Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Yaşam alanlarımızı benzersiz ve bize özel kılacak 2025 yılının 7 heyecan verici dekorasyon trendi.
Trend teriminin doğasına aykırı olsa da, artık yaşam alanlarımızın özgün, benzersiz, sadece bizi anlatan, kişiselleştirilmiş detaylarla şekillendiği, kendine göre kimliklendirme trendine odaklıyız. Bunu yaparken bizi güncel tasarım anlayışıyla eşgüdümlü kılacak dinamikleri takip etmek, mimar ve tasarımcıların görüşlerini dünyamıza küçük değişikliklerle adapte etmek en doğru çerçeveyi çizmemizi sağlıyor.
Duyu ve duyguların öne çıktığı ve kişiselleştirilmiş detayların, sanatın, çarpıcı renk ve desen kullanımlarının, katmanların, doğal elementlerin ve kuvvetli kontrastların eşliğinde, cesur, doğayla bağlantılı ve trendlerin doğasına aykırı bir söylemle, trendlerin bizi özgür-özgün kıldığı bir 2025 tasarım raporu hazırladık.
Omar Gandhi Architects, White Rock projesi, Nova Scotia, Kanada
Materyal kullanımındaki keskin kontrastların, mekanların estetiğini güçlendirerek, yenilikçi ve sürdürülebilir alanlar yaratılmasına dair estetik anlayışımızı yükselten örnekler son yıllarda öne çıktı ve bu trend daha da güçlenecek. Tarz, dönem ve teknik açıdan zıtlıkların birbiriyle kendine has bir uyum yakaladığı, sıradışı ve zamana her açıdan dayanıklı tasarım anlayışının hakimiyeti bu yıl da devam ediyor olacak.
Tasarımlarında güçlü kontrastları deneyimleyen Mimar Omar Ghandi, Vogue Türkiye için bu trendi şöyle yorumladı: “2025 için iç mekan tasarımı, malzeme kullanımında cesur ve özgün bir yaklaşımı benimseyerek görsel açıdan çarpıcı ve aynı zamanda uzun ömürlü olacak şekilde tasarlanmış, işlenmemiş ve vahşi güzellikleri olan malzemelere odaklanmaktadır. Ortaya çıkan en heyecan verici trendlerden biri, gelenekleri zorlayan ve görünüşte uyumsuz unsurları birleştiren, zıt ve dayanıklı malzemelerin kullanımıdır. Bu trend, hem yerel kaynak kullanımının hem de uzun vadeli dayanıklılığın önemini vurgulayarak, görsel olarak dinamik, sürdürülebilir ve doğal çevreyle kökleri olan mekanlar yaratmaktadır.
Örneğin yakın tarihte Kanada’nın Nova Scotia eyaletinde tamamladığımız bir projemizde, açık hava koşullarına maruz kalmış ahşap panelleri, kararmış, ham çelikle yan yana koyarak veya ince işçilikle yapılmış beyaz meşe mobilyaları, minimal deri işçiliği ve paslanmaz çeliğin ham cesaretiyle birleştirerek, her bir malzemenin doğasında var olan özellikleri vurguladık. Bu karşıtlık, malzemelerin uç noktalarını güçlendirerek, tarzlar ve tarihsel dönemler arasındaki sınırları bulanıklaştıran bir gerilim yarattı.
Her bir malzeme, sadece görsel etkisi sebebiyle değil zamanla evrilebilmesi, dayanabilmesi ve yerel kaynak kullanımına ve sürdürülebilir uygulamalara olan artan eğilimi yansıtması itibarıyla da seçildi. Her bir öğenin güzellik ve gücünün onurlandırıldığı, malzemenin gerçeğine dair bu tür denemeler ortaya dayanıklı ve yenilikçi sonuçlar çıkmasına imkan tanıyor.
Studio Paolo Ferrari tasarımı, Daphne Restaurant, Toronto, Kanada
Tasarımın kimliğinin ana belirleyicisi şüphesiz ki renk! Mekan atmosferinin ve tasarımın ruhunun belirleyicisi renk eşleştirmeleri, yarattığı duygusal etki ile 2025’te de güçlü bir etken olmaya devam edecek. Kişiselleştirilmiş alanların öncülüğünde, her mekanın kendine özgü bir renk paletiyle tasarlanması, farklı renk trendlerinin aynı anda yükselmesine alan açıyor. Öne çıkan beklentilerden biri; hem bizi doğayla ilişkilendirmeye devam eden toprak tonlarının varlığını sürdürdüğü ve uyumlu bir eşlikçi olmaya devam ettiği hem katmanlı renk kullanımlarının derinlik yarattığı hem de çarpıcı renk ve desenlerin cesur bir şekilde eşleştirilerek kullanıldığı renk paletlerin etkili olması.
İç mekan tasarımlarında çarpıcı tasarım öğelerini cesur renk kullanımıyla birleştiren bilinen Kanadalı iç mimar Paolo Ferrari, Vogue Türkiye için 2025 yılının renk trendlerine dair beklentilerini sıraladı: “Renk, mekanın estetik ve fonksiyonel özelliklerini şekillendiren, tasarımdaki çok güçlü bir araç ve ruh halini, duyguyu doğrudan etkileyerek tasarımcılara en uygun atmosferi yaratma imkanı tanır. 2025/26 yıllarında renk, iç mekan tasarımında dönüştürücü bir unsur olmaya devam edecek ve evrensel nostalji hissini, doğayla yeniden bağlantı kurma arzusunu, yeniliğe duyulan isteği ve geleceğe yönelik bir iyimserlik duygusunu yansıtacak şekilde evrilecek. Paolo Ferrari Studio’da önümüzdeki yıl için keşfettiğimiz renk trendlerini açıklamak gerekirse, şöyle gruplayabilirim:
İlkel ve Nostaljik: Derin kahverengiler, toprak tonlarında kırmızılar, terrakota ve çeşitli yeşil tonları, rahatlık ve köklerimize bağlanma duygusu uyandırarak daha basit zamanlara duyulan özlemi ve doğaya dönüş arzusunu yansıtıyor. Zengin ve Canlı: Indigo mavisi ve yeşil gibi canlı ve zengin renkler, tasarımlarımıza dahil oluyor. Bu tonlar çok etkileyici olup, son derece sofistike bir his sunuyor. Şeker Renkleri: Kırmızı-turuncu, limon sarısı ve kobalt mavisi gibi parlak ve iyimser renkler, nötr tonlarla kombinlenerek hem genç hem de rahatlatıcı bir ortam yaratır, enerji verici ya da canlandırıcı mekanlar için ideal olacaktır. Yeni Nötr: Geleneksel nötr tonlar, ince alt tonlarla yeniden tasarlanıyor; tereyağı sarısı, adaçayı yeşili ve açık mavi gibi renkler, sadece doğru miktarda renk sunarken nötr tonların dengeleyici etkisini koruyarak çok yönlülük sağlar. Bu trendler, zamansız güzellik ve ileriye dönük tasarımın bir karışımını yansıtarak iç mekanların geleceğine dair heyecan verici bir bakış sunuyor.”
Muller Van Severen tasarımı, Duo Seat + Lamp
Estetik ve işlevselliğin birlikteliği kıymetini korurken, özellikle şehir yaşantısında küçük alanları en doğru ve verimli şekilde değerlendirmeye dair oluşan ihtiyaç ve buna çözümler sunan çok fonksiyonlu tasarımlar ve mekanlara adapte edilen fonksiyonel unsurlar yükselmeye devam edecek. Bu yaklaşımı bir adım ileri taşıyan ve tasarımda işlevsellik ön planda tutulurken, aynı zamanda çağdaş ve yenilikçi yaklaşımların benimsendiği neofonksiyonalizm anlayışıyla da beraber, yaşam alanlarının daha esnek, kişiselleştirilebilir ve çok yönlü alan kullanımıyla, estetik ve işlevsellik arasındaki denge korunuyor. Mekan tasarımlarında ve ürün tasarımı seçimlerinde fonksiyonelliği önemseyen Beef Architekti’nin kurucu ortakları mimar Rado Buzinkay ve mimar Andrej Ferenčík neofonksiyonalizmi şöyle detaylandırıyor: “Son zamanlarda, tasarım giderek sosyal ve ekolojik alt tonlarla şekillenen temalardan etkileniyor ve bu durum, ulaşılabilir, yalın hatta gösterişli bir şekilde sıradışı ve geri dönüştürülmüş malzemelerin kullanımında açıkça görülüyor. Bu trend, neofonksiyonalizm olarak tanımlanan bir akımın etkisinde de şekilleniyor. Bu temaları daha az ideolojik bir tasarım anlayışı ve mekansal kimlik alanına genişletme fırsatı da doğuyor. Tasarımı geçiciliğin estetiğinden kurtarmak, malzeme seçimi ve kombinasyonunda daha fazla özgürlük ve çeşitlilik için alan yaratıyor; bu da deneyimsel mekanlar yaratma fırsatları sunuyor. İç mekan esnekliği ve uyum yeteneği perspektifinden bakarsak akıllı mobilya ve tasarım çözümleri bizim de ilgi alanımıza giriyor. Estetik çekiciliği artırmanın yanı sıra, birden fazla işlevi sorunsuz bir şekilde entegre ederek mekansal zorluklara da çözüm sunmanın yöntemlerini arıyoruz. Örneğin, son apartman tadilat projemizde, duvarda yuvarlak bir açıklık oluşturarak, doğal ışığın karanlık bir koridora girmesini sağlayıp daha aydınlık ve davetkar bir atmosfer yarattık. Bu aynı zamanda yemek masası için benzersiz bir oturma objesi olarak işlev gören ve rahat bir okuma alanı olarak da kullanılan bir tasarıma dönüştü.”
Özgün bir estetik kimlik yaratmanın ve duyulara, duygulara hitap etmenin yolu sanattan ve kişiselleştirilmiş tasarımlarla şekillenen yaşam alanlarından geçiyor. Anlamını estetikten ve bireysel olarak ifade ettiklerinden alan sanat eseri ve kişiye özel tasarımlar, yaşam alanlarımızda kendimizi benzersiz biçimlerde yansıtma imkanını sağlarken, bu farklı kreatif alanların birbirini güçlendirdiği ve yükselttiği paylaşımcı atmosferin de destekleyicisi olacak. Projelerinde sanat, mimari ve tasarımın birlikteliğini önceliklendiren Pavé Studio ve Carpel’in kurucusu mimar Merve Sarıkaya bu yaklaşımı şöyle yorumluyor: “Mekansal trendler artık fazlalıklarla değil hissettirdikleriyle tanımlanacak. 2025 ile birlikte kişiye özel tasarımlar ve sanat, yaşam alanlarını duyusal bir deneyime dönüştürecek. Koku, tat, renk ve dokularla zenginleşen mekanlar, her duyumuza hitap eden bir kimlik kazanıyor. Sanat, mekanların ruhunu şekillendiren en güçlü araç olacak; her detay bir hikayenin parçası olacak. Sanat bir alanın karakterini derinleştirirken, sadelik ve kaliteyi ön planda tutan silent brand’lerin yükselişiyle tasarımda zamansızlık daha değerli hale geliyor. Gösterişin yerini, dokunulabilir, hissedilebilir ve yaşanabilir bir atmosfer alıyor.
Alexander&Co. tasarımı,"Pasicif House"projesi, Sidney, Avustralya
Doğallık ve sürdürülebilirliğe dair her alanda yaşanan hassasiyet bu yıl da yükselmeye devam edecek. Geri dönüştürülmüş materyaller, kaynakların verimli kullanımı, uzun vadeli kullanım odaklı tasarım anlayışının yanında, geleneksel teknikler, el emeği ve zanaat da sürdürülebilirliğe dair bütüncül bir anlayış dahilindeki bir trend olarak yükselmenin ötesinde, yaşam biçimlerimize adapte olacak. Tasarımlarında el emeği ile ahşabı şekillendiren ve geleneksel teknikleri kullanmayı sürdüren Antrepo’nun kurucusu mimar ve tasarımcı Özge Çağlayan, “Yapısına duyduğum hayranlıkla ürün tasarımına başladığım ahşabın ve tüm doğal malzemelerin tasarımlara entegre edilmesi sadece ekolojik dengeyi korumakla kalmaz, aynı zamanda mekanlara ve objelere eşsiz bir kimlik kazandırır” diyor ve ekliyor: “Doğal malzemelerin kusursuz olmayan, ama tam da bu yüzden özgün olan yüzeyleri, insana doğanın içinde olma hissini sunar. Endüstriyel olarak üretilmiş ürünlerin doğrusal ve geçici yapısına karşı sürüdürebilir malzemeler organik şekilleri ile doğallığı vurgular.”
Formafatal Studio tasarımı Art Villas, Costa Rica
Doğayla olan içgüdüsel ve genetik bağlantımızın etkisinin tasarıma yansıdığı ve bu bağlantıyı anımsatacak unsurların öne çıktığı biyofilik tasarım anlayışı, hem mimari ve iç mimaride, hem de şehir planlamasında önem kazanmaya devam ediyor. Doğal hava akışı, doğal materyaller, doğal ışık, doğadan ilham alan formlar, su ve bitkilerle iç-dış mekan farkının daha az hissedilmesini sağlayan biyofilik unsurlar aslında temelde doğaya ait süreçleri ve elementleri mekanlara adapte ederek, zihinsel ve fiziksel sağlığı koruma, stresi azaltma ve motivasyonu yükseltme beklentisiyle kullanılıyor. Tasarımlarında doğayla iletişimi kuvvetli projeleriyle öne çıkan Formafatal Studio’nun kurucusu mimar Dagmar Štěpánová, “Benim bakış açıma göre, iç mimari ve mimari son birkaç yıldır sürdürülebilirliğe, biyofilik iç mekanlara ve wabi-sabi anlayışına uygun estetiğe doğru evriliyor. Bu trend sürmeye devam edecek ve ben de kişisel olarak kendimi bu yöne yakın buluyorum. Giderek daha fazla insan, klasik tasarımı, nostaljik parçaları –mesela büyükannesinden kalma masasını– ve çağdaş tasarımı birleştiren otantik iç mekanlar arzuluyor ve iç mekanlarda giderek daha fazla sanat eseri yer alıyor. Biz biyolojik olarak doğal özellikler ve süreçlerle bağlantı kuracak şekilde kodlanmışız. Biyofilik tasarım, kendimizle daha derin bir şekilde yeniden bağlantı kurabilmemiz için huzurlu ve uyumlu bir ortam yaratmamıza yardımcı olur” diyor.
Svobodová Blaha mimarlık ofisi tasarımı, Secession Villa Apartment projesi, Prag, Çekya
Maksimalizm, 2025’te daha zarif, daha sakin ve zamansız bir tonda, kişiselleştirilmiş bir atmosfer yaratma konusunda önemli bir rol oynayacak. Renklerin ve desenlerin katmanlar halinde kullanıldığı, zeminden tavana uzanan duvar kağıtlarının, farklı dokuların üst üste gelerek kişiselleştirilmiş kaosu estetik bir biçimde yarattığı ve maksimalizmin yenilenmiş yüzüyle, duyu ve derin anlam odaklı olarak, daha yalın bir biçimde öne çıktığını göreceğiz. Geçmişten gelen tasarım öğelerinin ya da anısı olan parçaların, güncel ile uyum içinde buluşmasını sağlayan ve bu şekilde sürekli bir evrilme ve adapte olma halini teşvik eden tasarım anlayışı öne çıkacak. Dokuların ve materyallerin çoklu kullanımı, farklı dönemlerin birlikteliğine, kişiselleştirilmiş alanların, zamanla evrilebilmesine ve sürekli değişime açık oyun alanları olarak dönüşebilmesine olanak tanıyacak.”