaç.”
Bu yolda da başarıyla ilerliyor. Felsefe videolarının 500.000 – 700.000 izlenmesi akademi-dışındaki insanların da bu konulara ilgi duyduğunun en önemli göstergesi. Burada esas noktanın akademik arka planı kullanarak herkesi kapsayacak bir dil yaratmak olduğunu söylüyor Çolak. “Mesela herkesin anlayabileceği bir şekilde Hegel anlatabilir miyim? Çünkü akademide bile Hegel konuşmak çok zor. Oldu sanki.”
Tüm bunları yaparken bireysel yayıncılık odağında çok fazla şapka takmanın devrimsel olduğunu düşünen bizleri yeni bir kavramla tanıştırıyor: Yetenek istifi. Yani elinizdeki bilgileri ve küçük yetenekleri toplayarak işleyen bir makineye dönüştürmek.
“Bireysel bir yayıncı ya da içerik üreticisi olmak için pek çok yeteneğinizi istiflemeniz gerek. Ben biraz pazarlama da biliyorum ve videolarım için kurguyu dört sene boyunca kendim yaptım. Şundan emin değilim: Dünya üzerinde kaç felsefeci aynı zamanda Adobe programlarını kullanabiliyordur? Bireysel yayıncı olmak bu açıdan evet çok talepkar ama muazzam bir özgürlük de sağlıyor.”
Pelin Dilara Çolak için keşif süreci kitaplarla başlıyor. Hangi kaynakları seçtiğinden okuduklarını öznel bir şekilde nasıl yorumladığına kadar tüm bu süreçte farklı fikirler, kavramlar keşfediyor ve bunları ince işçilikle hazırladığı içeriklere yediriyor. Aynı zamanda bu içerikleri dijital platformlara koymak, ona kitlesi ile bir iletişim aracı sunuyor. “Keşif karşılıklı olarak işleyen dönüşümlü bir süreç. Hiç bireysel de değil bir yandan.”
Kendi olanaklarımızı yarattığımız ve yaratmamız gereken bir süreçten geçtiğimizi düşünen Pelin Dilara Çolak, okula başlarken bireysel yayıncılık yapan popüler bir felsefeci olacağını öngörmediğini de paylaşıyor. “Rumi ‘Sen yola çık, yol sana görünür’ der. O nedenle başlangıçta kendi kaderimiz konusunda kötümser bir kahinliğe girişmenin anlamı yok.”
Esra Ece Kuleci - Üretim Kaydı
Esra Ece Kuleci’nin kurucusu olduğu Üretim Kaydı, 2020 yılından beri kültür-sanat alanında hizmet veren insanların üretim süreçlerine odaklanan bir e-bülten ve podcast serisi. Burada kitap kapağı tasarımcılarından çevirmenlere, müzisyenlerden film direktörleri ve festival organizatörlerine kadar birçok insanın o ‘son ürüne’ ulaşmadan önceki süreçlerinin kaydını alıyor.
“Proje gerçekten bir ihtiyaçtan çıktı” diye söze başlıyor Kuleci. “Sektörde ve medyada aradığım cevapları bulamadığım için bunu artık kendim sormaya karar verdim. Üretim sürecinin tamamını bir yolculuk olarak görüyorum. Buna odaklanan bir yayın yoktu.”
Podcast kayıtlarında konuklarına rahat bir ortam sağlamak en önemsediği şeyler arasında. Kendi üretiminde de bireysellikten uzak bir yol izleyerek, konukları ile kolektif kararlar alıyor ve ifade özgürlüğü sağlıyor. “Bu sektörün zorluklarını, bu süreçte insanları zorlayacak süreçleri konuşabilecek pek bir alan yoktu. Üretim Kaydı’nın bunu başardığı yönünde geri bildirimler aldığım için mutluyum” diyor.
Rize doğumlu Kuleci, kültür-sanata daha yakın olmak için İstanbul Üniversitesi’nde Türk Dili Edebiyatı okumuş. Yedi sene sahada çalışarak deneyim kazanmış. Şimdi bu deneyim Üretim Kaydı’nın içeriklerinde kendini gösteriyor.
Sanatçıların, müzisyenlerin, üreten herkesin halinden anlayabilen biri, Kuleci. Şu an dördüncü sezonunu yapmasının yanı sıra Agronotlar’da co-editörlük görevini devam ettiriyor.
Üretim Kaydı’nı iş olarak görmesi, hatta kendine bireysel yayıncı diyebilmesi, insanların podcast’ine konuk olmak için yazması ile olmuş. “İlk sezonun sonunda 24 bölüm vardı. Gerçekten o kişi ile, o dönem yeni çıkan oyunlar, filmler, albümler üzerine konuşalım derken bir anda bu bir medya yayınına evrilmiş oldu” diyerek gülümsüyor.
Kuleci’nin en çok önemsediği konu da alan bulmak ve açmakmış. Herkesin okumak istediği şeyin çok farklı olduğu bir dünyada, kültür-sanat üretim süreçlerinin, karın ağrılarının, kutlamalarının paylaşılabildiği bir yer olması. “Herkesin keşfetmek istediği şey çok farklı ve tüm bu keşifleri bize ana akım medya veremediği için, bizim bunu kendimiz bulmamız gerekiyor. Kimi zaman bulamıyoruz çünkü üreten kimse yok. Böyle olunca da biz yapmaya başlıyoruz haliyle. O yüzden tüm bireysel yayıncıların kendi alanını yaratması ve devam etmesi gerekiyor.”
Üretim Kaydı odağında keşif de aslında üç seviyede gerçekleşiyor; Ece’nin podcast’e davet edeceği kişiyi keşfetmesi, konuğun anlatırken kendine dair bir şey keşfetmesi ve son olarak Üretim Kaydı dinleyicilerinin podcast sayesinde keşfettikleri. Bireyselden toplumsala giden bir keşif rotası var.
Bir kaşif olarak da en çok şehirden besleniyor Kuleci. Müzik ve film festivalleri ile yeni gruplar bulmak ya da filmlerin ilk gösterimlerini izlemek ona çok heyecan verici geliyor. Bununla beraber sosyal medyanın rolünün de altını çiziyor; üretilenlerin paylaşıldığı ve farklı şeyler üreten insanlarla bir araya gelebildiği en kapsamlı yer olduğunu söylüyor.
Kuleci, bireysel yayıncılığın zorluklarına rağmen büyük bir motivasyonla üretmeye devam ediyor. “Türkiye’de yayıncılık sektöründeysen savaşman gereken çok fazla şey var. İdeal senaryom şu: Bunu severek yapmaya devam edebilmek ve geçinecek kadar para kazanıyor olabilmek. Beni heyecanlandıran başka bir şey yok hayatta.”
Ceren Bozkurt - Tarih ve Tarif
Ceren Bozkurt’un liseden beri en büyük tutkularından biri sahaf gezmekmiş. Kitapçı vitrinlerinde ona sunulan kitapların ulaşılabilirliği ilgisini pek çekmezken, sahaflar onun için özel bir yer, bir tür keşif ve oyun alanı olmuş hep. Ahmed Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim kitabını gittiği her sahafta arayarak 58. basımına kadar topladığı bir koleksiyonu olduğundan söz ediyor heyecanla. “Kitapların ilk basımlarının ne kadar kıymetli olduğunu o zamanlarda fark etmiştim.” Bu ilgisi üniversitede yemek kitaplarına yönelmiş ve lisansı için Osmanlı saray mutfak kültürü ve siyaset-yemek ilişkisi üzerine bir tez yazmış. En temelinde yemek kitapları ve yemek tarihi arasındaki ilişkiyi incelemiş. Bir yıllık işsizlik sürecinden sonra da Tarih ve Tarif, ailesiyle Bursa’da yemek masasında otururken, 2021 yılında, başlamış. Yemek tarihine ve yazmaya ilgisi olduğunu bilen ailesi onu bu yönde ilerlemesi için desteklemiş. Tarih ve Tarif adlı internet sitesinde yemek tarihi ile ilgili yazılar yayımlamayı ve aslında akademinin kalıplarını biraz gevşeterek kendi dilinde akademisini yaratmayı hedeflemiş. Akademi içinden bazı eleştiriler almış olsa da kendi akademik altyapısını ve dilini birleştirerek kendi yolunda ilerlemeye devam etmiş.
Geçtiğimiz aylarda ise hem bilgi birikimini hem de yemek kitabı arşivini içerikleştirmeye karar veren Bozkurt, yemek kitaplarından tarifler paylaşmaya başlamış. Bu videolar sayesinde birçok insana ulaşmış, Türkiye’de çok da kürsüsü olmayan yemek tarihi dalına erişimi artırmış ve eksik bilgilerini tamamlama şansını elde etmiş. Mesela ilk Tarih ve Tarif videosunda Atatürk’ün aşçıbaşısı olan Mehmet Yıldır’ın limon peltesi tarifini yapmış ve bunun neticesinde Yıldır’ın ailesi o videoyu büyük bir sevinç ve gurur ile izleyerek Bozkurt’a ulaşmış. Böylece Yıldır’ın tarihteki yeri ile de kendi bilgilerini tazelemiş.
“Benim işim gücüm yemek ve yemek tarihi” diyor Bozkurt. “Yayıncılıkla beraber gerçekten beynimin birden fazla noktası olduğunu keşfettim.” Sevdiği bir şeyi yapabilmek için zorluklara katlanmıyor değil. Tutkusunu maddi getiriye çevirebilmek için kendi yolunu açması gerektiğini ve bu nedenle bireysel yayıncılığın önemli olduğunu belirtiyor. Bu yeni yolları keşfederken tabii ki endişeleri de olduğunu paylaşıyor.
“Çok çaba sarf etmek gerekiyor. Hiçbir şey altın tepside gelmiyor, özellikle benim gibi orta direk bir aileye mensup insanlar için. Ama düşsek de devam etmek gerekiyor sanırım. İnsan gerçekten kendi yolunu açabildiği kadar özgür olabiliyor. Çok büyük kaygılarım var ama şunu söyleyebiliyorum: Evet ben bu işi çok seviyorum ve yapmaya devam edeceğim.”
Bahar Ekinci Akçaoğlu ve Güneş Gençer Özdemir - Planör
“Bir nevi her gün dünyayı dijitalde turlayarak insanlara fayda sağlayacak haberleri keşfediyoruz.” Planör, Bahar Ekinci Akçaoğlu ve Güneş Gençer Özdemir’in “günün havasını belirler” mottosuyla başlattıkları bir yayın. Bu yayın ile Türkiye’de haber derleyen yayınların eksiğini kapatmayı amaçlıyorlar.
“Bir kere saygılı ve kapsayıcı olmalıydı. Örneğin çokça iklim krizi, kadın hakları, hayvan hakları, insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği ve sürdürülebilirlik konuşacaktı. Kısacası ana akım medyanın geri planda tuttuğu konuları öne çıkarmalıydı. Bir de dili ve tonu ataerkil medya dilinden uzak, oldukça dişi olmalıydı” diyen Akçaoğlu, Planör’ün başlangıç noktasını anlatıyor.
İsminin Planör olmasının bile bu yayın odağındaki vizyonlarını gösterdiğini belirten Özdemir, planör uçakların gezegene zarar vermeyen nadir ulaşım araçlarından biri olduğunu ve gezegeni ve toplumu iyileştirmek için derlemeye çalıştıkları haberleri güzel temsil ettiğini belirtiyor. “Bu bakış açısından hareketle ele aldığımız tüm konularda öncelikli hedefimiz hep derlediğimiz haberlerin okura fayda sağlayıp sağlamayacağı oldu” diye ekliyor. Bunu yaparken de yazılı ve görsel içeriklerin bütünleşmesine özen gösteriyorlar.
Akçaoğlu ve Özdemir’in yolları Planör’e varana dek çok farklı yerlerden geçmiş. Akçaoğlu Bilkent’de Siyaset Bilimi bölümünden mezun olduktan sonra 16 yıl perakende sektöründe çalışmış. Ardından hürriyet.com.tr’de “fanatiği” olduğu basketbolla ilgili yazılar yazmaya başlamış ve bu işten inanılmaz keyif aldığına karar vermiş.
Özdemir ise Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama bölümünden mezun olduktan sonra yüksek lisansını kentsel dönüşüm üzerine tamamlamış. Hem özel sektörde hem de devlette ilgili projelerde görev aldıktan sonra eşi ile beraber Hollanda’ya taşınma kararı almış. Pandemide grafik tasarıma olan ilgisine yoğunlaşarak, Planör’e hem yazılı hem de görsel içerik üretmeye başlamış.
“Özetle kısa sürer diye düşündüğüm ve verdiğim bu ara, yaratıcı fikirlere ve bireysel yayıncılığa dönüştü. 2020’den beri haftanın üç günü Planör için haber derliyoruz. Bir yandan da sosyal medyası için içerik üretiyoruz” diyor Akçaoğlu. Bu iki kişilik dev kadro, haber derlerken yoğun bir araştırma sürecinden geçtiklerini belirtiyor. Haberin ötesine geçip, okuru sonrasında nerelere götürebileceklerini, ufkunu nasıl daha fazla açabileceklerini sorguladıklarını paylaşıyor.
Özdemir, bireysel yayıncılığı “bilinmezliğe uzanan bir yol” olarak tanımlıyor. “Ne önünü görebiliyorsun, ne de geri dönebiliyorsun” diye ekliyor. Akçaoğlu da bireysel yayıncılığın “deli işi” olduğunu söylüyor: “Yayıncılıkta yaratıcı olduğunuz kadar kendi motivasyonunuzu sürdürmenin, sürdürülebilir bir iş modelinin ve kendinizi yenilemenin çarelerini bulmak zorundasınız. Bizim yaptığımız tür bir yayıncılık günümüzde ‘yeni medyayı’ temsil ediyor. Eski, hep bildiğimiz geleneksel dilden uzak, okuru kışkırtmayan, provokasyondan uzak tutmaya çalışan, tık tuzağı kurmayan ve bireyin faydası için çalışan diyebiliriz bence.”
Yaptıkları işte içtenlik, samimiyet, çeşitlilik ve fayda-odağı ile ilerleyen Planör kadınları, gelecekte dünyanın her yerine yayılarak kendi haberlerini yapan bir mecraya dönüşmeyi hedefliyor. “Yarattıkları topluluktan beslenen bir mecra hayalinin” yanı sıra okurla kurdukları bağın devam ettiği ve daha çok insana ulaştıkları, sürdürülebilir bir platform olmak istiyorlar.
Yasmin Güleç - 20’lik
Yazımın sonunda kendi bireysel yayınımla sizlerleyim. Bireysel yayıncılığa pandemi döneminde “Ben ne yapıyorum?” sorusunu sorarak başladım. 20’lerin herkes için çok farklı işlediğini, kimisinin aile kurarken kimisinin aile evine geri döndüğü bu 10 senelik dönemde her şeyin mümkün olduğunu gözlemledim. Bunun normalliğini de aslında yaymak ve gençler olarak yalnız olmadığımızı hatırlatmak istedim.
20’lik, “Çevrimiçi rakı sofrası” sloganı ile gençlerin dayanışma içerisinde birlikte üretebilecekleri, gelişebilecekleri, duyulabilecekleri bir platform oluşturma misyonu ile ilerliyor. Haftalık bültenlerin yanı sıra, sosyal medya içerikleri ve aylık podcast’ler ile devamlılığını sürdüren 20’lik, Türkiye’de odağında gençliği tutan ve onlara alan açan bir yayın olmaya çalışıyor. Keşif de aslında bu platformun büyük bir kısmı. Gerek “Alıp Başını Gidenler” başlığı altında farklı işler yapan 20’li yaşlarındaki gençlerle röportajlar olsun, gerek gündemin 20’lik bakış açısı ile yorumlanması olsun, olmayanı bulmak, olanı da parlatmak bu yayının hedeflerinden biri.
Bir toplantıdayken konuştuğum kişi 20’likler için “Hayatın dayağını yiyenler” demişti. Gülmüştüm. Haklı. Ama sevilsek de sürünsek de çok yaratıcı, yenilikçi, meraklı ve cesur olan gençliğin hem keşfetmek hem de keşfedilmek için bir alana ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bunu 20’lik’le başarmayı umuyorum.
Bireysel yayıncılık uğraş ve motivasyon gerektiren bir sektör. Üretmenin zor olduğu zamanlarda bile üretmeye devam edilmesi gereken, durmayan bir alan. Bu döngüde de keşif onun kalbi, damarı, kanı, her şeyi. Kaşiflik olmadan bu renkli, heyecan verici, yenilikçi ve alan açan yeni medya akımı var olamaz. İyi ki de var.