Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
İçinde bulunduğumuz karantina durumu, “can sıkıntısı”nı son zamanların en çok kullanılan sözlerinden biri haline getirdi. Sıkılmaktan öylesine korkuyoruz ki, her an kendimizi oyalayacak yenilikler arıyoruz. Oysa biraz sıkılsak, bakın neler olacak.
Fotoğraf: Getty Images Turkey
Sosyal mesafeyi korumaya çalıştığımız günlerde telefonuma düşen mesajların çoğu birbirine benziyor. “Canım sıkılıyor”, “Of! çok sıkıldım”, “Biraz daha sıkılırsam…” Dünyanın dört bir yanındaki kültür sanat kurumları arşivlerini ücretsiz erişime açtı, türlü platformlar kendimizi nasıl oyalayabileceğimizi anlatan içeriklerle doldu taştı. Yeter ki sıkılmayalım, kendimizi evden dışarı atmayalım. Düşünüyorum da… İzlenecek, dinlenecek programlarla, gidilecek etkinliklerle dolu modern yaşamlarımızda canımızın sıkılmasına izin vermeyeli ne kadar oldu? Daha da önemlisi, canımızın sıkılmasından neden bu kadar korkuyoruz?
Mad Men izleyenler hatırlayacaktır, bir bölümde Betty Draper’ın yanına oğlu Bobby gelir ve “Anne, sıkıldım” der. Betty’nin yanıtı beklenmediktir: “Git başını duvara vur. Yalnızca sıkıcı insanlar sıkılır.” Bu sahneyi düşününce aklıma sıkılmaktan ve sıkıcı olmaktan korkan bir arkadaşım geliyor. Hayatını “yapılacaklar” listeleriyle doldurur, her şeyin orta kararda olanını, dengelisini sıkıcı bulur. “Canımın sıkılmaya başladığını hissettiğim anda içim korkuyla doluyor” der: “Ya içimi kaplayan boşluk hissiyle sonunda depresyona girersem?” Oysa can sıkıntısı ve depresyon tamamen farklı süreçler.
Uzman klinik psikolog Gökçe Özkarar Gradwohl, depresyon belirtilerini şöyle sıralıyor: “Çökkün ruh hali, bitkinlik, hiçbir şeyden zevk alamama, sosyalleşmek ve çalışmak istememe, iştah ve uyku problemleri, değersizlik veya aşırı suçluluk duyguları… Depresyonda bu belirtiler sadece bir iki gün değil, aylarca yaşanabilir.” Can sıkıntısı ise kalıcı değil geçici bir durum. Psikoloğun söylediğine göre çelişkili düşünceleri çözememe, isteklere ulaşmayı engelleyen faktörlere çare bulamama gibi durumlarda karşımıza çıkıyor. Peki, bu bizim için çok mu kötü? Gradwohl, “Hayır” diyor: “Çünkü yeni karar, yeni davranış ya da yeni zihinsel ürün ortaya çıktığında kişi kendini tekrar özgürleşmiş hisseder.” Psikoloğun Türkiye temsilcisi olduğu Uluslararası Nöropsikanaliz Derneği, matematikçi Friston’ın “Serbest Enerji” teorisinin beyin-zihin problemine uygulanabileceğini ve durağan enerjinin serbest enerjiye dönüşümüyle, farkındalığın anında artacağını savunuyor. Teoriyi kısaca şöyle özetlemek mümkün: İnsan zihni öngörülebilirlikte konfor ve güven hissi bulsa da, belirsizliklerin getirdiği sürprizler zihni genişletiyor, farkındalığı artırıyor. Yani sıkılma durumu yeni fikirlerin ortaya çıkmasına yol açtığında, sıkıntı kalmıyor.
Son yıllarda “yavaş” yaşamanın önemine dair pek çok kitap yayınlandı. Kendimizi can sıkıntısının kollarına bodoslama bırakmamız gerektiğini anlatan kitaplar ise hızla akıp giden hayatlarımıza “Dur!” deme çağrısını bir adım öteye taşıyor. Örneğin Manoush Zomorodi’nin yazdığı Bored and Brilliant: How Time Spent Doing Nothing Changes Everything ve Sandi Mann’in yazdığı The Science of Boredom: The Upside (and Downside) of Downtimebu kitapların en popülerlerinden. Her iki kitap da, sıkılmanın bizi daha yaratıcı olmaya teşvik edebileceğini savunuyor. Özellikle de ATM önünde sıra beklerken bile Twitter’a bakmadan duramadığımız, kendimizle baş başa kaldığımız ilk anda WhatsApp yazışmalarına başladığımız bu çağda…
Yazar Zomorodi’nin önerisi, akıllı telefonlardan biraz olsun uzaklaşıp, hiçbir şey yapmama maddesini yapılacaklar listesinin en üstüne koymak ve gün ortasında hayal kurmaya daha çok vakit ayırmak. Kitabı yazarken yaptığı araştırmalar sırasında beyindeki DMN (default mode network) yani “varsayılan mod ağı” olarak bilinen bölüm hakkında pek çok bilgi edinmiş yazar. Hayal kurarken, geçmişi ve geleceği düşünürken aktif olan bu bölüm, çamaşır katlamak gibi günlük işler yaparken otomatik pilota geçmemizi sağlıyor. Böylece hem rutin işleri daha kolay yapıyoruz hem de aklımıza yeni fikirler gelebiliyor.
Sandi Mann’in tavsiyesiyse gündelik hayatta “sıkıcı” diye nitelendirilen tüm bu işleri yaparken dizi izlemeden, podcast dinlemeden ya da telefonda konuşmadan durabilmek. Çünkü sürekli yeni, orijinal içeriklerle karşılaşmak, hep daha fazlasını istememize sebep oluyor. Ayrıca sıkılmak ile rahatlamayı birbirine karıştırmamak gerektiğinin de altını çizelim. Şöyle güzelce sıkılmak istiyorsak, yoga, meditasyon gibi odaklanma gerektiren aktivitelerden de kaçınmalıyız. Hiçbir şey dinlemeden yürüyüşe çıkabilir ya da gözlerinizi kapayıp oturabilirsiniz.
Özetle, tünelin ucundaki ışığı görmek istiyorsanız kendinizi sıkılmaya karşı daha toleranslı hale getirmekte yarar var. Zira can sıkıntısı, bize çözülmesi gereken bir problem olmaktan daha fazlasını vaat edebilir; ilham ve yaratıcılık tam da o anlarda kapımızı çalabilir! Yeter ki aklımızı durmaksızın oyalayarak, onun kendi kendine yolculuğa çıkmasına engel olmayalım.