Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Füreya Koral’ın hayatının bir bölümünün geçtiği Arifpaşa Apartmanı’ndayız. Bu tarihi yapıda, bazı köşelere yeni bir ruh kazandırmış ve bir sürü anı sığdırmış iki tasarımcı; Tülin Bozüyük ve Neslihan Algünerhan’la buluşuyoruz.
Füreya Koral’ın hayatının bir bölümünün geçtiği Arifpaşa Apartmanı’ndayız. Bu tarihi yapıda, bazı köşelere yeni bir ruh kazandırmış ve bir sürü anı sığdırmış iki tasarımcı; Tülin Bozüyük ve Neslihan Algünerhan’la buluşuyoruz.
Şehir, bulutlardan süzülen nahif bir ışıkla sonbaharın güzel bir düşü gibi önümde uzanıyor. Sıcaklardan bunaldığım günler geride kalmış; rahatça yürümenin keyfini çıkarıyorum gölgeli caddelerde. Büyük bir kalabalığın ortasında, iç içe geçmiş görüntü ve seslerin peşinden adımlarımı bir hızlandırıp bir yavaşlatarak İstiklal Caddesi’nden Elmadağ’a doğru yürüyorum. Seramik sanatçısı Füreya Koral’ın umutsuzlukla umut arasında bocalayan insanlardan esinlenerek yaptığı yürüyen insan figürleri geliyor aklıma. Ne düşünüyorlar, nereye gidiyorlar diye her adımda yüzlerine baktığım insanlar. Koral’ın seramik figürlerine can veren ve her biri farklı bir yöne giden... Elmadağ’ın arka sokaklarına saptığımda, seslerin hepsi geride kalıyor. Tatlı bir sessizlik çökmüş sokağın ortasına. Kafamı kapısından içeri uzatıp baktığım Arifpaşa Apartmanı’nın avlusunda o kocaman ağacı arıyorum. Her mevsim farklı bir kişiliğe bürünen ağacı. Yükseklerden guguk kuşlarının sesi geliyor. Ege’de duymaya alıştığım bu sesi, uzun zaman sonra ilk kez İstanbul’un ortasında durup dinlemek mutluluk verici.
Avluya girdiğimde, Piyano Piyano Bacaksız filmindeki, yaşamı birlikte kucaklayan insanların yaşadığı konak gözümde canlanıyor. Yüksek duvarların orta yerine hayatı sığdırmış, birbirine yardım eden komşular, bahçede koşuşturan çocuklar, bir elden diğerine taşınan tabaklar… Füreya Koral’ın 1973’ten vefatına kadar üstteki dairelerden birinde yaşadığı ve avluya açılan atölyesinde seramiklerini ürettiği Arifpaşa Apartmanı’nda, filmdeki o sıcacık his halen var. Bahçesine şöyle bir bakınca bile hemen hayal edebiliyorum kurulan masaları ve yemyeşil ağacın kolları arasına aldığı avlusunda yaprakların gölgesine sığınmış apartman sakinlerini. O sakinlerden, Füreya Koral’ın atölyesinde seramikler yapan Tülin Bozüyük ve tekstil tasarımcısı Neslihan Algünerhan ile sohbet ederken, burada yaşanmış hikayeler de yavaşça dilleniyor.
Hayallerinin kentinde daima sakinliği arayan: Tülin Bozüyük
Tülin’le, atölyesinin bulunduğu Airfpaşa Apartmanı avlusunda buluşmak için sözleşiyoruz. Tam kapıdan girerken, kendisinin telefondaki arkadaşına “Aaa bugünü ben Cuma sanıyordum” dediğine kulak misafiri oluyorum. O sırada düşünüyorum, insanın böyle bir yerde yaşarken günleri karıştırması ne kadar olası. Atölyeden içeri girdiğimizde, her bir detayını elleriyle şekillendirdiği, pastel tonlardaki seramiklerle çevrili çalışma masasına yerleşip İstanbul’la ilk kez tanıştığı yıllardan söz açıyoruz. İzmit’te yaşadığı çocukluk günlerinde annesiyle gezmeye geldiği İstanbul’un, daha o dönemlerde bile hayallerinin kenti olduğundan söz ediyor. Harem’den vapurla Karaköy’e geçip, oradan da fünikülerle Taksim’e gitmelerini ve anne - kız yaptıkları ziyaretleri anlatırken gözlerinin içi gülüyor. Klasik bale eğitimi aldığı o günlerde “en büyük zevkimdi” dediği AKM ziyaretleri belli ki hâlâ anılarının en canlı yerinde. “17 yaşımda Mimar Sinan’da okumak için nihayet gelmiştim İstanbul’a ve o günden bugüne, araya başka şehirler girse de evim dediğim yer hep burası oldu. Yani, bir yandan dünyaya kök salmak istedim hep, ama bir yandan da içimdeki ‘ev’ hissini burada buldum” diye anlatıyor.
Tülin Bozüyük’ün Füreya’yla özel bir bağ kurduğu, seramikler yaptığı atölyesinin bulunduğu, sevdiği insanlarla bir araya geldiği yemek masaları ve çocukluğundaki samimiyeti yeniden bulduğu yer burası.
Bu şehri onun için özel kılan dostlukları dışında, atölyesinin yeri de çok ayrı. “İnsan ancak çocukluğunda yaşar bu komşuluk ilişkilerini” diye anlattığı apartmanında, bir zamanlar Füreya Koral’ın yaşaması da onu çok etkilemiş. Hatta Koral’ın seramiklerini yaptığı yer, artık Tülin’in atölyesi. Bu bile, başlı başına ilham veriyor ona. 12 sene yeme-içme sektöründe çalıştıktan sonra yavaşlamak istediği bir dönemde girmiş Tülin’in hayatına; “Sabır gerektirdiği için bana adeta bir öğretmen oldu” diye belirttiği seramik. İlk başta sadece kendi restoranının tabaklarını yaparken, sonradan başka işletmeler için de seramikler yapmaya başlamış. Füreya’nın atölyesinde seramikle uğraşmanın nasıl bir tılsımı olduğunu sorduğumda; “Bunu ilk öğrendiğimde gözlerim doldu. Hayatımda sıkışmışlık hissettiğim ve yorulduğum bir zamanda elime almıştım çamuru. Füreya da tedavi için sanatoryumda kalırken seramikle ilk kez tanışmış. Bu detay ortak bir duygu oluşturdu içimde. Atölyeme geçip bir şeyler üretirken, sanki küçücük de olsa onun dünyasının bir parçası olabilecekmişim gibi geldi” diyor Tülin. Zaten seramik yapmaya başladığı yıllarda, Ayşe Kulin’in Füreya romanından tanımaya başlamış sanatçıyı. Hayatın incelikli tesadüfleri de bir yerde karşılaştırmış iki üretken kadının ruhlarını. Yıllar önce Dolapdere civarında gezerken ayaklarının belki de kendiliğinden getirdiği; hayranlıkla baktığı Arifpaşa Apartmanı da yine bu güzel tesadüfler arasında. “İlk gördüğümde keşke boş atölye veya daire olsa da tutsam diye iç geçirdim. Pınar Kür’ün Bir Deli Ağaç kitabından da biliyordum burayı. Sonra bir gün tesadüfen Neslihan’ın (Algünerhan) paylaştığı bir fotoğrafta gördüm. Neresi diye sorunca, aldığım cevapla yeniden yolum Arifpaşa’ya düştü. O gün karar verdim burada üretmek ve yaşamak istediğime. Nihayet bir gün kavuştum bu dileğime.”
Seramik yaparken malzemenin dönüşümüne tanık olmak Tülin için en büyülü şey. Ve tabii kalıcı olması da. “Yemek yapmaktan da çok büyük keyif alıyorum ama bu başka bir zevk. Yaptığın, üzerinde saatler harcadığın bir seramiğin uzun süre yaşayacak olması beni mutlu ediyor” diye anlatırken Tülin, bu sanatın ona büyük bir dinginlik getirdiğini görebiliyorum. “Ama bir yandan da kendi zamanı var çamurun” diye devam ediyor; “Onun ritmine ayak uydurmak gerek. Ben yavaş yavaş yapayım dersin, sonra bir bakarsın hamur sertleşmiştir. Çamurun hızına uyum sağlarken sabrı ve beklemeyi öğrenirsin. Şehirle kurduğum ilişki de böyle. Kendi zamanımı kendimce yavaşlatabilirim ama İstanbul’u yaşamak için, onun ritmini de yakalamak gerekiyor.” İşte tam olarak şehirle böyle bir bağ yakalayan ve temposunu ona göre ayarlamaya çalışan biri Tülin. Ara sıra uzaklara kafa dinlemeye gittiğinde de dönerken özlediği, mutlu olduğu şehir İstanbul. Çünkü Tülin’in Füreya’yla özel bir bağ kurduğu ve markası
Touline Ceramics için seramikler yaptığı atölyesinin bulunduğu; sevdiği insanlarla bir araya geldiği yemek masaları ve çocukluğundaki samimiyeti yeniden bulduğu yer burası. Her sabah, kapı eşiğinde kedilerle karşılaştığı atölyesinden içeri adım attığı anda, içine çekildiği o huzurlu dünyaya ev sahipliği yapıyor.
Doğanın izinde tasarımlar yapan: Neslihan Algünerhan
Işığın her bir aralıktan bal gibi süzüldüğü, bembeyaz bir yer düşünün. Adım attıkça zemindeki ahşapları tatlı tatlı gıcırdayan; raflarında cam şişelerin ve mumların dizildiği; meyve, bitki gibi insana neşe veren desenlerin etrafı sarıp sarmaladığı ve kapısının o avluya açıldığı bir yer. İşte,
burası Neslihan’ın renklendirdiği atölyesi. Burayı ilk bulduğunda bambaşka bir haldeymiş. Biraz soluk, biraz terk edilmiş... Hemen tadilata girişmişler. Eşi Emre’yle birlikte topladıkları objeler ve Neslihan’ın elleriyle hayat kattığı keten kumaşlarla bambaşka bir ruha bürünmüş içerisi. Çiçekler, vazolar ve renkli kumaşlara bakarken insanın içi açılıyor. Arifpaşa’da altı yıldır yaşayan Neslihan’ın, enerjisini çok sevdiği bir ışığa sahip bu köşe. Öyle ki; “Belki de bu yüzden kumaşlarım hazır olduğunda hemen masaya geçip saatlerce fotoğraf çekmek, o ürünün hikayesini insanlarla paylaşmak istiyorum” diye anlatıyor atölyesinde geçirdiği günlerden bahsederken. Kendisi, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okumuş. Birkaç sene bir ev tekstili markasında tasarımlar yaptıktan sonra Nauna markasını şekillendirmeye başlamış. Keten üzerine
su bazlı boyalar kullanarak kalıplarla baskılar yapıyor. Her şeyin bu kadar hızla tüketildiği bir zamanda, geleneksel bir teknikle ve elle baskı yapmak belli ki ona çok iyi gelmiş. Her bir kumaşında doğanın izleri var; balıklı peçeteleri sizi oracıkta su altı dünyasına götürüyor, yapraklı örtüleri
ormanların içinden geçirtiyor. Bunu da; “Tasarımlarımda daima doğa var. Gözümün önüne yeşiller içinde bir ev getiriyorum. Sonra başlıyorum kafamda o evin içini döşemeye. Masa ve perdelerin üzerinde ne görmek isterim diye düşlüyorum… Duvarlar ve zemin hep bembeyaz oluyor o görüntüde ama desenler renk renk. Ve her bir kumaşın üzerinde doğanın bir yansıması var. Çünkü benim dünyamı onlar oluşturuyor. Zaten yaşadığım yer de biraz böyle. İstanbul’un ortasında ama bir yandan da değil gibi…” diye açıklıyor. Arada Çanakkale taraflarına gidip doğa aşkını
kucaklıyor Neslihan, “ama dönüp dolaşacağım yer yine, hep İstanbul olur” diyor. “Çünkü buradan asla kopamam gibi geliyor. Gitmeyi bir kere bile düşünmedim. Çocukluğumun geçtiği Kadıköy’ün her yerinde bir anım var. Şehir içinde istersem gidebileceğim çok fazla yer var. Köprüden geçmek, etrafı seyrederek vapurda ilerlemek bile başlı başına bir yolculuk. Bu şans kaç şehirde var ki?”
Neslihan, tasarladığı örtüleri masalara serip arkadaşlarını ağırlamayı sevdiğini anlatırken benim de gözüme, akşam güneşini arkasına almış bahçenin ortasına kurulmuş iştah açıcı masalar geliyor. O masalarda bazen yeni tanıştığı birini de ağırlıyor Neslihan. “Bir bakıyorum hiç tanımadığım insanlar gelmiş atölyeye. Onlara kahve ve likör ikram ederken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. Bu şekilde tanıştığım o kadar çok insan oldu ki, özellikle de güzel enerjili kadınlar. İşte öyle anlarda hep “iyi ki!” diyorum.”
Gizler saklayan bir kentin saklı bir köşesinde sürüp giden ve hikayesi hiç bitmeyecek olan Arifpaşa Apartmanı’nda, tüm bu anlatılanları dinlerken Constantine P. Pappa’yı anıyorum. Buranın ve daha birçok harika eserin mimarı Pappa, acaba tasarladığı bu binadaki hayatı; dairelerin içindeki bir freskoya bile zarar gelmesin diye uğraşan, atölye kapılarını aynı renk yapalım ki uyumlu gözüksün diye birbiriyle anlaşan bu ince düşünceli insanların hayat kattığı Arifpaşa’yı görse nasıl mutlu olurdu? Füreya Koral’ın bıraktığı yerden o nostaljiyi yaşatan ve bu apartmana yeniden can suyu veren insanlarını…