Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.


Notaların geçirgen kimliklerle yeniden yorumlandığı, bir portreden çok, bir hissi şişeleyen parfümleri masaya yatırdık.
Son yıllarda kokuların dünyasında sessiz ama net bir dönüşüm başladı. Bir kokuya bakarken artık “Kime ait?” sorusu önemini kaybediyor, “Ne hissettiriyor?” sorusu öne çıkıyor. Güç artık “erkek” diye okunmuyor, seksapel de “kadın” kelimesine göz kırpmıyor. Moda nasıl kendi sınırlarını yeniden kuruyorsa, olfaktif dünya da aynı yolu izliyor. Bir şişenin içindeki form artık bir cinsiyeti değil, bir hâli anlatıyor. Kimi zaman dumansı bir sıcaklık, kimi zaman metalik bir titreşim, kimi zaman da teni andıran sakin bir dalga. Bu değişim, kokunun bedenden çıkıp duyguya, enerjiye ve kişisel hafızaya yaklaşmasıyla oluşuyor. Bunu bir ânın, bir bakışın ya da bir hissin damıtılmış hâli gibi düşünebilirsiniz.
Bugün notaların “geçirgenliği” dediğimiz şey, aslında uzun yıllardır öğretilen cinsiyet kabuğunun kırılmasıyla ortaya çıkan bir gerçeklik. Kokuları kadın-erkek diye ayırmak, sandığımız kadar da köklü bir tutum değil. Örneğin çiçeğin feminen, odunun maskülen kabul edilmesi, büyük ölçüde 20. yüzyılın pazarlama dili ve moda evlerinin hedef kitle stratejileriyle şekillenmişti. Reklamlar, şişe tasarımları ve kategoriler de bu ayrımı güçlendirdi. Dolayısıyla tüketicinin algısı da zamanla bu yönde sabitlendi. Pembenin kız bebekler, mavinin erkek bebekler için kullanılması gibi düşünün. Oysa notaların doğasında tıpkı renklerde olduğu gibi böyle bir ayrım yok. Kokuların cinsiyeti hiçbir zaman yoktu, onlara cinsiyeti biz verdik. Bu yüzden bugün yaşanan kırılma bir yenilik değil, eski bir yanılgının yavaşça çözülmesi.
Parfümörler için bu dönüşüm çok uzun zamandır bilinen bir gerçek. “Kadın kokusu-erkek kokusu” diye bir sınır yok, yalnızca duygu var. Bir koku yaratılırken hedeflenen şey bir beden ya da cinsiyet değil, bir hâl. Parfümör notayı değil hissi tasarlıyor; güç nasıl titreşir, sakinlik hangi tonda açılır, çekim hangi dokuda ilerler… Bir notanın yarattığı enerji, artık onun kategorisinden önemli. Parfümör bir formülü kurarken bir duygu, bir ritim, bir an ya da bir şehir manzarası şişeliyor; tüm bu çağrışımları olfaktif bir hikayeye çeviriyor ve parfümün aidiyetine, nasıl şekilleneceğine kişinin teni karar veriyor.

Fotoğraf: Nadine Ijewere
Güncel örnekler de bu yaklaşımı çok net gösteriyor. Cartier L’Heure Brillante VI, aldehitlerin keskinliğiyle açılan metalik bir parıltıya sahip; limon ve keten tohumu eşliğinde futuristik bir şeffaflığa doğru hafifliyor. Ne feminen ne maskülen, yalnızca “ışık” kokuyor. Matiere Premiere Radical Rose Extrait’de gül, immortelle’in kuru–tuzlu dokusuyla birleşerek romantik bir çiçek olmaktan sıyrılıp; koyu, mineral ve kontrolü elinde tutan bir hâle geçiyor. Nishane Ani, vanilyayı tatlı bir figür olmaktan çıkarıp, baharatlarla güçlenen sıcak ama kararlı bir enerjiye çeviriyor. Balmain Carbone, miskin temiz yanını süetin karanlık dokusuyla buluşturuyor; rose neoabsolute, bir tende masum, başka bir tende tütünsü bir derinlik yaratıyor. Prada Infusion de Vetiver ise, vetiveri klasik bir maskülenlikten kurtarıp narenciye, kakule ve zencefille daha yeşil, daha hafif, daha cinsiyetsiz bir forma taşıyor. Bu örneklerin hepsi aynı noktaya işaret ediyor: Notalar nötrdür; onları tanımlayan şey, nasıl kurgulandıkları ve neyi imgeledikleri.
Bugünün olfaktif dilinde değişen şey yalnızca formül değil; kokuyu okuma biçimimiz de öyle. “Bu koku kadınlara mı, erkeklere mi ait?” sorusu, yerini “Ben ne hissediyorum?” sorusuna bırakıyor. Koku bir aksesuar olmaktan çıkıp kimliğin parçası hâline geliyor. Kişinin iç ritmine, kendi hafızasına ve taşıdığı tavra atılan bir imza gibi. Tüm ayrımlar yumuşarken geriye şu kalıyor: Tenin ne istediği, zihnin neye açıldığı, hafızanın neyi saklamak istediği... Koku, bu üçlü arasında kurulan sessiz ama güçlü bir köprü hâline geliyor.