Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Geçtiğimiz yaz kızı Leyla'yı kucağına alan Vogue Türkiye moda editörü Naz Bileydi Yenigün, ilk heyecanıyla yüzleşti.
Bir kadının nasıl olur da anne olmak aklına düşer? Nasıl hayatını tamamen değiştirmeyi göze alır? Neden kendini ikinci plana atar da, hayata bir varlık getirip onu sıfırdan şekillendirmeye cesaret eder? Cesaret tabii. Çünkü anneliktir aslolan. İkinci adımını atarken düşündüren, gece nefesini dinlemekten uyutmayan, yediği yemediği lokmayı saydıran, doğduğu günden sonraki her günü için dua eden…
“Leyla rahmime düştüğü günden beri” diye cümleler kurmadım ben. Çünkü ben hamileyken anneliğini, hissedenlerden değilim. Acı ama gerçek. Zamanında bir arkadaşım demişti ki; “Doğumdan sonra kucağıma aldım, hisler derya deniz olması gerekiyor ama ben de sıfır.” Olur mu öyle şey? Çünkü bize öğretilen anne olmak kadınlıktır, rahmine düştüğü an hissetmektir. Bende bir gariplik vardı. Çok rahattım, hopluyordum zıplıyordum, uykum gelmiyordu, midem bulanmıyordu ve hatta çok kilo bile almıyordum. Aslında benim tatlı kızım beni o zamanlarda bile üzmüyordu. Hamileliğim su gibi aktı.
Sekizinci ayımda hala ürün toplayıp çekim yapıyordum. Doğum iznime de yorulduğum için değil, biraz tatil yapmak için erken çıktım. Tek derdim doğal doğum yapmaktı. Çünkü başarabilirdim. Ben güçlü Aslan kadını, doğumdan mı korkacaktım? Dünyada bu kadar çok kadın normal doğum yapıyordu, ne kadar zor olabilirdi ki ? O ana kadar tek düşündüğüm şey kendimle ilgiliydi. Doğumdu, kiloydu, sancıydı, epiduraldi. Evet ona kıyafet almayı seviyordum, odasını hazırlamak hoşuma gidiyordu ama anne olmak! O bambaşka bir şeydi.
Anne olmak benim annemin işiydi. Ben anne değildim. Sadece hamileydim. Evet karnımda bir bebek vardı ama annelik neydi ki? Nitekim epidural de olsa rahat bir normal doğum yaptım. Normal doğum için yardıma gittiğim bir ebe bana doğum odamı hayal etmemi istedi ve hissettiğim rengi sordu. Pembeydi. Doğumum gerçekten pespembeydi. Fakat bir an sonrası?
Leyla doğduğunda çok yorgundu; kafası düşmüştü, ağlamıyordu. O an aklıma geldi, ben hep doğumun hayalini kurdum. Peki ya sonrası? Bebekler ağlayarak doğardı, o neden ağlamıyordu? Neden kafası düşmüştü. Göğsüme koydular. Çünkü konuşmuştuk doktorumla, doğum bitene kadar göğsümde kalacaktı, kimse almayacaktı. Öyle okumuştum, anne-bebek bağı böyle oluşuyordu. Şimdi doktorlar onu almak ve muayene etmek istiyorlardı. Tansiyonum düştü, başım karıncalanmaya başladı. Titriyordum, dişlerim birbirine vuruyordu ve ben kendimi kontrol edemiyordum. Duramıyordum.
Ömrümde ilk defa kalbim başka biri için atıyordu. Annelik buydu sanırım. Hiç durmadan adını sayıkladım. "Neden ağlamıyor? Neyi var?" diye sorup durdum. Tatlı doktorum Ebru hanım beni sakinleştirmeye çalışsa da olmadı. Leyla'yı götürdüler. Ben ise aklımı alamıyordum ondan. Bu an böyle olmamalıydı.
Beni hastane odasına götürdüklerinde Leyla da gelmişti. İyiydi, ama çok yorulmuştu. Küçücük kalbi ve bedeni doğum sırasında strese girmişti. Peki bir bebek nasıl bu kadar güzel olabilirdi? O an kendi kendime dedim: Ey Naz, annelik buymuş. Eskiden neye üzülüyormuşum da kalbim kırılıyormuş? Kim benim canımı ne için sıkıyormuş da Karadeniz’de gemilerim batıyormuş? Kimmişim, neymişim, sensiz burada ne yapıyor muşum?
Nil Karaibrahimgil oğlu ilk doğduğunda ona bir yazı yazmıştı ve şöyle demişti;
“Meğer kollarım onun ilk eviymiş.
Meğer sesim ona müzikmiş, hikâyeymiş, ninniymiş.
Meğer dualar gerçek olurmuş.
Meğer kalbim artık onun kalbiymiş. Onda atacakmış.
Meğer büyümenin, öğrenmenin, çoğalmanın, yenilenmenin sonu yokmuş.
Meğer yeryüzünde cennet varmış.
Meğer mutluluk gözyaşları varmış.”