Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
İster çizilmiş bir parke olsun, ister lekeli bir ahşap masa, yılların getirdiği izlerin güzelliği ve yaşanmışlık hissini artırdığına inanıyor wabi-sabi’ciler.
Çatlak duvardan sızan gün ışığına minnet eden bir Japon felsefesi wabi-sabi. Duvar çatlağı bir kusur değil, güzelliğe geçit veren bir öğe zira... İster çizilmiş bir parke olsun, ister lekeli bir ahşap masa, yılların getirdiği izlerin güzelliği ve yaşanmışlık hissini artırdığına inanıyor wabi-sabi’ciler. Mimar Aslı Baysan Birgen kedisi Wabi’yle yaşadığı evinde, sıvası dökük boyasını, buruşuk keten örtülerini pek seviyor ve kırık seramik vazosunu bile mükemmel ve bir bütün olarak görüyor.
Kolaj: Meriç Canatan
Hikayeye üç yaşındaki kedimin isminin Wabi olduğunu söyleyerek başlamalıyım sanırım... Zira wabi-sabi’yle tanıştığım çocuk kitabının kahramanı Wabi adlı kedinin hatırına, şu an evimizde dilimizden düşmeyen bir sesleniş Wabi! Bugün hem iş hem sosyal yaşamımı etkileyen yaşam felsefesi wabi-sabi’yle tanışmam üniversite yıllarıma dayanıyor. Mimari eğitimden geçen çoğu öğrenci, bu süreçte kendini tanımaya, keşfetmeye çalışır. Sevdiği tarz ve dönemler, kullanmayı sevdiği malzemeler, ne tip bir mimari onun için ne anlam ifade eder... Ben de bu alanda master yaptığım sırada Japon mimar ve tasarımcılardan çok etkilendiğimi fark ettim. Ham ve doğal malzemelere ilgim büyüktü. Eski, boyası dökülmeye yüz tutmuş ama yaşanmışlık hissi veren bir duvar gördüğüm zaman yaklaşır dokunurdum. Hâlâ da böyleyim.
Ne şanslıyım ki, mimarlik tarihi dersinde, bir çocuk kitabından ilham alarak yazmam beklenen bir araştırma yazım için Wabi the Cat kitabıyla karşılaştım ve wabi- sabi felsefesiyle bu ödüllü kitap sayesinde tanıştım. Yazının girişinde bahsettiğim kedi Wabi, bu öğretiyi son derece basitleştirilmiş ama keyifli bir şekilde anlatıyordu. “Kusurlu güzellik” diyordu wabi-sabi için.
Japonca wabi ve sabi, çevirisi kolay kelimeler değil aslına bakarsanız. Wabi’nin geçmişte doğadaki yalnızlığa, toplumdan uzaklığa gönderme yapan bir anlamı varmış. 14. yüzyıl sonrasında ifade ettiği mana evrilmiş ve kelime, sadelik ve sessizlikle anılır olmuş; dekorasyon dünyasındaki tercümesi ise akla, doğal ve insan yapımı nesneleri; gün ışığını; yalın, abartısız bir zarafet ve şıklık anlayışını getiriyor. Sabi ise yaşla birlikte gelen güzellik ve sükunet demek.
Wabi-sabi felsefesine farklı yönlerden yaklaşmak mümkün. Kimisi bunu “çatlak duvardan sızan gün ışığına minnet eden” bir hayat tarzı olarak değerlendiriyor; bu tabloda duvar çatlağı, güzelliğe geçit veren olarak görülüyor. Kimileri ise kırılan bir vazoyu yapıştırıp “o kırılma anı”nı hatırlatan bu vazoyu hâlâ mükemmel ve bütün olarak görüyor. Bu felsefeyi mimariye taşımanın bana kalırsa net bir kuralı yok. Wabi-sabi ile bağdaştırabileceğiniz, üzerinde çatlağı olan bir ağaç tezgah, dökülmeye başlamış bir sıva duvar, parlamayan eski taşlar, kırık bir seramik vazo her ne kadar benim için büyük değer taşısa da, bir alan tasarlarken benim asıl hedefim, sahtelikten uzak olması. Tüm bu kusurlar aslında yaşamın birer parçası. Ben gerek kendi evimde, gerek projelerimde işte bu doğallığı ve samimiyeti yansıtmaya çalışıyorum.
Bu felsefe hakkında her gün daha çok bilgi ediniyorum ve hem hayat tarzıma hem de çalışmalarıma yön veren estetik algıya büyük katkısı oluyor. Wabi-sabi’ye olan ilgimi en literal haliyle alıp kedimin adını Wabi koymaktan tutun, hayatıma getirmeye çalıştığım sadelik, biriktirdiğim iyi-kötü anılara duyduğum saygı, ahşap orta sehpama dökülen kahvenin beni gülümsetebilmesi, bu öğretinin beni ne kadar derinden etkilediğinin kanıtı aslında. İşin en enteresan tarafı ise “mükemmeliyetçi” biri olmam. Beni yakından tanıyanlar, Aslı gibi biri nasıl olur da sehpasına kahve dökülünce, vazosu kırılınca gülümser, diye şaşırıyorlar. Wabi-sabi’nin bendeki sahici etkisi de tam bu noktada gösteriyor kendini. Kırık vazo aslında benim için kusursuz! Üzerinde yaşadıkça parkemin çiziliyor olması da öyle! İnanın böyle yaşamaya başladığınızda, wabi-sabi’yi salt bir dekorasyon akımı olmaktan öte bir bütün olarak algıladığınızda, hayat da bir nebze olsun kolaylaşıyor. Normalde dert edineceğiniz şeylere gülümseyip geçebiliyorsunuz.
New York’taki eğitimim ardından Türkiye’ye dönüp StüdyoAB’yi kurduğumda, benimle aynı tutkuyu paylaşan Melez Tea’nin sahipleriyle bir araya geldim. Japon çay seremonisinin inceliklerini ve wabi-sabi felsefesini, bugünün mimari anlayışından kopmadan yansıtan bir mekan tasarlamamı istediler benden. Bitmemiş bir mermer ada masa, kırık bir lavabo, huzurlu renkler, mekanın taşımasını istediğim sakinlik ve doğallık gibi duyusal özellikleri pekiştirdiler. Melez Tea projesini yaptığım sırada, eşzamanlı bir ev projem de vardı. Ev için tasarladığım mermer büfe, yolda tam orta yerinden kırıldı. Çoğu mimar bu olaya panikle yaklaşırdı ama tahmin edersiniz ki ben bunu bir işaret gibi algıladım ve ekibe dönüp “Kırık büfeyi Melez Tea’ye götürüyoruz” dedim. Bugün mağazanın en samimi köşesine hayat veriyor bu büfe. Üstelik üzerinde, müşterilerin karıştırıp dilerlerse satın alabileceği wabi- sabi kitapları duruyor!
Bugün ne mutlu ki, arkadaşlarım “Aslı, bu tam senlik!” diyerek bana minimal bir ceket fotoğrafı kadar, solmuş bir ahşap parçasının resmini de yolluyor. Ham ya da yaşanmış, çoğuna göre mükemmellikten uzak, amorf, sokağın köşesine terk edilmiş malzemeler bir şekilde benimle ve stilimle bütünleşmeye başladı. Bitmemiş bir duvar sıvası, eski orman evlerinden bulduğumuz ve yeniden “amaç ve hayat” kazandırdığımız bir ahşap masa, beklenmedik bir yerde açıp güneş ışığını içeri aldığım bir aralık, projelerimin karakteristikleri oldu. Wabi-sabi gerek yaşam alanımda, gerekse var ettiğim projelerde etkisini gittikçe derinleştiriyor ve çok memnunum bundan. Herkese buruşuk bir keten örtüyü, çatlak bir vazoyu, beklenmeyen bir yerlerden sızan ışığı minnetle karşıladığı bir hayat diliyorum.