Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Karantina dönemi için bir metafor niteliğinde; Côte d'Azur anılarını güneşin denize düştüğü parıltılı renklerde, her şeyi değiştiren yaz sonrası hayatı ise monokrom izliyoruz. Başrolde Fransız Yeni Dalga Akımı’nın ikonlarından Jean Seberg, şımarık ve zengin bir genç kız olan Cécile’i canlandırıyor. Zamparalık peşindeki dul babası ile 60’ların Fransız Rivera’sında eğlenmek üzerine kurulu hayatları, Raymond’ın orta yaşlı, makul ve mantıklı Anne ile nişanlanmaya karar vermesiyle değişmeye başlar. Cécile bu evliliği engellemek için sonuçlarını tahmin edemeyeceği bir plan yapar. Françoise Sagan'ın henüz 18 yaşındayken yazdığı büyük ses getiren ilk romanından uyarlanan film; savaş sonrası hedonizm, manevi ve ahlaki değerlerin kaynağı ve yoksunluğu gibi temaları işliyor. Yönetmen Otto Preminger’in eseri, Yeni Dalga’nın öncüleri François Truffaut, Éric Rohmer ve Jean-Luc Godard’ın da beğenilerini kazanmış bir klasik.
Kızgın Güneş, 50’lerin sonunda “babanın sineması” tarzı eleştiriler almaya başlayan büyük yönetmen René Clément’in 60’larda düşüşe geçen kariyerinin son harika filmi olarak da anılır. Patricia Highsmith’in Yetenekli Bay Ripley romanından uyarlanan psikolojik gerilim türündeki film, o zamanlar 24 yaşında olan Alain Delon’u gizemli ve çekici psikopat Tom Ripley rolü ile yıldız statüsüne getirdi. Zengin playboy Philippe Greenleaf’in babası, oğlunu geri getirmesi görevi ile Tom Ripley’i Avrupa’ya gönderir. Ancak Ripley, Philippe’i öldürüp onun kimliğine bürünür. Arka planda 60’lar Avrupa’sının yaz havasına zıt, Delon tarafından buz gibi bir karizmayla canlandırılan Ripley, hala akla ilk gelen, paralelsiz bir uyarlama.
Serseri Aşıklar’da Jean-Paul Belmondo’ya eşlik eden Jean Seberg, adeta Günaydın Hüzün’deki karakterinin bir devamını beyazperdeye taşıyor. Hatta yönetmen Jean-Luc Godard, "Filmimi Preminger’in eserinin son sahnesinden üç sene sonra diye başlatabilirdim" ifadesini kullanmıştır. Gösterime girdikten iki ay sonra, 1960 Cannes Film Festivali’nde, Godard sinema tarihinde kendisinden önce yalnızca iki yönetmenin yapabildiği bir başarıya imza attı. İlk uzun metrajlı filmi ile sinema sanatını sonsuza kadar değiştirdi. Klasik “kaçışta olan bir adam ve ona katılmakta kararsız sevdiği kadın” hikayesini tamamen yeni bir biçimde, gerçek mekanlar ve ışık ile, o döneme kadarki tüm kuralları bozarak anlatıyor. Karakterlerin aforizmalarının hem Rilke’den alıntılar hem de argo içerebildiği ve görsel devamlılık geleneklerinin altüst edildiği fifilm, gerçek zamanlı bir düşünceler ve duygular akışı hissiyatı veriyor.
Sürrealizmin başlıca figürlerinden Luis Buñuel’in 1967 tarihli erotik melodramasında sıkılmış ve kayıtsız burjuva ev kadını Severine, Catherine Deneuve’un etkileyici performansıyla zamansız hale geliyor. Akşamüstleri üst tabaka bir genelevde çalışmaya başlayan Severine üzerinden anlatılan cinsiyetler arası hipokrasi ile akıllara kazınıyor.
Geçtiğimiz sene kaybettiğimiz sinemacı ve fotoğrafçı Agnès Varda için Fransız Yeni Akımı’nın vaftiz annesi diyebiliriz. İlk filmi ile hayatının son eseri "Agnès Varda’yı Anlatıyor" arasında tam 65 sene var. Hatıra ve hafıza arasındaki ilişkiyi anlatırken, ilhamları ve işbirliklerine de yer veriyor: Cherbourg’un Şemsiyeleri’nin yönetmeni eşi Jacques Demy, 40 yaşına basmaktan şikayetçi eski dostu Jane Birkin gibi. Eşi ile nasıl tanıştığını anlatırken ağzı kulaklarına varan Parisli fırıncıdan, pazar yerlerinden topladıkları artıklarla beslenen insanlara kadar, her bir parçada Varda’nın hem sinema sanatına hem de insanlara olan merakı ve sevgisini de gözlemleyen, yürek ısıtıcı bir portre. Varda’nın film içerisindeki bir söyleşisinde dediği gibi “Hiç bir şey banal değil — eğer insanları sevgi ve empati ile filme çekerseniz. Eğer benim gibi onları olağanüstü buluyorsanız. İnsanlar benim filmlerimin kalbinde yer alıyor. Gerçek insanlar.”