Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
71. Cannes Film Festivali Everybody Knows ile başladı! Açılış filmi İran’ın usta yönetmeni Asghar Farhadi’den geldi. Usta yönetmenin İspanyolca çektiği ve rüya çift Cruz-Bardem’in başrole taşıdığı film, sıra dışı bir olay yaşayan ailenin, eteklerindeki taşları dökme hikayesi olarak özetlenebilir. Amma velakin Farhadi’den beklenmeyecek kadar etkisiz. Dramatik etki yaratması gereken bazı anlarda salondan kahkahaların yükselmesineyse yorumum yok...
2018 Cannes Film Festivali'nin Un Certain Regard bölümünün açılış filmi: Yönetmen Sergei Loznitsa, geçen yıl A Gentle Creature‘yle ana yarışmadaydı. Sevdiğimiz yönetmen kamerasını Ukranya’daki savaşa çevirip, episodik bölümlerden oluşan, ana karakteri olmayan bir film çekmiş. Özgürlük adına yapıldığı öne sürülen tüm savaşların, yine halkı nasıl cüceleştirdiğini göstermiş.
Cannes’da Ana Yarışma’nın ikinci filmi Mısır’dan geldi: A.B.Swaky’nin ilk uzun metrajı, cüzzamlı bir adamla, 10 yaşında bir çocuğun kader birliğini anlatıyor. Elbette klişelere boğulan, gözyaşı suistimalini de gözden kaçırmak imkansız.
Ana yarışmanın gönülçeleni olabilecek Leto (Summer) 80'ler Rusya’sından tatlı bir müzik filmi. Yönetmeni Kirill Serebrennikov ülkesinde ev hapsinde olduğundan gösterime gelemedi.
1990'lar Paris’i, AIDS halen canlar almaya devam ederken, 30'larında bir yazarla, 20'lerinin başında havai bir genç tanışır ve aşka düşer. Sinemaya saygıyla ilerleyen, sade anlatımıyla etkileyen bir aşk hikayesi. İyi oynanmış, etkileyici müzikleriyle de seveceğiniz iyi bir dram.
Yönetmenlerin 15 Günü bölümünde ilk film. Joueurs, kadın yönetmen Marie Monge imzalı film, akıllı uslu bir kadının, serseri bir yakışıklıyla yoldan çıkma hikayesi. Paris yeraltı dünyasına sıradan bir bakış, sıradan bir hikayeyle ilerliyor. Stacy Martin ve Tahar “tavşan” Rahim elbette göz dolduruyor. Benim gibi koşulsuz Fransız severlere!
Pawel Pawlikokowski’nin yeni filmi Cold War, ana yarışmada. Savaş sonrası Polonya’sında yetenekli bir şarkıcı/dansçı bir genç kızla, katıldığı topluluğun müzik yönetmeni adamın yıllara yayılan aşk hikayesi. Bir önceki şahane filmi gibi siyah beyaz; lakin İda kadar unutulmaz değil. Klişelerle ilerleyen aşkın kahramanlarını canlandıran Tomazs Kot ve Joanna Kulig’se hem çok iyi, hem de pek yakışıklı/güzel.
Ash is Purest White, ana yarışmanın şimdilik en iyilerinden. 2000'li yıllarda başlayıp, günümüze kadar gelen öyküsüyle, Çin’deki müthiş değişimi, iyi bir kadın portresi üzerinden anlatıyor. Tao Zhao’nun kadın oyuncu ödülüne şimdiden güçlü bir aday olduğunu hatırlatalım. Zhangke Jia iyi filmografisini bozmadan, yola devam ediyor.
Yarışma filmlerinden Trois Visages, Jafar Panahi’nin aynı yolları tekrar tekrar yürümesinin hikayesi. Vallahi ben sıkıldım, Batı halen sıkılamadı. Kocaman alkışlarım Cannes seçicilerine!
Cannes’da büyük keyifle izlediğim ilk film, Alice Rohrwacher’in yeni işi Lazzaro Felice oldu. Türler arasında gezinerek, İtalyan Sineması’nın ustalarına da selam çakıp, aslan gibi ilerliyor. Eminim bazıları hiç beğenmeyecek ama benim gönülçelenim Lazzaro oldu.
Cannes’ın gediklilerinden Kore-Eda, yeni filminde ''aile olmak için kan bağı olmalı mıdır?''ı sorguluyor! Cevabını da çok net veriyor, elbette hayır! İyi bir film izlemenin keyfiyle yazıyorum..
Spike Lee yeni filmi BlacKKKman, bugünün son yarışma filmi. 70'lerde Afroamerikan bir polisin, Klu Klux Klan’ların arasına karışmasını günümüze göndermelerle anlatıyor. Kahkahaların eşlik ettiği filmin sonu biraz klişe ama bu kadar kusur kadı kızında da olur!
Lars Von Trier’in Cannes’a dönüş filmi. Yarışma dışı gösterilen film, büyük heyecan yaratmıştı, lakin karşılığını vermedi. Bir seri katilin hikayesi olarak özetlenebilecek film, fazla gevezeydi. Sürekli konuşan bir dış ses, yordu bitirdi. Film, Matt Dillon için iyi bir dönüş olur mu bilemedim.
Un Certain Regard filmlerinden Euforia, oyuncu Valeria Golino’nun ikinci yönetmenliği. İki erkek kardeşin hikayesini anlatan film, hafif Özpetek havası estirse de, oyunculuklarıyla hemen kendine bağlayıveriyor.
It Follows ile filmlerini beklediğimiz yönetmenler listesine giriveren David Robert Mitchell yeni filmiyle yarışmada. Yarışma filmleri içinde en yenilikçi işe imza atmış genç yönetmen. Marilyn Monroe başta olmak üzere Hollywood’a selam çakan film, üzerinde düşünülecek ve tartışılacak bir iş. Başrolde Andrew Garfield ise pek tatlı!
Lübnan’lı Nadine Labaki, yarışmadaki filminde tüm yürek dağlama numaralarını çekerek, bir Kemalettin Tuğcu ruhu yaratmış. İki küçük çocuğu şahane yöneterek, ödülü garantilemek istemiş, ne diyelim hayırlısı...
Çok sevdiğim Poetry’den 8 yıl sonra, Lee Chang-dong bomba gibi dönmüş! Gördüklerim içinde en sevdiğim film oldu. Murakami’nin öyküsünden uyarlanan film, Güney Kore’de geçen şiir gibi bir aşk hikayesi...
Ve Ahlat Ağacı’yla son yarışma filmi izlendi. Ceylan, taşrada üniversiteyi yeni bitirmiş bir delikanlının, aile, çevre ve sistemle olan hesaplaşmalarını anlatmış. Yine o kadar net, su gibi akıveren üç saatlik bir filmle. Yaşadığın toprakları paylaşmaktan, gurur duyacağın kaç kişi kaldı?